Анонимный автор

Tanrı Dağları'nın Zirvesi Aytmatov


Скачать книгу

çıkarmıştı.

      Genç yazarın “Çiseleyen Yağmur”, “Geceki Sulama” ve “Asma Köprü” isimli son hikâyelerinde dönemin siyasi sloganlarının basit bir şekilde gösterilmesi girişimi yoktu. Bu hikâyelerin konuları da sosyalist emek, sosyal gelişme ve Sovyet ahlakı meseleleri ile ilgili olup çoğunlukla düşüncede kalan sahte olaylar olarak kurulmuştu.

      Sözün kısası, araştırmaya başladığımda Cengiz Aytmatov’un ilk hikâyelerinin yazarının edebiyat sanatına yatkın, doğru dürüst eğitim ve modern dünya görüşü sahibi olduğunu açıkça göstermesine rağmen, yüksek estetik kriterler ile ölçüldüğünde oldukça zayıf olduğunu gördüm. Açık bir ifadeyle, bu hikâyeler yaz ortasında yapraklı dallarda duran elmalar gibi ham, çiğ ve tatsızdı.

      Cengiz Aytmatov’un ilk hikâyelerinden doğru düzgün olanı “Asma Köprü”nün yayımlanmasının üzerinden iki yıl geçmeden güzün ağaç başında olgunlaşan elmalar gibi her açıdan güzel, lezzetli ve iri iri elmalara benzeyen “Yüz Yüze” ile “Cemile” genç yazarın kaleminden çıkıvermişti! Bu, kim bilir nasıl bir sihirli katalizörün gücüyle mayıs ayında büzülen elmaların hemen temmuz başında eskisi gibi büyüyüp kendiliğinden olgunlaşması gibi garipti. Elbette Cengiz Aytmatov’un sanatının gelişmesinde, çok hızlı bir şekilde olgunlaşan, insanı hayrete düşüren büyük bir sıçrama yapmasında bir katalizör görevi gören ve yukarıda geniş bir şekilde açıklanan unsurların (yazarın Stalinizm diktatörlüğünden azap çekerek büyümesi, Sovyet yönetiminin birdenbire yumuşamasından zamanında faydalanması, o dönemde Moskova’ya gidip okuması vb.) rol oynadığı da çok açıktı.

      Ben Cengiz Aytmatov’un hikâyelerini okurken Kambaralı Bobulov her defasında dönüp dolaşıp konuyu “Cemile”ye getirdi ve bu hikâyenin iç yüzünü gösteren bir makale yazmaya girişti. O, hemen kadın ve erkek arasındaki cinsel ilişkiler konusundaki bilimsel kitapların özetlerini çıkardı, aşk konusunda yazılan edebî eserlerin birçoğunu okudu, özellikle bir aristokrat gelinin aşk belasına tutulduktan sonra büyük bir mevkideki bürokrat kocasını terk ederek aristokrat bir subayla evlenmesinin betimlendiği Anna Karenina romanını, edebiyat bilimcilerinin bu romanı inceledikleri çalışmalarını tekrar tekrar okuyup hazırlık yaptı. Bunların hepsi “Cemile” hikâyesinin başkahramanının gerçek aşk duygularının büyük bir ilgi çekmesi sebebiyle, onun kanlı meydana giden kocasını terk ederek dış görünüşü itici, ancak iç dünyası zengin, güzel ve vefalı bir yabancıyla kaçmasının psikolojik ve ahlaki açıdan aklanması, yaptığının doğru olduğunun onaylanması için yapıldı.

      K. Bobulov işte bu konudaki “Mahabat bayanı” (Sevda beyanı) isimli makalesini büyük bir güç, emek ve zaman sarf ederek yazdı ve Parti gazetesi ve edebî dergide bastırdı. Bu, birçok açıdan doğru olan makale “Cemile” hikâyesi hakkında Kırgız edebiyat eleştirmenliğinde dile getirilen ilk ciddi övgü idi.

      “Cemile”nin ideolojik temelinin K. Bobulov’un makalesinde tartışılması Cengiz Bey’in tam gönlüne göre gelmiş, kendisini son derece memnun etmiş gibi görünmektedir. O, bundan sonra Kambaralı’ya kucak açtı, onu kendisinin aktif bir taraftarı ve yol arkadaşı yaptı ve her açıdan koruyup kolladı. Mesela kendi isteğiyle 1963 yılında Pravda gazetesinin özel muhabirliği görevinden ayrıldığında herhangi bir Kırgız yazarı için yüksek mertebeli bu göreve Kambaralı’yı bıraktı.

      Kaderin cilvesinden kaçılmaz, “Sevda beyanı” makalesini yazdıktan 5-6 yıl sonra, K. Bobulov Moskova’da doktorada okurken onun güzel karısı başka birisini Anna Karenina ile Cemile’den besbeter sevip ona vardı. Elbette, mert yürekli Kambaralı’nın sevişerek evlendiği yârinden iki çocuğuyla birlikte ayrılması alışıldık bir trajediydi. O, sevgili yârinin bu yaptığını en adaletsiz hainlik, beklenmedik bir hıyanet olarak kabul ederek eşine dostuna dert yandı, büyük bir üzüntüyle hasret türküleri topladı, başta hikâye ve eleştiri makaleleri yazan genç, beklenmedik bir şekilde hüzünlü bir şaire dönüştü.

      Karısının kendisini terk etmesinin üzüntüsüyle gide gele ağlayıp sızlamasıyla o beni usandırdı, canıma yetti. Başlangıçta feryatlarını sabırla dinliyor, elimden geldiğince üzüntülü gönlünü avutuyordum, bir gün dayanamayıp şöyle dedim: “Sen, hoca, Anna Karenina ile Cemile’nin sevdikleri insanların arkalarından gitmelerinin her açıdan doğru olduğunu yazmamış mıydın? Ne oldu, kitaptaki karıların kocalarını terk ederek sevdikleri delikanlılara kaçmaları doğru da senin karının Anna ile Cemile’nin yaptığını yapması yanlış mı?”

      Benim mümkün olduğunca yumuşak bir şekilde söylediğim bu sözler Kambaralı’ya bir ok gibi saplandı, kendini kaybetti, sonra biraz sinirlenip titreyen sesiyle bağırdı: “Senden bunu da mı duyacaktım? Bitti! Bir daha yüzüne bakmayacağım!” Başka bir şey söylemeye dermanı kalmayıp elini tersiyle salladı ve hızla ardına dönüp gitti.

      Bundan sonra ölmeden iki yıl öncesine kadar bana selam vermedi, bir gün benim oturduğum büroya selam vererek girdi. Elini uzatıp tokalaştı, boş koltuğa oturdu. “Ben tuhaf bir hastalığa yakalandım, diyerek konuşmaya başladı. – Eski dost akıldan çıkmıyor, derler. Sadece seninle görüşeyim diye geldim. Senin de başında var ya, bir gün ihtiyarlık insanın sırtına pat diye binermiş.”

      Kambaralı ağabey enerjik, yüksek sesle tartışan, şakalaşıp kahkaha atan, hemen heyecanlanan heybetli bir yiğit idi, onun birdenbire mülayim, mütevazı ve solgun bir insan hâline gelmesi beni o anda çok üzmüştü.

“Cemile” hikâyesini yok etme çabaları

      1958 yılının güz sonlarıydı. Ben her zamanki gibi Bişkek’teki Merkezî Halk Kütüphanesinde oturuyordum. Birden yanıma Kambaralı Bobulov geldi. “Yarın Yazarlar Birliği’nde “Cemile” için bir tartışma toplantısı yapılacak, dedi. – Baytemirov var ya, o “Cemile”ye darbe vurmaya hazırlanıyormuş. Cengiz’in birdenbire parlamasını hazmedemeyenlerin hepsini tartışma toplantısına çağırmış. Ben de onlara karşı bir grup oluşturuyorum, sen de iyice hazırlan, konuşacaksın.”.

      Nasirdin Baytemirov (1916-1996) o dönemde Kırgızistan Yazarlar Birliği’nde nesirci yazarlar bölümüne başkanlık ediyordu. O, bedii sanata yatkın, çalışkan bir emekçi, hızlı ve çok yazan bir yazar idi, ancak genel kültür birikimi, mesleki (edebî) bilgi, estetik zevk açısından eksiklikleri vardı. Sovyet yönetiminin her türlü siyasi kampanyalarını kendine iş edinir, resmî ideolojik taleplere uygun gelecek şekilde nesir, şiir ve drama türündeki uzunlu kısalı eserleri arkasından düşman kovalıyormuşçasına aceleyle yazar, birbiri ardına kitap hâlinde çıkarırdı.

      “Cemile” hikâyesinin yayımlandığı dönemde N. Baytemirov dört büyük romanın, dört büyük hacimli hikâyenin, iki seçme hikâyeler kitabının, dört şiir kitabının ve üç piyesin yazarı olmayı başarmıştı. Buna rağmen o kalem arkadaşlarından, özellikle edebiyat eleştirmenlerinden kendini memnun edecek övgü sözleri duyamamıştı. Çünkü, onun yazdıklarında, özellikle nesir türündeki eserlerinde olayların kurguları daima sahte, hiçbir ilginçliği bulunmayan kuru bir temele dayanıyor, kahramanlar ise cansız ve güven vermez bir yapıda bulunuyordu.

      Ancak N. Baytemirov kendisini çalışmalarına uygun bir şekilde değerlendirilmeyen bir yazar olarak görüyor olmalıydı ki eserlerinin edebiyattan anlayanlar tarafından övülmemesine üzülüyor, öfkeleniyor görünüyordu. Bu sebeple kalem erbabından herhangi biri süreli yayınlarda sürekli olarak övülürse anında onunla polemiğe giriyor, onu kıskanıyor ve ona düşman oluyordu. Buna bir örnek verelim:

      1935-1948 yılları arasında üç romanı yayımlanmasına rağmen Kırgız yazarlarının ustaları arasında kabul edilmeyen Tügölbay Sadıkov’un başına