sansasyon olarak kabul edildi ve Cengiz Aytmatov’un itibarını göklere çıkardı, boş yere kendilerine rakip görüp onu kıskananları çileden çıkardı.
M. Avezov’un makalesinden sonra birbiri ardına Rusya’nın, Kırgızistan’ın ve başka cumhuriyetlerin gazete ve dergilerinde eleştirmenlerin “Cemile”yi göklere çıkaran, olay yaratan makaleleri ve değerlendirme yazıları, okur mektupları çıkmaya başladı. 1958 yılı güzünde Kırgız sanatı ile edebiyatının on günlük bayramının Moskova’da kutlanması dolayısıyla süreli yayın organlarında, ünlü Rus yazarlarının katıldığı tartışma toplantılarında, Moskovalı okurlar ile Kırgız yazarların buluşma toplantılarında “Cemile” genç Kırgız edebiyatının bir başyapıtı olarak baştan sona övgüye boğuldu.
Bu arada Moskova gazetelerinde dünyaca ünlü söz ustası Luis Aragon’un “Cemile”nin Rusçasını Fransızcaya tercüme ederek yayımladığı, çıkan kitapçığa harika bir giriş yazdığı şeklinde bir haber ilan edildi. Çok geçmeden “harika” olduğu söylenen giriş Rusça ve Kırgızcaya tercüme edilip gazete ve dergilerde basıldı. Giriş, gerçekten de mükemmeldi, “Cemile” şerefine söylenen anlı şanlı bir şiir gibi yazılmıştı, okuyanların hemen hemen hepsi üzerinde hikâyenin kendisi gibi güçlü bir etki bıraktı. Bu şekilde, Luis Aragon Cengiz Bey’in itibarını daha da yükseltti.
O dönemdeki kulağı kesik yazarların söylediklerine göre, Muhtar Avezov Moskova’da Luis Aragon ile görüşmüş, sohbet ederlerken Sovyet edebiyatındaki parlak bir yenilik olarak genç Kırgız yazarının “Cemile” isimli hikâyesinden memnuniyetle bahsetmişti; bunun üzerine kendisinde bir ilgi uyanan Aragon “Cemile”yi okuyup çok beğenmiş, hemen ana diline tercüme etmişti. Bu, onun hayatında ilk defa yaptığı tercümanlık çalışmasıymış.
1961 yılında “Cemile” Lenin Ödülü’ne aday eserler arasına alındı. Görüp bilenlerin söylediklerine göre, Lenin Ödülü’nü veren komisyonun üyesi Muhtar Avezov bu komisyonun Moskova’da yapılan oturumlarında “Cemile”yi ödüle aday göstermek için hitap sanatını, büyük itibarını kullanmış ve bütün gücünü harcayıp canla başla çalışmıştı. Bu sefer onun bu cesur hareketi fazla bir işe yaramadı. Buna “Cemile” hikâyesinin hacminin küçük ve sonra da genç bir yazarın ilk ünlü eseri olması sebep olmalıdır.
Daha o dönemde “Cemile” birçok yabancı dile çevrilmiş, eleştiri makalelerinde ve bilimsel kitaplarda tekrar tekrar övülmüş, ödül alma yolunda ilerlemişti. Bu eseri dolayısıyla önce Sovyetler Birliği’nde, sonra da Avrupa’da ün kazanan C. Aytmatov, “Cemile”sini bir anlık bir ürpertiyle gelen bir harika olarak yazmadığını, dünyanın edebiyat göğünden hızla kayarak gözden kaybolan bir kuyruklu yıldız olmadığını “Kızıl cooluk calcalım” (Al Yazmalı Güzelim) (1961), “Botogöz bulak” (Deve Gözü) (1962), “Birinçi mugalim” (İlk Öğretmen) (1962) isimli yeni eserleri ile kanıtladı. Bu eserler fikrî ve bedii nitelikleri açısından “Cemile”den geri kalmamışlardı. Diğer yandan, Cengiz Bey sadece söz sanatına doğal biçimde güçlü bir yeteneği olan bir sanatçı değil, aynı zamanda orijinal düşünebilen bilgili bir aydın olduğunu kendi dönemi için güncel, siyasi, kültürel ve ahlaki meseleleri ele aldığı keskin, ilginç ve örnek makaleleri ile de gösterdi.
“Cemile”, “Al Yazmalım”, “Deve Gözü” ve “İlk Öğretmen” hikâyelerinden özel bir seçme eserler kitabı oluşturulup 1962 yılında “Povesti Gor i Stepey” (Steplerden Hikâyeler) adıyla yayımlandı. Bu kitap 1963 yılında Lenin Ödülü’nü almaya değer bulundu.
Lenin Ödülü SSCB’nin en yüksek devlet ödülü olup bilim ve teknolojideki yeni keşiflere, sanat, edebiyat ve arkeolojideki en önemli eserlere veriliyordu. Her yıl çok sayıda insana da verilmiyordu. Elbette, bu itibarlı ödülü almaya hak kazananların toplumdaki itibarı oldukça artıyordu.
Yine, Cengiz Aytmatov’a kadar hiçbir Sovyet yazarı 35 yaşında Lenin Ödülü’nü alabilmiş değildi. Bu ödül daha önce Merkezî Asya’nın Türk halkları yazarları arasından sadece Muhtar Avezov’a verilmişti.
Böylece, “Yüz Yüze” yayımlandıktan sonraki beş altı yıl içinde Cengiz Aytmatov’un şöhreti artmış, alev alev hızla yayılmış, çok uzaklara kadar gitmiş, itibarı aynı havaya fırlatılan bir roket gibi yükselmiştir. Kırk yaşına gelmeden dünya çapında ün kazanan Kırgız yazarı çok uluslu Sovyet edebiyatını yaratanların ön saflarına geçmiş, Moskova’nın sadece ilerici edebiyat muhitinin değil, en üst düzeydeki siyasi elit kesimin de sevgilisi olmuştu. Kendi içinden her yerde tanınan insanları henüz çıkaramamış olan Kırgız halkı için Cengiz Aytmatov’un adı ulusal bir gurura dönüşmüştü.
Rus dilinde böyle bir atasözü var. Bu sözün doğru olduğu Kırgız kültür hayatında C. Aytmatov örneği ile bir kez daha onaylandı.
Cengiz Bey dış dünyada “Kırgız harikası” olarak tanınsa da aynı ulustan olan bazı kalem arkadaşları tarafından dışlandı. Mesela söz konusu dönemde Kırgız yazarları arasında aşağıdaki gibi dedikodular dolaşıyordu.
O dönemde Kırgız edebiyatının saygıdeğer büyüğü Aalı Tokombayev (1904-1988) ciddi bir tavırla: “Aytmatov’a gerçek bir yazar denemez, orta bir hikâyeci diyebiliriz.” demiş. Diğer bir büyüğümüz Tügölbay Sıdıkbekov şöyle demişmiş: “Cengiz şırfıntı bir gelini görkemli bir şekilde betimleyip edep ve ahlakı bozuk Batı dünyası tarafından beğenildi.” Yakınlarda, C. Aytmatov’un dostu olan ünlü dramacı Toktobolot Abdumomunov (1922-1992) şöyle demiş: “Cengiz sabunun köpüren bir köpüğüdür, göreceksiniz, hızlı bir şekilde fos edip inecek.”. Yine ünlü bir yazar Şükürbek Beyşenaliyev (1928-2001) işte şu düşüncesini sık sık dile getiriyormuş: “Aytmatov Kırgız hayatını Moskova’nın eleştirmenlerine uygun bir şekilde yazan bir Rus yazarı. Doğru, eserlerini kendisi Rusça yazıyor ancak ünlü Rus yazarlarına düzelttiriyor ve sonuna “Kırgızca-dan tercüme” diye yazdırıyor. Rusça yazdıklarını kendisi Kırgızcaya tercüme ediyor ancak bunların dili çok zayıf.”
(Böyle dedikoduların boş yere çıkmadığı daha sonra yazılı basında yayımlanan hatıra materyallerinde rastlanan, bize tanıklık eden bazı ifadeler aracılığıyla doğrulanmaktadır. Örneğin, yazar Asanbek Stamov “Bozuk Bıldırcınlar” isimli hatıratında (Kırgız Tuusu, 19 Eylül 1992) A. Tokombayev’in: “Aytmatov yazar değil, sadece iyi bir gazeteci… Aytmatov’u siz bir tanrı gibi görüyorsunuz, biliniz ki, Kırgız toprağında yetişmemiştir, Kırgız edebiyatı tarihinde iz bırakmayacaktır.” dediğini kendi kulağıyla duyduğunu belirtir.6
Ünlü nesirci Kaçkınbay Osmonaliyev (1929-1992) ile karşılaştığımız yerlerde sohbet ederdik. O, yazarlığa yatkın, konuşmasını, eski Kırgız hayatını iyi bilen bir kalem erbabıydı. Maalesef, onun bilgisi zayıf, estetik zevki eksikti. Kendisini C. Aytmatov’dan eksiği olmayan yetenekli bir insan olarak kabul etmişti bu açıkgöz insan genelde: “Ben Rus dilini iyi bilmiyorum ya, kör olasıca, deyip içindeki arzusunu dile getirirdi. – Eğer Rusçayı Cengiz gibi bilseydim, dünyada belki ondan da iyi tanınırdım!”
İşte bu şekilde düşünen, düşündüğünü bazen açıkça söyleyen Kırgız yazarları az değildi. Bu tür konuşmalar yapıldığını duyduğumda ben doğrudan atılır: “Rusya’yı bir kenara bırakalım, şu bizim Kırgızistan’da da kendileri Rus, ana dilleri Rusça olan yığınla yazar var, ancak onların hiçbiri Aytmatov gibi bir sıçrama yapamıyorlar.” derdim.
Kısacası, Kırgız yazarların bir çoğunun kafasında Cengiz Aytmatov’un