Muhterem Ateş

Kutlu Ant


Скачать книгу

      Muhterem Ateş

      Kutlu Ant

      Takdim

Bir Yazar Bir EserHasan KALLİMCİ

      Sözlü kültürü benimsemiş bir milletiz. Konuşmayı çok seviyoruz fakat “okuma ve yazma” ile aramız nedense limoni. Özellikle yazma konusunda çok tembeliz. Bu yüzden nice hatıra, bilgi, efsane, türkü, destan, tecrübe… unutulup gidiyor.

      Çok değil yüz-yüz elli yıl öncesine dönelim. Yemen’den Kafkasya’ya, Trablusgarp’tan Balkanlara uzanan o acılı günlerden elimizde ne kaldı? Çanakkale ve İstiklâl Savaşları ile ilgili, bu büyük zaferleri anlatan kaç ciddi eserimiz var? Kaç dört başı mamur film yapabildik? Kaç devlet adamının, kaç sanayicinin, kaç sanatçının hatıratı var? Yarınlara, tecrübe, kültür, sosyal hayat tespitleri… konularında yazılı olarak neler bırakıyoruz?

      Bu soruları zihninde taşıyan ve yazmaya uzak duruşumuzun getirdiği ve ilerde yaşatacağı sıkıntıları içinde duyan bir kişi olarak ömür boyu yazdığım gibi, çevremdekilere de yazmalarını teşvik ettim.

      Muhterem Musa ATEŞ, ilkokul birinci sınıfta okuttuğum öğrencilerimden biriydi. Yıllar sonra beni arayıp bulduğunda onu; okuyan, araştıran, donanımlı bir kişi olarak tanıdım. Karaçay-Malkar Türklerinden, Kafkasya’dan 20. yüzyılın başlarında Türkiye’ye göç etmiş bir alenin çocuğu idi. Karaçay-Malkar Türkleri, yaşadıkları coğrafya olan Kafkaslarda, 2. Dünya Savaşı yıllarında Ruslar ve Almanlar arasında, 1943 yılında sürgün edildikleri Orta Asya steplerinde, esir kamplarında, Drau Nehri kıyılarında çok acı çekmişlerdi. Bütün bunların yazılması, edebiyatın çeşitli dallarında işlenmesi ve sinema sanatında da sergilenmesi gerekiyordu. Sonra göç dalgası başladı. Türkiye’ye, Suriye’ye, Arabistan’a, Avrupa’ya, Amerika’ya… Birkaç yüz bin ile ifade edilen Karaçay-Malkar Türkleri, sayı olarak çoğunluğu Kuzey Kafkasya ve Türkiye’de olmak üzere yeryüzüne serpilmiş durumdadırlar. Yaşadığı topraklardan, akrabalarından, sevdiklerinden ayrılması insanın ruhunda nasıl onulmaz yaralar açar tahmin edersiniz fakat onu asıl yaşayanlar bilir.

      Muhterem Musa ATEŞ, yazmanın bir sorumluluk, bir görev olduğu bilinciyle KUTLU ANT adlı romanını yazdı. İlk eseri, ilk romanı olmasına rağmen başarılı bulduğum bu çalışmasında; Karaçay-Malkar Türklerinin dününü ve bu gününü, Türk tarihini, kültürünü, askeri hayatını kaynaştırarak “yarı bilim kurgu” bir tarzda işledi. KUTLU ANT; Karaçay-Malkar Türklerinin edebiyat sahasında yerini alacaktır.

      Muhterem Musa ATEŞ’i tebrik ediyorum. Yaptığımız sohbetlerde onun yazacağı nice eserlerin sancısını çektiğini hissediyorum. Bu tür eserleri okudukça, Karaçay-Malkar Türklerinin içinden nice yazarlar ve sanatçıların doğacağı, nice eserlerin üretileceği umudunu da taşıyorum.

      Okuyanlara, yazanlara, üretenlere, üretenleri destekleyenlere; eserleriyle bizimle ilgili ne varsa yarınlara taşıyıp Büyük Türk Milletinin yaşaması yolunda omuz verenlere selam olsun!

      Önsöz

Muhterem Musa ATEŞ

      Birkaç yıl önce yazar Sayın Hasan Kallimci ile bir telefon görüşmesi yaparken ülkemizde kutlanan Hıdırellez şenliklerinden söz açıldı ve Gökçeyayla Köyü’nde 1971 yılının altı mayısında kutlanan hıdırellez gününü konuştuk. O yıl ilkokul birinci sınıftaydık ve öğretmenimiz Sayın Hasan Kallimci idi. Tüm köy halkının katılımıyla, büyük bir alanda toplanarak at yarışları, güreş, koşu, “kol taş” denilen bir çeşit gülle atma oyunu gibi müsabakalar yapılmış, çok şenlikli bir gün geçirmiştik. Öğretmenimle o güne ait hatıralarımızı telefonda konuştuktan sonra bana; “Köyünüzdeki hıdırellez kutlamalarını yazıp kayıt altına alsan iyi olur.” dedi. Ben de anneme ve babama, onların gençliklerindeki hıdırellez kutlamalarının nasıl yapıldığını da sorarak, bazı notlar aldım. Daha sonra hıdırellez şenliklerini, Türk dünyasında kutlanan nevruz şenlikleriyle birleştirerek daha geniş bir yazı yazmaya karar verdim. Böylece ortaya Kutlu Ant çıktı. Bu kitabı yazarken; İslam öncesi Türk kültürünü, özellikle Karaçay-Malkar Türkleri’nin maddi ve manevi kültürünün tanıtılmasını amaçladım. Bin sekiz yüzlü yılların sonlarında Kuzey Kafkasya’dan Osmanlı topraklarına göç ederek Eskişehir, Konya, Afyon, Tokat, Sivas, Kayseri gibi şehirlere yerleşen; oralardan da Andolu’nun ve dünyanın dört bir yanına dağılan Karaçay-Malkar Türkleri’nin adetleri, düğünleri, şarkıları, atasözleri, masalları vs. kısacası maddi ve manevi kültürü; fazla bozulmadan bugüne kadar korunagelmiştir. Karaçay-Malkar Türkleri’nin köklü kültürü ile konuşulan dilin (Kıpçak lehçesi) binlerce yıl öncesi Türkçe’nin en temiz örneklerinden olması ve zengin yazılı-sözlü edebiyatı bu çalışmada esas kaynağım oldu. Kitapta geçen; Kan Emici Emegen, Saruvbek, Obur, Ağaç Kişi, Eliya, Goriy, Apsatı gibi tabiatüstü varlıklar, Karaçay Türkleri’nin mitolojik kültürünün parçalarıdır. Bu konularda Karaçay Türkleri’nin destan, şarkı, masal, hikaye vb. bir çok yazılı kaynağı mevcuttur. Sözkonusu mitolojik kültür, binlerce yıl öncesinden gelen Türk (Hun) kültürünün yansımasıdır.

      Kitapta kullanılan bazı isimlerin orijinal hâllerine eklemeler yaparak yeni kelimeler türettim. Mesela; Dîvânü Lûgati’t-Türk’te “orun” kelimesi mekân, yer, mevkî anlamlarında kullanılmıştır. Aynı eserde “ordu” kelimesi; “Türk kağanların oturduğu şehir” anlamındadır. Karaçay Türkleri bugün de “orun” kelimesini aynen Dîvânü Lûgati’t-Türk’teki yazılışı ve anlamıyla kullanmaktadır. Örneğin; “Orunun bilgen orun alır = Yerini bilen yerini alır” atasözü, Karaçay Türklerinde günümüzde de kullanılır. Ben bu iki kelimeyi yani “orun” ve “ordu” kelimelerini bitişik yazarak, “Orunordu” yaptım ve romanda geçen başkentin ismi oldu. Kitapta bu şekilde örnekler çoktur ve yapılan değişiklikler kelimenin orijinal hâlini çağrıştırıcı niteliktedir.

      Bu çalışma ile İslamiyet öncesi Türk hayat tarzı ile birlikte Karaçay-Malkar Türklerine ait bazı inanışları, töreleri ve yaşam biçimini canlandırmaya çalıştım ve bu konu ile ilgili yazılı eserlere bir yenisini eklemek istedim. Ancak hatalar ve eksikler olacaktır.

      Bu çalışmamda Sayın Hasan Kallimci hocam, kitabı defalarca okuyup inceleyerek ve gerekli düzeltmeleri yaparak, bana büyük destek verdi, kendisine müteşekkirim.

      Yine bu kitabı inceleyerek hatalarımı düzelten, desteklerini esirgemeyen Elbruz Bilim ve Kültür Araştırmaları Topluluğu Başkanı Sayın Profesör Doktor Ufuk Tavkul hocamız ile kitabın basımında büyük emeği olan Sayın Ufuk Tuzman kardeşime ayrıca teşekkür ediyorum.

      Aynı şekilde, kitabı okuyarak gerekli düzeltmeleri yapan aile dostumuz Fatma (Mersule) Esas’a, eşim Gülay Ateş’e ve kardeşim Murat Ateş’e de ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

2014-İzmir

      Nartlana’dan Orunordu’ya Yolculuk…

      Hunnuçay Ülkesi’nin Nartlana Kenti’ndeki Kanglı Tümeni’nde görev yapan Talayhan Tigin, bugünlerde kendini yorgun hissediyordu. Güz ayları gelip de yapraklar dökülmeye başladığında, çocukluğundan beri böyle yorgun ve hüzünlü olurdu. Başkent Orunordu’da yapılacak Güz Kurultayı’na1 katılmak için ertesi gün yola çıkılacaktı. Talayhan, bu uzun yolculuğa çıkmak için isteksiz olsa da kurultaya katılması zorunlu olduğundan; yardımcısı ve sütkardeşi Baybatır’a, sabah erkenden yola gidileceğini, araba ve atların yol hazırlığının erkenden yapılması gerektiğini söyledi. Baybatır hemen hazırlıklara başladı. Arabanın dış keçe örtüsü direklere sıkıca bağlandı, tabana da keçe halılar serildi.

      Hunnuçay halkının yaşantısını kolaylaştıran bu arabalara, “oturma arabası” veya “keçe arabası” denirdi. Bunlar, atları ve arabalarıyla ünlü Nartlana Kenti’nde yapılıyordu. Bu şehirde hemen hemen her erkek, araba yapım ustasıydı. “Nartlana’da araba ustası bulunmaz, çünkü herkes araba yapmasını bilir.” atasözü yaygındı.

      Talayhan’ın yardımcısı Baybatır, askerlerine; “Koyunun kürek kemiğini2 yanınıza almayı unutmayın! “Kemik falına”3 bakmak için gerekli olacak!” dedi. Yol hayli uzundu ve geceleri de yola devam edilecekti. Bu sıralar gece yolculukları da tehlikeliydi. Talayhan da, Islavorus ve Çınakıtay devletleri ile işbirliği