Muhterem Ateş

Kutlu Ant


Скачать книгу

href="#n6" type="note">6 ve üzerinde kara yamçısı7 ile Talayhan’ın karşısına dikildi. Nartbilgiç, “Talayhan Tigin! Bu acunda8 büyük ve ızdıraplı bir aşkın tutsağı olacaksın! Izdırabın ancak uçmağa vardığın9 zaman bitecek! Sana ve çok yakında karşılaşacağın Hunbiyçe’ye “hıynı”10 denilen kara büyü yaptırdılar. Halk düşmanı büyücüler, sevenleri ayırmak, insanların yaşamlarını Tamu11 denilen Cehennem’e çevirmek için; bir adı da “hıynı” olan kara büyü yaparlar. Bunu, genellikle Kucurbet’ler kabilesinden çıkan kötü ruhlu kişiler yapar. Bunların hıynıçı, halmeşçi, obur, kımsaçı gibi değişik adları vardır. Bunlar, seninle Hunbiyçe’yi birbirinize kavuşturmamak amacıyla Hunnuçay’da Cek, Yerlik Ruh gibi isimlerle anılan kötülüklerin başçısı Erlik Han’a12 hasta ve sakat bir keçiyi boğarak kurban ettiler. Bu halk düşmanı Yerlik Ruh, Göklerin on yedinci katında yaşayan Kayrahan Tanrı tarafından lanetlenerek göklerden kovuldu ve yerin yedi kat altına sürüldü. Hep kötülükler peşinde koşan Yerlik Ruh, kara yerin altında, demirden yapılan kapkara bir sarayda yaşar. Karanlıkların sonsuzluğunda yaşamayı seven kötülükçü Yerlik Ruh, bazen yeryüzüne çıkarak düzeni ve barışı bozmaya çalışır. İşte bu kara büyücüler, kötülükçü Yerlik Ruh ile işbirliği yaptılar. Boğarak öldürdüleri keçinin “kara içegi”13 denilen bağırsaklarını ayırarak garip garip dualar okuyup düğümler attılar. Bu kara büyücüler, büyük aşkınıza engel olamayacaklar ama bu dünyada birbirinize kavuşmanızı engelleyecekler”.

      Nartbilgiç, İlörgi Saray’ın baş kamıydı, Hekimlik, otaçılık ve ozanlık yapan kamların din adamlığı görevleri de vardı. Hastalarını dualarıyla da iyleştirir, aynı zamanda geleceği okumaya çalışırlardı. Yıllar önce İslavorus ve Hunnuçay orduları arasında geçen Kasavkanlı Savaşı’nda, kahramanca savaşırken İslavorus ordusuna esir düşmüş, İslavorus askerleri ona inanılmaz işkenceler yaptıktan sonra, bir ağaca asıp gitmişlerdi. Talayhan ve askerleri, Nartbilgiç’i gözleri oyulmuş ve vücuduna yüzlerce ok saplanmış halde bulmuşlardı. Nartbilgiç’in bedenine öyle çok ok atılmıştı ki; oklar onun iri yarı vücuduna daha da ağırlık yapmış, asıldığı kalın çam dalı bile eğilmişti. Onu bulduklarında ayakları neredeyse yere değmek üzereydi. Talayhan o günden sonra üç gün üç gece hiçbir şey yememiş içmemiş, bu süre içinde gözüne uyku girmemişti. Nartbilgiç’in vasiyeti vardı; öldüğünde Orunordu’daki Ayterek Ağacı ile Karakoban Nehri’nin arasına gömülmesini, yamçısının ve başlığının da Karakoban’a atılmasını istemişti. Talayhan, Nartbilgiç’in vasiyetini geçmiş yıllardan, yani İlörgi Saray’dan biliyordu. Talayhan baş kamın son isteğinin yerine getirilmesinde öncülük etmişti…

* * *

      Talayhan irkilerek uyandı, Nartbilgiç’in konuşmaları kulaklarında çınlıyordu. Yere baktı, göğe baktı; sağa-sola baktıysa da kimseyi göremedi. Aklı karışan Talayhan, sanki karşısında biri varmış gibi konuşmaya başladı. Biraz sonra da bitkin bir halde dışarı çıktı, sütkardeşi Baybatır’a sordu:

      – Sen de bazı sesler duydun mu?

      –Evet! Az önce odanda sanki biriyle konuşuyordun! Tamamını anlayamadım fakat, ‘Yüreğime od düşecek! Bu acunda sevgilime kavuşamayacağım! Ancak bengü hayatta… Kara Büyü…’ gibi sözler işitir gibi oldum. Son günlerde çok fazla uykusuz kaldık, yorulduk. İnsan böyle olduğunda kulağına garip sesler gelebilir, gözüne garip yaratıklar görünebilir.

      Bu durum Talayhan’ın hoşuna gitmedi, gece yarısında gökyüzünü seyretmek için dışarı çıktığında da, bir yıldız kayması görmüştü. Çocukluğunda İlörgi Saray’da duyduğu; “Hunnuçay’da yıldız kayması olduğunda; arkasından uğursuzluk yaşanacağı veya birinin öleceği” ile ilgili hikâyeleri hatırladı, canı sıkıldı…

      Tan yeri yeni ağarmaya başlamıştı. Acele yola çıkılması gerekliydi. Baybatır’ın hazırlattığı arabaya dört at koşuldu ve iki asker ile birlikte hemen yola çıktılar. Kentin çıkışına yakın bir sokaktan geçerken, sırtında büyük deri tulumuyla aksaya aksaya giden yaşlı bir kadın ve biraz önde de yine yaşlı bir erkeğin yavaş yavaş yürümekte olduğunu gördüler. Baybatır, arabayı durdurup konuşmak istediyse de vazgeçti. Talayhan’a dönerek sordu;

      – Bu saatte bu yaşlı insanların sokakta ne işi var acaba? Hunnuçay’a sonradan gelen bazı ailelerin, Nartlana’nın bu bölgesine yerleştiğini öğrenmiştim, giyim kuşamları da değişik görünüyor. Kadının aksak oluşu ve buna rağmen yük taşıması garibime gitti. Üstelik adam kadının yanında yürümesi gerekirken önden gidiyor. O kadar da dar bir yol değil, Hunnuçay töresine uymayan bir görüntü bu.

      – Bana göre de bu iki yaşlı insan Hunnuçay’a sonradan gelip yerleşenlerden olabilirler. Dediğin gibi bu şehirde Hunnuçay’lı olmayan insanlar var. Ülkemizin birçok yerinde Hunnuçay’a başka ülkelerden gelip yerleşen halklar bulunmaktadır, dedi Talayhan ve devam etti.

      – Yurdumuzun hemen hemen her yerinde farklı halklar bir arada mutlu bir şekilde yaşamlarını sürdürüyorlar. Aslında bu beni gururlandırıyor Baybatır! Sen de biliyorsun ki, ülkemizdeki farklı halkların konuştuğu çok sayıda lehçe var. Bu yapımız bize güç veriyor, çok renkli bir zenginlik olarak görebiliriz bu durumu. Köklü bir töreye sahip oluşumuzda, bu farklılığın etkisi büyüktür. Komşularımız olan Islavorus ve Çınakıtay devletlerinde kendilerinden olmayan halklara köle muamelesi yapıyorlar. Esirlere bile işkence ediyorlar Baybatır! Oysa bizim yurdumuzda böyle insanlık dışı olaylar hiçbir tarihte görülmemiştir.

      – Evet, o ülkelerde tutuk evleri olduğunu duymuştum. Bizim ülkemizin tarihinde böyle bir şey olmamıştır, gerek duyulmamıştır, dedi Baybatır.

      – Hunnuçay halkı sonsuza kadar mutlu yaşayacaktır! Buna inanıyorum, dedi Talayhan.

      – Bir atlı erkek, yaya bir kadının yanından geçiyorsa attan inerek o kadını selamlaması gerekir mi Tiginim?

      Baybatır’ın bu konuları bildiği halde, konuşmayı uzatmak istemesini anlayan Talayhan, “Elbette atından inmelidir. Hem daha kadının yanına tam yaklaşmadan bunu yapmalıdır!” diyerek bu konuyu kapattı. Baybatır yiğit bir komutandı, Orduda, bütün silahları en iyi şekilde kullanabilen, at dörtnala koşarken geriye ok atıp da hedefi saptırmayan keskin nişancı komutanların başında geliyordu. O savaşlarda; aslan gibi yürekli ve kurt gibi kuvvetli oluyordu. Talayhan bu yüzden ona çok güvenirdi.

      Talayhan’ın Eski Bir Anısı: Börükaya ile Culduz…

      Atlı araba, hızlı bir şekilde dağ yoluna çıktı. Uzun bir süre, belki de akşama kadar bu dağ yolundan gidilecekti. Talayhan yol boyunca korkunç uçurumlara baktıkça, Başkent Orunordu, çocukluk arkadaşı Börükaya ve Kara Sın Uçurumu’nun derinlikleri canlandı gözünde. Börükaya, Orhunuya Eli’nden idi, aynı zamanda Ayçakün Katun’un akrabasıydı. Börükaya ile birlikte at yarışı yaptıkları sırada, ölüm uçurumu kenarında ölümden döndüklerini anımsadı. O gün gök bulanıktı. Kuşlar ve kurtlar çok garip sesler çıkarıyordu. Karakoban Nehri de çıldırmış gibiydi, azgın köpüklerle akıyordu. Tabiatta bir hırçınlık vardı. Sis her yanı kaplamıştı. Talayhan ve Börükaya son anda uçurumu fark edip kendilerini kenara