oyun ile başladı. O gece Culduz her ne kadar neşeli görünmese de sabaha kadar yapılan tüm oyunlara kalktı. Bazen istemediği halde onu ısrarla dansa kaldırıyorlardı. Çok güzel dansediyordu; güzelliği, zarafeti ve asaleti o gece bir kat daha büyüledi beni. Culduz, Hunnuçay’da oynanan oyunlarımızı çok iyi biliyordu. Bu arada Ak Sakallı Elkırgan Kam ile aramızda geçen konuşmalar da aklımı kurcalayıp duruyordu, ona haksızlık yaptığımı düşündükçe üzüntüm artıyordu. Acaba anlatacakları neydi? Konuşmasına engel olduğum için kendime kızıyordum. Elkırgan, belki Culduz hakkında konuşacaktı. Ak Sakallı Kam bana, ‘Gökyüzüne bakınca ne görüyorsun?’ diye sorduğunda; bir şeyler söylemek istediğini düşünmeden onu susturmuş ve üzmüştüm. Ben sadece düşüncemi anlatmak istemiştim ama zamanını doğru seçememiştim. Oysa misafirdim, üstelik yaralıydım. Beni tedavi etmeye gelen bir kam’a böyle davranmamalıydım.
O gece benim için düzenlenen toy sabaha kadar sürdü, gece yarısından sonra hava iyice soğuyunca, içeriye geçtik. Eğlence geniş odalı evlerde devam etti, oyunlar oynandı. Bu arada ben Culduz ile konuşmaya çalışıyordum. Daha doğrusu o gizemli sesini duymak istiyordum. Hüzünlü bir hâli vardı, genellikle susuyordu ve kısa konuşuyordu. Bir ara Malkarbiy’i dışarıya çağırıp; ‘Bu kız çok acı çekmiş gibi duruyor, sebebi ne olabilir?’ diye sordum. Malkarbiy de, ‘O annesiz büyüdü, yani üvey annenin elinde zor bir yaşamı oldu. Umut ediyorum ki senin sevgi dolu yüreğin Culduz’un bu haline iyi gelir,’ dedi. Ertesi gün sabah erkenden Çegembay’dan ayrılırken aklımı ve yüreğimi Culduz’un o güzel yüzündeki mahzun bakışlı ela gözlerinde bırakıyordum…
O günden sonra Çegembay Eli’ne sık sık gittim. Tabi ki hep Culduz’u görmek için gidiyordum. Her gidişimin dönüşü acı veriyordu bana. Maymun Yılı’nın22 Karakış23 ayında yine Çegembay Eli’ne, Malkarbiyleri ziyarete gitmiştim. Gece gelen misafirler arasında Yaşlı Elkırgan da vardı. Ben daha önce aramızda geçen konuşmalardan dolayı Elkırgan’a karşı mahcup idim. Malkarbiy, Culduz’u yine benimle görüştürmek için çağırtmıştı ama gelmedi. Ben kızın gelmesini Elkırgan mı önledi diye düşünürken o, yanıma gelerek yaralarımın iyileşip iyileşmediğini sordu. Çok iyi olduğumu söyledim ama Elkırgan ısrarla bana; ‘İyi değilsin! Sanki yüreğinden kan damlıyor, yüreğindeki yara hiçbir zaman iyileşmeyecek gibi görünüyor!’ dedi. Ben yine neye uğradığımı şaşırdım fakat bir şey diyemedim. Sonra yine bana Culduz’un gelmeyeceğini, onun da bu gece ateşler içinde hasta yatağında beni sayıkladığını söyledi. Elkırgan sanki gözüyle görmüş gibi, ‘Dün gece Culduz’ların evlerinin tepesinde bir baykuş sabaha kadar öttü. Culduz’un babası, evinin temelini yaparken, bir kara taş kullanmıştı. Bu taş o eve hep uğursuzluk getirdi. Culduz’ın annesi de daha dün sabahın erken saatinde komşusuna ocaktan ateş vermiş. Sabahları birine ateş vermek uğursuzluktur bunu bilir misin? Bunların hepsi o eve gelecek felaketlerin habercisiydi Börükaya!’
Elkırgan bana bunları anlatıyordu ama, ben yine onun kafası karışmış diye düşünüyordum. Culduz o gece aniden hastalanmış, sabaha kadar ateşler içinde kıvranmış, bu yüzden Malkarbiy’lere gelememişti. Eğer Culduz o gece gelseydi, evdeşim olması için ondan söz alacaktım. O da bunu biliyordu. Bana, ‘Kırk gün sonra Çegembay Eli’nde bir av töreni yapılacak, akşamında da büyük bir toy-şölen olacak, o gün gelebilirse gelsin!’ diye haber göndermiş.
Ertesi gün erkenden Malkarbiy ile vedalaşarak atıma atlayıp yola çıktım. Hava oldukça soğuk idi. Gün ortasına doğru Çegembay Dağları’nı güçlükle aşmaya çalışırken bir duman kokusu aldım. Merak edip yaklaştığımda bir mağaradan dumanlar çıktığını gördüm. Mağaraya gittiğimde Ak Saçlı Elkırgan ile karşılaştım ve büyük bir şaşkınlık geçirdim. Daha dün gece Malkarbiy’lerin evinde birlikteydik. Buraya nasıl gelebilmişti bu yaşlı adam? Aklımı yitirmek üzere olduğumu düşündüm, içimi korku kapladı. Elkırgan, “Sölgentaşlık Mağarası’na hoş geldin” diye davet edince içeriye girdim. Mağaranın içi temizdi. Üst kısımlardaki küçük deliklerden sızan ışık içeriyi aydınlatıyordu. Dip tarafta, tomruklardan örülmüş ve sarı toprak ile sıvanmış iki büyük sedir vardı. Bu sedirlerin üzeri kartal ve geyik desenli keçe halılar ile örtülmüştü. Yan duvarlarda da yine geyik, boğa, dağ keçisi ve at desenli keçe halılar ve hayvan postları vardı. İki sedirin arasında ise işlenmiş koyun derisinden kürkler ve deri elbiseler asılıydı. Belli ki Elkırgan, burayı da mesken tutmuştu. Yaşlı Kam, oturup biraz dinlenmemi istedi. ‘Akşamdan sonra, bu karlı dağlarda yolculuk yapılmasının tehlikeli olduğunu, biraz ilerideki Kökboyunlu Geçidi’ni aşmamın çok zor olduğunu, mağarada geceleyebileceğimi, yeteri kadar yatacak yer, örtü ve yiyeceğinin olduğunu’ söyledi. Çok geçmeden kar da yağmaya başlamıştı. Hemen ardından boran ve fırtına göz gözü görmez hale getirdi. Elkırgan, ‘Artık yola çıkmamın mümkün olmadığını, beni misafir edeceğini’ söyledikten sonra, dışarıda kalan atımı bitişikteki diğer mağaraya götürdü. Ben mağaranın duvarlarına kazınmış savaş arabalarını, kartal ile avlanan avcı ile geyik ve at resimlerini inceliyordum. En çok dikkatimi çeken, ‘aşık kemiği24 oyunu oynayan biri kız, biri erkek iki gencin resmiydi. Aşık kemikleri taşın üzerine o kadar güzel işlenmişti ki gerçeğinden ayırt etmek imkansızdı. Sanki dağ keçisinin aşık kemikleri alınmış, buraya yapıştırılmıştı. Resmin altında, ‘İskitaylı Aşkuzuk’ yazıyordu. Elkırgan içeri girince sordum; ‘Bu kaya resminin altındaki yazı, resmi yapan sanatkâr kişinin adı olmalı.’ diye sordum. Elkırgan da; ‘Evet öyle olmalı, herkes öyle biliyor, ben de senin kadar biliyorum. Bakıyorum hayran kaldın yerime! Sen bir de mağaranın tavanına bak!’ dedi. Heyecanla baktım; bir kadın resmi işlenmişti mağaranın tavanına. Bu resimdeki yüz Culduz’un yüzüydü. Hemen yanına bir yıldız resmi kazınmıştı. Yıldızın ve kadın resminin hemen altında da şu yazı vardı: ‘Maen Şulpaen! Utukün edgeç!’ Bu yazının anlamını yine Kam Elkırgan’a sordum, ‘Ben Çolpan Yıldızı!25 Güneşin kızkardeşi!’ demektir dedi. Birden gözlerim karardı, vücudumun soğuduğunu hissettim. Mağarada her şey dönüyordu, ayakta zor tuttum kendimi…
Biraz önce de anlattığım gibi; birkaç yıl önce yaralanıp da Malkarbiylerde tedavi görürken, geceleri gökyüzüne baktığımda, Çolpan Yıldızı’nın yanında Culduz’un yüzünü görmüştüm. Şimdi yıldızlardan daha güzel olan Culduz’un yüzünü, mağaranın tavanında görüyordum. O güzel yüz, mucizevi bir şekilde taşlara kazınmıştı. Yaşlı Elkırgan’a, ‘Bu kızın resmi nasıl işlenmiş buraya?’ diyecek oldum ama konuşacak gücüm kalmamıştı. Hâlimi gören Kam Elkırgan konuşmaya başladı:
‘Sana sadece kızın yüzünün yanındaki yıldız hakkında biraz bilgi verebilirim! Yıldızdaki her köşenin bir anlamı var. Yıldızın köşeleri; yeri, göğü, havayı, ateşi, suyu ve toprağı simgeliyor. Ayrıca ortadaki boşlukta da güneş var. Yine her köşe ayrı birer yıldızı, bu yıldızların her biri de demiri, altını, gümüşü, bakırı ve adını hatırlayamadığım iki madeni temsil ediyor. Şimdilik bu kadar yeter! Bir zamanlar sana; ‘Şimdi anlatacaklarım seni üzecektir, lakin ben sana bunları anlatmalıyım!’ dediğimde konuşmama izin vermemiştin! Bugün, sana söyleyeceğim şeyler için sen kendi ayaklarınla buraya geldin! Bu resimler ve yazıların bu taşlara ne zaman kazındığını kimse bilmez, çok eskilere dayanır. Şimdi anlatacaklarımı iyi dinle! Misafirimsin, seni üzmek istemezdim. Başına gelecekleri yaşayarak da göreceksin ama bazı şeyleri sana anlatmakta daha da geç kalmamam gerekiyor. Yoksa hastalara şifa dağıtan ellerimde sihir kalmayacak. Börükaya! Umarım, bunları