Muhterem Ateş

Kutlu Ant


Скачать книгу

Hunnuçay’lı memleketini iyi tanımalıydı, atalarının yaptığı bu muhteşem eserleri çok daha küçükken bile öğrenmiş olmalıydı’ diye düşünmüşlerdir” diye aklından geçirdi.

      Yol uzundu, belli ki yorucu olacaktı. Talayhan da düşünceliydi. Nartlana Şehri’nden çıkmadan önce duyduğu, “Büyük bir aşkın tutsağı olacaksın! Yüreğine od düşecek!” sözleri ara ara aklına geliyor ve vücudunu sıkıntı kaplıyordu. Eğer bu garip sesleri duymasaydı, Baybatır ve bu yiğit iki asker ile yapılan yolculuk çok daha zevkli geçerdi. Talayhan’ın sıkıntılı hâlini gören Baybatır,

      – Tigin’im! Uzun yolculuklardan sıkılmazdın eskiden! Bu sefer sanki yolculuktan pek memnun değilsin, hoşuna gitmeyen bir durum mu var? diye sordu.

      – Doğrusu, biraz sıkılıyorum sütkardeşim Baybatır! dedi Talayhan. Ben böyle uzun yolculukları severdim aslında! Hunnuçay’ın neresinde seyahat edilirse edilsin şehir ve kasabaların güzelliği, insanların misafirperverliği, tabiatın muhteşem görüntüsü beni adeta büyülerdi. Ama nedense de Orunordu’ya gittiğime sevinemiyorum bu sefer!

      Üzerine resimler yapılmış bir kayanın yanından geçiyorlardı. Baybatır, o kayayı işaret ederek, – Bu yazılı ve resimli kayalar Hunnuçaylı’ların ne kadar sanatkâr ruhlu olduklarının açık göstergesidir. Halkımızın içinden yetişen yetenekli ve kutlu kişiler, geçmişin ve bugünün hatıralarını gelecek kuşaklara aktarmak için bu resimleri ve yazıları bengü taşlara kazıyorlar. Geçen yıl bizim El’de “atların tamgası töreni”35 yapılmıştı. O törene katıldım ama atların canlarının yandığını görünce biraz üzüldüm. Tamgalama işi bitince, tertiplenen şölende Göktanrı’ya kurbanlar kesildi, halka yemek verildi, dedi Baybatır.

      Yolculuk esnasında birçok konu konuşuluyor, atlar yorulmadıkça pek mola da verilmiyordu. Konuşmaya Talayhan devam etti.

      – Kayalarda gördüğünüz tamgalar da yazı ve resimler gibi toplumumuzun geçmişi ve bugünü için bilgi veriyor. Fakat bildiğiniz gibi Hunnuçay’da tamgaları sadece kayalarda değil, evlerimizin kapısında, kılıçlarımızda, keçeden yaptığımız halılarımızda, “kurgan” taşlarda ve daha birçok yerde görebiliriz. Tamga aleti, genellikle demirden yapılır ve ateşte kızdırılan alet, hayvanın vücüdunun belli bir yerine basılır. Hayvana acı verir biraz. Atlarımızdaki tamgalar genellikle sülalerin soy tamgalarıdır. Vücudunda tamga olan ata, kolay kolay göz değmez ve vahşi yaratıklar zarar veremez. Küçükbaş hayvanların tamgaları da “en” diye adlandırılır ve genellikle kulaklarında olur.

      – Küçüklüğümde bir masalda bazı büyük kayaların ikiye ayrılıp kapandığını duymuştum! dedi Baybatır.

      – Masalda duyduğunu söylüyorsun Baybatır! Demek ki sadece masalmış! Hunnuçay bir masal ülkesi değil midir zaten? Hayatımız da bu masallar gibidir. Bir varmışız, bir yokmuşuz, öyle değil mi Baybatır! Seninle aynı anadan süt emmişiz, sütkardeşi olmuşuz. Bu da gelecekte masallara konu olacak! Süt-kardeşliği çok önemlidir, kandaşlık, yani öz kardeşlik ile aynı değerdedir. Sütkardeşi olan bir kız ile bir erkeğin, töremize göre evlenmesi tamamen yasaklanmıştır, evlenemez! Cezası ölümdür! Tabi bunları bilmeyenimiz yok, konusu geçince konuşuyoruz o kadar. Yolumuz uzun Baybatır, aklıma gelenleri anlatayım; belki ilgini çeker. Yıllar önce Sümergeriy adlı bir kam’dan dinlemiştim; uzak bir yere seyahata gittiğinde, bir kaya üzerindeki şu yazıyı görmüş: ‘Bir insan çocuğunu sütanneye verirse ve bu çocuk da bir şekilde ölürse, bu sütanne de kimsenin haberi olmadan başka bir çocuğu emzirirse, töreye göre o kadının memeleri kesilir!’ Yani bir kadın, kimseden habersiz sütünü farklı çocuklara emzirirse, ileride bilinmeden sütkardeşler arasında bir evlilik sözkonusu olabilir. Bu çok tehlikelidir, bir felâket demektir! Onun için sütkardeşler birbirini mutlaka bilmeli, tanımalıdır.

      Yolculuk, sohbetle pek zevkli geçiyordu. Sözü bu kez Bay-batır aldı.

      – Sütkardeşliği tabi ki öz kardeşlikten farksızdır, elbette töremizdeki yeri de çok önemlidir. Demek ki başka ülkelerde de kanunları kayalara yazan budunlar36 varmış. Bu, hoşuma gitti doğrusu. Memleketimizdeki bazı yüksek kayalar kutludur, ‘Halk adına Göktanrı’ya hizmet ederler’ diye inanılır ve bu kayalara adaklar adanır. Biliyorsun; yağmuru yağdırmak, tarlalardan bol ürün almak, hastalıklardan korunmak için yapılıyor adak adama işi. Orunordu’da Kadav Taş adlı göklerden geldiğine inanılan kapkara bir kayaya adaklar adandığını, onun etrafında el ele tutuşarak şarkılar söylendiğini, danslar yapıldığını çocukluğumuzda kaç kez birlikte görmüştük. Hunnuçay’a kıtlık, açlık gelmemesi için sık sık Kadav Taş’a dualar edilir, adaklar adanırdı.

      Talayhan, Baybatır’ın bilgili bir komutan olduğunu biliyordu, onun anlattıkları hoşuna gitmişti. Baybatır’a dönerek;

      –Hunnuçay’da bahsettiğin ele ele tutuşarak şarkılar söylenmesi, çocukluğumda benim de çok hoşuma giderdi, dedi. Senin anlattığın Kadav Taş’tan başka; Eliya Kaya ve Çoppa Taş’ın etrafında da aynı şeyler yapılırdı. Biliyorsun Hunnuçaylıların “bereket tanrısı” Çoppa’dır. Yine Eliya da gök hareketlerinden; yani yağmur, bulut ve şimşek gibi olaylardan sorumludur. Her ikisi de Göktanrı’nın yardımcıları olan tabiatüstü varlıklardır. Halkımız; acılarını, kıvançlarını, oyunlarını, şiirlerini kısacası yaşam biçimini, gelecek nesillere şarkılarla aktarmıştır. Binlerce yıl sonra dahi şarkılarımız dillerde olacak. Bizler dokuz katlı gök aleminde bu şarkıları dinleyeceğiz. Senin de bildiğin gibi Hunnuçay’lı zirveleri hep kutlu bilmiş. Sadece ucu göklere uzanan taşları değil, dağları ve ağaçları da kutlu bilmiş. Mavi göklerin, kara yerin, dağların, taşların, suların ve ormanların ayrı ayrı koruyucu ruhları olduğuna inanmış. Kötülükler, kıtlık ve hastalıklar gelmesin diye bu ruhlara adaklar adamış, kurbanlar kesmiş. Hunnuçay’lı güneşi, ayı ve yıldızları yöneten Tanrı’yı gökte bilmiş. Bengü hayatta, göklerde yaşamak, sevgiliye kavuşmak, yani kat kat göklerde yaşadığına inandığı Göktanrı’sına ulaşmak istemiş. Tabi ki canlılar için tehlikelerden korunmanın en iyi yollarından biri de yükseklerde olmaktır. Bu da işin bilinen bir kısmı…

* * *

      Orunordu’ya iki günlük yol kalmış, atlar da yorulmuştu. Navruz Onbaşı, yanına aldığı “cavrun kalak”37 da denilen koyun kürek kemiğine bakmaya bugün gerek görmemişti. Önceki gün kuşluk vakti kemiğe bakmış; “Arkada herhangi bir tehlike olmadığını, geriden takip edilmediklerini” söyleyerek tekrar deri torbanın içine koymuştu…

      Günortasında, Uçkulankök Vadisi’nden geçiyorlardı. Biraz ileride bir taş yığının üzerinde hareketlilik olduğunu farkettiler. Yaklaştıklarında başında başlıkları, ayaklarında dizlerine kadar uzayan deri çizmeleri ve üstlerinde de yamçıları olan üç kişi ile karşılaştılar. Talayhan arabanın durdurulmasını söyledi, birlikte arabadan indiler ve onlarla tek tek selamlaştılar. Talayhan adamlara “nerelisiniz” diye sordu.

      Yaşça diğerlerinden büyük olduğu anlaşılan kırsakallı adam;

      – Biraz ileride birbirine yakın İskitav, Canbalık ve Karaçuk adlı üç uluş var, her birimiz ayrı ayrı bu “uluş”38 dediğimiz köylerden geldik.

      – Ne yaptığınızı öğrenebilir miyiz? dedi Talayhan.

      – Burası bir Obur’un mezarıdır, son günlerde bununla ilgili şikâyetler çoğaldı. Geceleri mezardan kalkıp, kedi kılığına girdikten sonra, köylerimize kadar gelip