type="note">40 ve “cörme”41 var. Bu yiyecekleri size verelim, yolda yersiniz,” dedi. Talayhan “Keçeli arabada her şeylerinin olduğunu” söyleyerek köylülere teşekkür etti ve vedalaşarak ayrıldılar.
Karşılaştıkları bu insanların yapmaya çalıştıkları Talayhan’ın biraz tuhafına gitmişti. Obur dedikleri, aslında bir insandı, mezarına kazık çakarak onu zararsız hale getirmeye çalışmalarını düşünerek gülümsedi ve Baybatır’a dönerek,
– Bu yamçılı adamlara ne diyorsun? Obur’u etkisiz hale getirebildiler mi sence? Daha önce böyle bir şeyle karşılaştın mı?” diye sordu.
– Böyle şeyler küçüklüğümüzde konuşulurdu, Obur masalları çok söylenir, bazen çocukları onunla korkuturlardı, dedi Baybatır.
– Dağda bayırda karşılaştığımız insanların şu misafirperverliğine bakın! Bu konukseverlik gurur verici bir şey. Zaten Hunnuçaylı’ların en büyük özelliği; konukseverliği değil midir? Halkın konukseverliği “konaklık” adıyla kurumlaşmış ve en büyük kültür zenginliğimiz olmuştur, dedi Talayhan.
Baybatır, Talayhan’ın sözlerine karşılık verdi ama Talayhan onu dinlemiyordu, bir anda içine garip bir sıkıntı doğmuştu. “Atlar da biz de yorulduk, bir an önce Debetcurt Kenti’ne girsek” diye düşünürken, “Büyük bir aşkın tutsağı olacaksın! Sevgiline, ancak uçmağa vardığın zaman kavuşabileceksin!” seslerini yine duyar gibi oldu. Sanki sesler gökten geliyordu. Arabadakilere göz ucuyla baktı, hiç kimsede ses duymuş bir durum görünmüyordu. “Galiba yorgunluktan kısa süreli de olsa uyukladım, rüya görmüş olmalıyım.” diye düşünerek kendini rahatlatmaya çalıştı…
İlk Baskın
Atların kulaklarını dikleştirmesinden uzaklarda da olsa önde bir hareketlilik olduğunu anlayan Onbaşı Kumukbek, arabayı durdurdu. Arabanın aniden durması Talayhan’ın hoşuna gitmemişti, Kumukbek’e sordu:
– Kumukbek Onbaşı! ne oldu da durdun?
– Atlar önde bir hareketlilik sezdiler komutanım!
Baybatır da bir tehlike karşısında olduklarını anlamıştı; Navruz’un aklına kürek kemiğine bakmak geldi. Hızlı bir şekilde deri torba içindeki kürek kemiğini çıkardı. Talayhan sordu;
–Tulumdan çıkardığın nedir Navruz?
– Koyun kürek kemiğidir Komutanım, hemen bir ateş yakıp, bakmam lazım.
Talayhan gülümseyerek;
– Telaşlanma Navruz Onbaşı! dedi, arabayı bir kenarda durduralım, sen rahat rahat ateşini yak. Hem neden özellikle koyun kürek kemiği? Dağ keçisi kemiği bulamadınız mı?
–. Yola çıkmamız biraz ani oldu komutanım!
– Hunnuçay’ın bazı yörelerinde kürek kemiğinine “cavrun kalak” da denir bunu biliyor muydunuz? dedi Talayhan.
– Evet, bizim elde de buna “cavrun kalak” diyoruz.
– Peki, neden kürek kemiği dendiğini de biliyor musun? dedi Talayhan ve yine kendisi cevapladı.
– Hayvanın ön bacaklarının gövdeye birleştiği yassı kısım, üçgen şeklinde olduğundan, bezetmeden dolayı kürek kemiği adını almış. Geniş coğrafyamızda “Cavrun kalak” da, kürek kemiği de aynı sözdür, dilimizin töremizin zenginliğindendir bu.
Baybatır, Navruz’a dönerek buyurdu;
–Şu çıraları ve meşe dallarını hemen ateşle! Kürek kemiğine beraber bakalım!
– Emredersiniz Baybatır Komutanım!
– Navruz Onbaşı! Geleceği daha iyi görmek için kürek kemiğinin belli bir yaşı olması gerekli diye biliyorum. Bu cavrun kalak kaç yaşındaki bir koyundan alındı? dedi Baybatır.
–Komutanım! Kürek kemiğinden en doğru bilgiyi almak için; koyunun veya keçinin en fazla üç yaşında olması gerekir. Aksi durumda doğru bilgi alamıyoruz, ayrıca geleceği iyi okumak için bu kürek kemiğinin kaynatılmaması da gerekir, diye cevap verdi Navruz.
–Bu konuda çok bilgilisin onbaşı! dedi Baybatır.
Navruz kemiği aldı, baktı, baktı…
–Komutanım! Kemiğin yüzeyinde çok karmaşık, dolambaçlı çizgiler, küçük çatlaklar var; bunlar bir tehlike, bir uğursuzluk olduğunu gösterir! dedi.
Baybatır’nın aklına o an Hunnuçay’da sık söylenen bir atasözü geldi; “Kürek kemiği karışırsa memleket karışır!” Navruz da yol boyunca kürek kemiğine daha sık bakması gerektiğini ve tedbir almadığını düşündü, canı sıkıldı. Arabadakiler, kemikte karışık çizgiler, değişik noktalar ve küçük çatlaklar oluştuğunda, bunun uğursuzluk işareti olduğunu zaten biliyorlardı.
Atlardaki huysuzluğun arttığını gören Talayhan, Baybatır’a; “Arabadaki silahların indirilmesini, atların koşumlarını bırakmalarını ve zırhlarını giymelerini” söyledi. Zırh önemliydi, göğüs göğüse vuruşma anında atların altında kalsalar dahi zırh hayatlarını kurtarırdı. Talayhan, Nartlana’dan çıkmadan önce, karargâhta gördüğü rüyayı ve yıldız kaymasını hatırladı. “O garip rüya ve yıldız kayması; bir uğursuzluk veya tuzakların, günlük tehlikelerin habercisi miydi acaba!” diye düşündü. Belki de yüreğine aşk acısı düşeceğinin habercisiydi. Talayhan “Bu karmaşık düşüncelerden bir an önce kurtulmalıyım!” diyerek, Baybatır’a ve askerlere baskın anında neler yapılması gerektiğini anlattı…
Nartlana, Islavorus ve Çınakıtay devletleri ile sınır şehri olduğu için, haydutlar bir şekilde sarp ormanlardan içeriye sızabiliyorlardı. Hunnuçay’da yaşayan Kucurbet kabilesinden bazıları da bu haydutlarla işbirliği içindeydiler. Bir grup atlı haydut, Nartlana’dan beri sık ormanlıklara gizlene gizlene, önden takip etmişlerdi arabayı. Baybatır, “Yolculuk boyunca kürek kemiğine daha sık baktırsaydık daha iyi olurdu” diye düşündü. Gerçi Navruz bu işi biliyordu, kemiğe bakmıştı bakmasına ama sadece geriyi kontrol etmiş, bu yüzden tehlikeyi sezememişti…
Günbatımına yakın Debetcurt Kenti’nin sınırlarına yaklaştıklarında on beş kişilik bir haydut grubunun saldırısına uğradılar. Haydutların amacı Talayhan’ı kaçırmaktı, ancak bunun kolay olmayacağını da biliyorlardı. Önce Baybatır’ı öldüreceklerdi. “İki askeri nasıl olsa etkisiz hale getiririz.” diye düşünüyorlardı. Sonra da teslim alacakları Talayhan’ı Islavorus Devleti topraklarına götüreceklerdi.
Atlı on beş haydut, Hunnuçay savaşçılarından gördükleri gibi, arabayı çember içine alarak saldırıya geçti. Haydutlar kalabalık olduklarına güvenerek atlarından indiler, göğüs göğüse çarpışma başladı. Talayhan tek kılıç darbesiyle haydutları biçiyor, Baybatır da kılıcı ve kalkanıyla onu koruyordu. Kumukbek ve Navruz da hançer ve mızraklarıyla haydutlara göz açtırmıyorlardı. Çok kısa süren bu baskında haydutların tümü yok edilerek tekrar yola çıkıldı. İlk defa böyle bir baskına maruz kaldığı için Talayhan’ın canı sıkılmıştı, demek ki bir şeyler eksik yapılıyordu. Ülkede böyle bir saldırıya cesaret edilebilecek haydutların olması Talayhan’ı düşündürdü; “Sınır kentlerinde casusların çoğalmaya başlaması iyiye işaret değil. Bu çaşıtlar,42 Hunnuçay ülkesine tabi olup da kendini yabancı gören birtakım halkları, kolayca kandırıp karışıklık çıkarabilirler.