Dekan Bey böyle der. Beyefendi bize sonradan geldi. Birinci sınıfta karşılaşmış olsaydık Allah bilir, ya herkes normal eğitime geçmişti, ya da “Allah korusun böyle bir eğitimden” diyerek her şeyden vazgeçip okulu terk etmişti. Hocanın bize daha geç dönemde dekan olması ne iyi olmuş.
Bizse o dönemde yaygın eğitimin tam kurtları olup çıkmıştık. Bizi gittiğimiz yoldan döndürmek çok zordu artık. Ateşte yanmaz, denizde boğulmaz hâle gelmiştik. Diğer konular şöyle dursun Orhun ve Yenisey yazıtlarının dilini çözüp kelimeleri ekine köküne ayıran bilim adamlarıydık artık bizler.
–Yaa! dedi misis Mayra moda olmaya başlayan keten çantasından kozmetik malzemelerini çıkarırken. -Kendince bizim cesaretimizi kırarak önüne katıp dediğini yaptıracak. Olur (!) Polii-ti-ka! Yoksa dekan olacak insan öyle şeyler söyler mi?
Dekan Bey bir gün yine gelmiş, yüzünden düşen bin parça oturuyordu. Yine yaygın eğitimin hiçbir işe yaramadığını hatırlattıktan sonra ne yazık ki böyle bir eğitim olduğu ve kendisi de dekan yapıldığı için pek çok şey talep edeceğini, okumak isteyenlerin düşünmeleri gerektiğini, diğerlerinin ise kendilerinin bileceklerini belirtti.
–Hocayı biri bize zorla mı dekan yapmış? dedi mister Mamır. -Yaygın eğitimi o kadar kötüledikten sonra bizden daha çok şey isteyeceğini söylemesi de nesi? dedi misis Mayra.
Gerçeği söylemek gerekirse bizim derslerimiz kötü sayılmazdı. Hatta dekan hariç bütün hocalarımız sınıfımızdan çok memnundu. Geçen dönem İngiliz dili haftası düzenlemiştik. “Misis Mayra” ve “mister Mamır” işte o etkinliğin sonucudur. Filolog değil miyiz, bir defasında da Alman dili haftası düzenledik. Bizim sınıf üç gruba ayrılıp Alman, İngiliz ve Fransız dili derslerini alır. Kostanaylı Acar İngilizce döktürmeye başlayınca Genel Dil Bilimi Bölümü Başkanı Sagımbayev Hoca gözlüğünü yere düşürmüştü.
– Gözünüzü seveyim, demişti doçent Sagımbayev gözlüğünü silerken -gündüz bölümünde bu kadar akıcı İngilizce konuşan öğrenci var mıdır, acaba?
– Biz İngiliz dili haftası düzenledik, Almancaya çok önem verdik, Fransızca duvar gazetesi hazırladık. Peki neden Orhun ve Yenisey yazıtları haftası yapmıyoruz? dedi Kanşayım.
– Bu tür etkinlikler moda olmaya başladı. Onun yerine sağ salim sınavı geçmeye bakalım, diyenler de oldu.
Kanşayım’ı dediğinden vazgeçirmek imkânsızdı.
Dekan Bey dışarıdan eğitim almanın anlamsızlığı hakkında çok şeyler anlattığında Kanşayım derste olmazdı. Olsaydı Dekan Bey bu kadar açık konuşabilir miydi?
Kanşayım sınıfımıza ikinci sınıfın sonlarına doğru gelmişti. İlk başta gündüz bölümünde okumuş. Duyduğumuza göre şimdiki Dekan Bey kıza takmış. Nasıl taktığını, neden taktığını bilmiyoruz, ama sonunda Kanşayım yaygın eğitime geçmiş. Daha sonra bir kaç yıl ara vermiş. Aramıza ikinci sınıfta katıldı. Kimseyle pek samimiyeti yoktu. İki kaşının arasında sıkıntıdan ve zamanından önce oluştuğu hemen belli olan iki derin çizgisi vardı. Çizgilere bakıp hiçbirimiz soru sormaya cesaret edemezdik. Rahat şakalaşma ve kolay kaynaşma ustaları bile bu konuda dertliydiler.
Az da olsa benimle konuşurdu. Çünkü yaygın eğitime geçme bakımından biraz kader ortaklığımız vardı. Ben de birinci sınıfta örgün eğitime gitmiş, öğrencilik hayatın güzel tadını biraz tatmışımdır. Ben üniversiteyi bitirene kadar dört büklüm yaşayadurma sözü veren annemin dileği gerçekleşmedi. Umutsuz gözlerle bakan zavallı erkek kardeşlerimi kime, nereye bırakacaktım? Böylece sekiz yıllık okula öğretmen olup yaygın eğitime geçtik. Dekan Bey bunları nereden bilecek. İnsan yaygın eğitime keyfinden mi geçer?
Sırrımı iyice öğrendikten sonra tıpkı ablam gibi farkında olmadan saçımı okşamıştı Kanşayım. “Kaderimiz benziyormuş. Ben de uzak bir köyde sekiz yıllık okuldayım. Hiç olmazsa senin kardeşlerin varmış. Evlenmişsin. Benimse kimsem yok, belki de hiç olmayacak…” demişti.
Benim şaşırdığım Dekan Bey aniden gelip bildiğimiz konuyu açmaya başladığında Kanşayım’ın orada olmamasıdır. Dekanın geldiğini görünce içeriye girmeyip dışarıda mı kaldığı, yoksa pek belli etmeden içeriden dışarıya mı çıktığı bilinmez.
Kanşayım’la birlikte yokuş yukarı çıkıyoruz. Sınavdan çıkmıştık. Sagımbayev Hoca ikimize de “pek iyi” notu vermiş, gözlüğünü tekrar tekrar silerken:
– Siz ikiniz neden örgün eğitimde değilsiniz, ha? demişti. Gözlüğünü takıp Kanşayım’a tekrar bakmıştı. – Serperova, sen gündüz bölümünde biraz okumamış mıydın?
– Ben de okudum Hocam, dedim.
– Seni hatırlamıyorum, ama Serperova’nın okuduğunu hatırlıyorum. İkiniz de kırmızı diploma1 alacak öğrencilersiniz. Ancak yaygın eğitimden mezun olanlara kırmızı diploma takdim etmek bizim üniversitemizde hiç görülmemiş bir şeydir.
İkimiz de sessizce geliyoruz. Bir an ikimiz de üç katlı, camlarının altında beyaz çizgileri olan sarı eve bakakaldık. Bu yurtta o, bir yıl kalmış. Ben de bir yıl kadar yaşamıştım burada.
– Aklımda sadece Torıbay’ın doğum gününde tvist dansı yaptığım kalmış, dedi alay edercesine. Onun bunu öylesine söylediğini, aklında aslında sadece tvist dansı değil, pek çok şeyin bulunduğunu hissetmiştim. – Torıbay doktorasını da yaptı. Bizim dekanın vefalı öğrencisidir.
– Köydeyken bu sarı evin kahverengi tahtakurusunu özlemekten ölecek gibi oluyorum, dedim ben kafasını dağıtmak düşüncesiyle. – Burada tahtakurusuna yem olurken de köydeki ahırın tezeğinin sılasını çekerdim.
– Yapma yaa, özlediğin şeylere bak, diyerek güldü o.
Kanşayım’ı böyle güldürdüğüm için sonsuz sevinmiştim. O nadiren gülerdi. Dolgun ve esmer bacağına sinek konmuş olacak, boyasız da kıpkırmızı olan tırnağıyla vuruverdi eğilerek. Hiç kimsenin bulunmadığı asfalt yola çıkmıştık.
– Tvist dansını şöyle yapardım, dedi Kanşayım ve şarkı eşliğinde ileri atılıp hızla dans etmeye başladı. Yukarı aşağı hareket eden göğüslere bakmamak elde değildi.
Aniden elleriyle yüzünü kapatıp donakaldı. Düşecekmiş gibi görünce pek cesaret edemesem de yaklaşıp desteklemeye çalıştım. Böyle yapınca kız boynuma sarılıp hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ne yapacağım? Bunlar böyle işte. Mister Mamır’ın söylediğine göre dışarıdan okuyanların hepsi böyledir. Heepsi böyle işte, böyle…
Kız ağlıyor. Bense kafamdan çok çeşitli düşünceleri hızla geçirmekteyim. Şu anda ana kahraman benim. Hiç panik yapmadan gözyaşlarını silerim şimdi. Sonra ne olacak? Devamı belli ya, hepsi de ana kahramanın kendi ellerinde… Ancak cesaret edemiyorum. Sekiz yıllık okulum, evime götüren dar patika yolda biten otlar mı geldi aklıma… Apansız uyanır gibi oldu. Uyandım ve içimden “Fırsat varken eğlenmene bak” diye geçirip sağ kolumu beline sarmak için girişimde bulundum. Elim belinin yukarısına gitmiş olacak metal çengel mengel bir şeylere değdi. Onlar bile ateş gibi yanıyor muydu, ne?
Kanşayım göğsümden geri iter gibi oldu. Derhâl tekrar atılmak istedim. Ama yapamadım. Önümde tehdit edercesine gülümseyerek duruyordu Kanşayım. Gerçek de, rüya da bitmişti böylece…
– Affedersin, bir anlık zayıflıktı, dedi o. Keten çantasından mendil ve bir şeyler daha çıkarıyordu.
– Sen