Keneş Yusuf

Manas Destanı


Скачать книгу

tündükten2 giren güneş ışığı yüzüne geldiğinde, kalkarak siyah tulumdaki iyi karıştırılmış bal gibi kımızdan bir kâse yudumlayıp, kır atına binerek yurttan ayrıldı. Atını kamçılamak maksadıyla ellerini sıvazlayarak gümüş saplı kamçısını kaldırır kaldırmaz kır atı uçar gibi yurttan uzaklaştı.

      Kırk ocaklı Kırgız, Altay’a yorgun bir hâlde geldiğinde, Cakıp sanki hâlâ şımarıklığı bırakmayan bir çocuktu. Daha kimsenin dikkatini çekmemişti. Çocukluğunda Kalmuk, Moğol ve Çinlilerin insanlık dışı muamelesini gören bir köle idi. Dünyadan nasibi kesilmemiş olmalı ki o eziyetlere, açlıklara, azap ve ıztıraplara direnebilmişti. Çinlilerin ve Kalmukların dilini öğrenmeye mecbur oldu. Aklı erdi, bıyığı çıkmaya başladı. Boylu poslu yiğit oldu. Önceki şımarık Cakıp artık değişti, kibar oldu. Kalmukların içine girdi, kendini beğendirdi, onlarla alış veriş yaptı. Sonunda Çıyırdı adlı hanımının üzerine Kalmuklardan Bakdöölöt isimli bir kızla evlendi.

      Cakıp, sekiz yıl sonra Altay’da kendi evini kurdu. Aşağı yukarı on aileyi bir araya getirip bir odaya yerleştirdi. Meyveli ormanları olan geniş yerlerde, çiftçilikle uğraştılar. Ürettiği mahsulü, yaptığı kımızı, ceylanın ödünü, boynuzunu, yakaladığı kunduzun ve su samurunun kürklerini, bulduğu altın ve gümüşleri, zırh gömleğini, hançerlerini, derilerini komşu ülkelerin ipek, porselen, çay ve parfümleriyle değiştirdi, iyi para kazanarak işi gittikçe büyüttü.

      Altay’da otuz yıl Çinliler ve Kalmuklardan eziyet gören Cakıp Bay artık onlara “Han” seçilmişti. Kışın su samurundan şapka, yazın altınla süslenmiş ak kalpak giyebilecek, sırtına kürk giyip beline hançer asıp, altın eğerli bir kızıl cins ata binebilecek hâle gelmişti. Beş yüz beyaz devesi, bir baş ala sığırı, hadsiz hesapsız koyunları vardı.

      Ağılı hayvanla, heybesi yemekle, hazinesi altınla dolmuş olmasına rağmen, Cakıp Bay’ın yüreğinde bir acı vardı. Onun derdi şuydu: Hesapsız sığırı ve devleti vardı yalancı dünyada gözü doymuştu; her gün yağla, etle besleniyordu ancak kara günlerde onu koruyacak, ocağını devam ettirecek, tahtına varis olacak bir çocuğu yoktu. Çocuğu olmayanın dünyası kururmuş. Cakıp Bay’la obada “ihtiyar”, “çocuksuz ihtiyar” denilerek alay ediliyordu.

      Cakıp, çocuğum yok diye gezmeye başladığı bir gün, kutsal dağdaki bir süt pınarına gelerek dua etti. Gözyaşlarını yağmur gibi döktü. Sonra, Azoo Bel’in kenarındaki Calgız Arca (Yalnız Ardıç) ‘ya varıp Tanrısı Ak Taylak’ı çağırıp, çocuğum yok diye ağlayarak, derdine derman istedi. Hanımı Çıyırdı’yı, kendini günahkâr hisseden miskin eşini, beraberinde götürüp, atalarının mezarında konakladı, dua edip Tanrı’ya yalvardı.

      Tanrı onu duymadı.

      Cakıp Bay, hayvan saymayı bahane ederek her gün erken obadan uzaklaşırdı. Her gün dağda çobana uğramadan dertle telaşla, cin çarpmış gibi, değişik kıyafetle dağlarda dolaşıyor, saçını başını yolarak “Tanrım benden bir çocuğu niçin esirgiyorsun?” diyerek şaşkın şaşkın yürüyordu.

      Cakıp; akşama doğru, Ulu Dağ’a gölge düştüğünde kendine gelip derhal atının başını yurda çevirdi. Tanrı böyle istemişse başka çare yoktur. Çocuksuz dünya kuşsuz yuvaya, kuşları yok çınara, bakımsız küçük göle, otsuz çöle benzer.

      Cakıp Bay dağdan inerken dağ deresindeki Kara Önkür (Mağara) yolunda, yaşı yetmiş civarında, sakalı göğsüne kadar uzayan bir dervişe rastladı. Derviş, Kara Önkür3’e ara sıra gelirdi. Kıpçak neslindendi. Dünyayı dolaşıp dururdu. Evi ocağı, çoluk çocuğu yoktu. Sık sık Kırgızların yurduna gelirdi. Çoğu zaman Kalmuk, Çinli, Mançu ve Uygur’daki Türk soydaşlarına, Andican’a, İran’a kadar giderdi. Kuş gibi özgür yaşardı. Dünyaya, zenginliğe doymuş bir adamdı. Bu dervişle konuşmak isteyen Cakıp, atından indi. Elindeki tulumdan kımız, heybesinden kurut alıp ona vererek:

      “Derviş, malın canın esen mi?” dedi. Derviş;

      “Ey Cakıp Bay, bana malımı sorma”, dedi. “Benim malım yoktur. Dünyaya doymuş insanım. Göğün altındaki dünya benimdir. Senin dünyan da benimdir. Ben malı sizin gibi biriktirmem.” Cakıp;

      “A evliyam, bunu bilememişim, kızmayın!” dedi.

      “Tanrımın yarattığı insanlara kızmam.” dedi Derviş. “Ya sen neye küsüp duruyorsun Cakıp? Senin malın mülkün bol değil mi?”

      “Yaşım kırk sekize ulaştı, gençliğimde mal biriktirdim. Gördüm ki mala mülke sahip çıkacak olan çocuk imiş, çocuğu olmayanın malı mülkü kurusun, çocuğu olmayanın yuvası, yıkılmış şehre benziyormuş.” Cakıp, Dervişe derdini anlattı.

      Derviş düşündü.

      “Bir yerden duymuştum. Geçmişte atalar, hanımı doğurmazsa onu küçümser, hakir görürlermiş. Eskiler böyle anlatırdı. Tibet’e gidersem bin çeşit ottanbunun için yapılmış bir ilacı getireceğim. “ dedi derviş.

      Cakıp “Evliyam, sözüne, aklına sağlık” dedi ve dervişin eline altın vererek yolcu etti.

      Ondan beri Cakıp Bay hanımını, yani ömür boyu gönlünü incitmeden saygı gösterdiği hanımını, nasıl utandırabileceğini düşünüyordu.

      Çocuk arzusuyla yanan Cakıp Bay, hasret şiirleri söyleyerek Altay’ın dağ ve düzlüklerinde hüzünle ağlıyordu.

      Kırmızı saplı aybaltayı

      Kırmadan kim yapabilir?

      Daima dağınık olan halkı

      Kırmadan kim toplayabilir?

      Sapasağlam aybaltayı

      Kırmadan kim yapabilir?

      Tutsak olan bu millete?

      Kim adil han olabilir?

      Zavallı Cakıp yurduna yaklaştığında boğuk sesini kesti. Önüne Akimbeğ’in Mendibay adlı şımarık çocuğu çıkıp onu selamladı.

      “Babacığım, niye bunca ağlıyorsunuz?” dedi çırak oğlan, Cakıp Bay’a acıyarak.

      Cakıp ancak o zaman kendine gelerek gözyaşlarını sildi. Çocuğun sorusuna cevap vermeden, Atı Tuuçunak’ı direğe bağlamadan, sağa sola bakmadan evine girdi. Bu esnada dışarıda atı kaçtı, “Cakıp Bay’ın atını yakalayın!” diye bir gürültü koptu. Cakıp buna aldırış etmedi.

      Çıyırdı, ihtiyarın elbisesini çıkarmadan rastgele uzandığını görünce kadının korkudan rengi uçtu. Hemen ipek döşek serip etrafında pervane oldu. Hatun, Cakıp’ın son zamanlardaki derdini bildiği için nezaketsizlik etmedi. Kibar davrandı, arzusunu sormaya cesaret edemedi, bilmezlikten geldi. Çocuk doğurmadığı için yüzü safran gibi sarardı. Sonunda Çıyırdı:

      “İhtiyar, ne oldu sana, ne derdin var?” diye bağırdı.

      Cakıp yere delercesine bakarak suskun oturuyordu. Bir zaman sonra konuştu.

      “Kocadığında mı bana çocuk doğurup neslimi devam ettireceksin. Bunu anlamıyor musun? Beni çocuksuz bırakıp çocuk gibi bağırıyorsun. Benim çocuksuz ihtiyar; senin, kısır kadın diye adımız çıktı. Çocuğumu koklayıp yüzünü öpseydim hasretim kalmazdı. Ne kardeşimin yüzünü gördüm, ne de çocuk yüzü gördüm. Çocuk doğurmayan senin gibi karıyı, çalılığa mı bıraksam, çöle mi bıraksam diye düşünüyorum. Çocuksuz kadından oğlağı olan keçi yeğdir.

      İpek elbise