vermiyor zaman zaman. Gül bahçesinin ortasında kendimi iyi hissetmişim veya bir yazar topluluğu içinde kendimi iyi hissetmişim ne olur ki. Sonra daha fazla acı çekmek için mi bunlar?
İçinde hesabı, çıkarı bitmeyen ama vicdanı tükenmeye başlamış insan sayısı çok fazla oldu. Akşam haberlerini seyretmek bir cesaret ve dayanıklılık gerektiriyor artık.
Peki, pes mi etmeliyim? Olur mu? Üzerime gelen dalgaların büyük bir kısmı beni yıkmak için görünüyor olabilir ama farkında olduğum şeyler de var artık. Bunlardan en önemlisi var olmak. Var olan büyük bir kâinatta, büyük bir varlık âleminde bir yer işgal ediyor olmak. Birçok insanın hayata sapladığı mızraklara inat varlığın kendisinin büyük güzellik içinde muhteşem bir bilgi ve görsellikte benimle birlikte olduğu gerçeğini hiçbir yere saklayamam. Önümde muhteşem bir bulmaca var. Bütün çok ama çok güzel. Olağanüstü. Hayranlıklarda bitiriyor beni. Buradan bakınca birçok insanın negatif hareketlerini, güzel bir tabloya yanlış atılan bir fırça darbesi gibi ya da resmin güzel olmaması için tabloya ve parçalara zarar vermek isteyen yapılar olarak görüyorum. Ve şunu da görüyorum. Onlara rağmen tablo hep güzel bitiyor.
Bu tablodaki yerimin bilincine, şuuruna düştüğüm her an başka bir boyutta geçiyor hayat. Öyle ya diyorum, ne oyalanıp duruyorum. Yaratan elinde fırça ne güzel de yaratmış her şeyi. Her bir renk, her bir varlık parçası yerleştirildiği yerinde memnun ve yerinin hakkını vermek için görevine devam ederken ben hala neden oyalanıyorum?
Ah şu ağaçlar ne de güzel anlatıyor ve öğretiyorlar. Dünyanın neresine yerleştirilmişler, ne kadar hava ne kadar güneş ne kadar gıda alıyorlarmış. Etrafındakiler onun farkında mıymış? Ne kadar değer görüyor. Ne haksızlıklara maruz kalıyorlarmış. Bunun derdiyle mi geçiriyorlar günleri. Hayır diyor ağaç ailesi, hayır. İşimiz içimizde olan güzelliği ve bilgiyi dışarıya taşımak. Açabildiğimiz kadar açmak. Yükselebildiğimiz kadar yükselmek. Ne kadar bilgi varsa ve ne kadar izin verilmişse o kadarı sunmak. Ayrım yapmadan bağrımı delen bıçağın sahibine de gölge olmak. Güneşten, yağmurdan ve topraktan aldığımı insana sunmak. Karşılık mı? O da ne?
Biz ya da ben öyle miyim? İçimdeki bazı güzellikleri, maddi ve manevi, dışarının, etrafın alabilmesi için karşılığını almam gerek. Tanıdığım olması gerektiği gibi, sevdiğim değer verdiğim birileri olması gerektiği ya da bir çıkarımın olması gerektiği gibi.
İşte ağaç ailesi böyle diyor. Evet, canım yine sıkılıyor. Çünkü ben insanım. Bildiğim bilmediklerimin yanında sonsuzlukta bir oranında. Her şeye rağmen bilmediklerimde kaybolup yine ara ara yanlış yollara sapacağım. Bir gün gül bahçesinde, bir gün kavgalarda mola vereceğim. Lakin çok önemli bir şey var işte orada duracağım. Niyetler sokağında. İşte orası mahrem orası kutsal. Orası ben. Orası insanın kalbi. Niyetim belli bu saatten sonra. Mekânı, zamanı ve çevremi değil içimdeki yerimi ve sorumluluğumu bileceğim.
Köprü olacağım. İçimden dışıma, dışımdan içime akacağım. Bu köprüden neler geçeceğine dikkat edeceğim.
Her geçen gün içimi düzenleyip süpürüp tozlarını alacağım. Okullara göndereceğim. Sanatla, sevgiyle, kitaplar ile besleyeceğim. İçim güzelleştikçe içimden dışarıya taşınanlar güzelleşecek. Evim, çalışma masam güzelleşecek. Gözlerimdeki bakışlar iyileşecek. Ha bire çalışacağım. Ne için? Yaratıcı böyle çalıştığı için, büyük bir oluş hep beraber böyle hareket ettiği için.
Tarih yazar, Yaratıcı yazar, kim yazarsa yazsın kim beni nasıl yazacak? Gün beni içinde nasıl ağırlayacak. Gül mü oldum gün bağrında, bir harf mi oldum ilim tahsil edenin dilinde, evinin direği mi oldum hakkıyla yoksa kalpler yapmak yerine kalp kırmaya mı çıktım bu yolda? Bir başıboş rüzgâr olup savrulacak mıyım takvim yaprağında?
Yok yok. Bir kır ata binip koşmalıyım dörtnala. Köprüler kurmalıyım dört bir yana. İçimi güzelleştirdikçe güzelleşmeli dışım. Ben bir ağacım. Etrafımı bataklık sarsa da huzurda, ateşler sarsa da teslimiyetteyim. Emirdeyim. Yerimdeyim. Farkındayım. Bütün kusurlarıma rağmen yaşıyorsam hala görevdeyim. Ben bir başıma değilim. Bana dokunan, benimle yol alan, bana görünmez ağlarla bağlı bir halde bir kâinat evindeyim. Birkaç şey için ağları kopartıp da yerime saygısızlık edip bütünün ahengine haksızlık edemem. Düştüysem kalkmalı, yorgunsam dinlenip yoluma devam etmeliyim. Ama asla vazgeçmemeli asla çok fazla oyalanmamalı ve kendime çabuk gelmeliyim.
Dışarıdan bir ses geliyor şimdi. “Haydi, görev başına.”
(Avrasya Yazarlar Birliği, Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi, 2015)
YÜRÜMEKLE VARILMAZ
Lâkin varanlar yürüyenlerdir. Dünyamın en ünlü yazarı, şairi ve ressamı benim.
Bir gün, hiçbir şey ve ben kalakaldık zamanın orta yerinde. Daha ötesi yoktu. Ölüm gibi bir şey. Beni bir adım öteye taşıyacak bir araç bulamıyordum. Adımları çeken sebepler bir bir ortadan kaybolmuştu.
Elimde ve zihnim de olan birçok şeyi kaybettiğim o anların sonunda içime bir ışık düştü. Eğer kaybedecek bir şeyim kalmamışsa, beni bir adım öteye çekecek sebepler tükenmişse aslında beni o hâle getiren ve önüme engel olan her şey de ölmüş demekti. Bu düşünceyle içimi, özgürlüğün serinliği ıslattı. Buram buram taze oluş koktu.
Elimi kolumu sallaya sallaya yürümeye başladım. Bana ne dünden.(?)Bana ne içimdeki çekingenlikten(?) Kim ne diyecekmiş bana ne. Şu dünya da güzel güzel yaşamak istiyordum ama izin vermediler, en çok da içimdeki mevcut kıpırdanışlar. Çekingenliğim, korkularım, çevrem, genlerimin istekleri. Ne gariptir; insanın içinden gelen şeyin önce kendini delirtmesi.
Hiç yeteneğim olmadığını düşündüğüm ama içimde arzusunu da bir türlü tüketemediğim resimden başladım yürüyüşe. Bir resim kursuna gittim. Aldım elime kalemi sonra da fırçayı, inadına inadına çaldım tuvale. Kim ne diyecek, güzel mi olacak, hoca beğenecek mi, arkadaşlar şaka yollu takılacak mı hiç önemli değildi. Yetenek mi o da ne? Renkleri değil yeni başlangıçlarımı vurdum tuvale ben. Geçmişimi tepeledim doya doya. Ben fırçayı savurdukça dağıldı sis bulutları. Oh ne iyi oldu ama!
İşitme sorunum varmış. Daha önce bana hayatı zehir eden eksikliğim şimdi başımın tacı olmuştu. O kadar sesin peşinden gideceğim diye ne de çok yormuşum kendimi. Başkalarını ve söyleyecekleri o çok önemli şeyleri duymuştum da ne olmuştu ki. Şimdi özgürlüğümü duyuyorum. Ağacın, yağmurun, toprağın türküsünü duyuyorum, yetmez mi bana? İlham denen mucizeyi nasıl tanırdım dışarıdan gelen sesler kısılmasa? Hatta çok ilginçtir, işitme problemimin en büyük kazancı işitilecek olan esas insanlara ulaşmama vesile olmasıdır. Değerli insanlara ulaşıyorum bir bir ve onlar beni anlıyor. Konuştuklarını kalbim rahat anlıyor.
Yürürken kararınca ağladım, kararınca güldüm. İstediğim kitabı alıp istediğim zaman okudum. Sanayinin dişlileri arasında deniz kenarı mutlulukları yaşamayı öğrendim. Yürümeyi öğrendim. Arkama bakmadan, niyetlendiğim şeye doğru vazgeçmeden yürüdüğümde o şeye muhakkak varacağımı öğrendim.
Yürüyenlerin varanlar olduğunu gördüm. Yola çıkıp da yolda kalanlar da vardı. Bir sebep bulup da “İşte bu vazgeçmemiz için bir işaret” diyorlardı onlar.
Dün sanayinin ağır dişlileri arasındaydım. Hatta yürüyüşe çıktıktan sonra idi. İki parmağımdan küçük birer parça koptu. Tebessüm ettim sadece. Altı üstü bedenimden bir küçük parça eksilmişti. Sonra gördüm ki yürümeye devam ettikçe aslında eksilmemişim kat kat artmışım.
Bir