hep büyüdüler.
Her ışığa sarıldım. Beklediğim geldi, sandım. Gitmeyecek sandım. ‘Vedasız başlangıçlar’ bunlar diye düşündüm. Hâlbuki batan her güneş beni uyarmaya çalışıyordu. Duyamadım!
Vakitsiz vakitsiz vedaların sonu gelmedi. Çocukluğum kayıp gitti ellerimden. Rüyalarım bir bir kaydı ellerimden. Hayallerim için “artık imkânsız” dediler.
Büyüdüm. Askere gittim. Sağlığıma ve düşlerimin birçoğuna veda etmiş olarak döndüm.
İşitme ve denge rahatsızlıklarım orada başladı. Babam önde ben arkada, Ankara da gitmedik hastane bırakmadık, neredeyse.
Aynı; bakışlar, muayeneler ve sonuçlar hep aynı. ‘’Nedeni belli değil, şu anda bir tedavisi yok. Yapabileceğiniz fazla bir şey yok. S/N Tipi işitme kaybı.’’dediler.
Sanıyorlardı ki onlar, bir hastaya baktık ve sonucunu ellerine verdik. ‘’Sıradaki gelsin’’
Peki, gözleriyle, beden dilleriyle, söylemedikleriyle, neler verdiler? Doktor-hasta ilişkisi; bir beden üzerinde problem çözümü. Gerçi, nereden bilsinler değil mi, Tıp Fakültesi’nde bir hastanın neler ile geldiğini ve sonrasında hastaneye ve doktoruna nasıl veda ettiğini, sanırım öğretmiyorlar.
Hastalığım ile ilgili şunu artık iyi öğrenmiştim. Altında derin psikolojik nedenler vardı. Bir dengesizlik vardı. Ben dengeyi kuramadım. Hala da kuramıyorum. Sadece bedenime zarar vermesini engelledik çok şükür.
İnsana güzel yakışır. Hepimizin içinde; bir parça, kışın, karanlığın, günahın olduğunu biraz biliyorum. Kaçışı mümkün olmayan gerçeklikler vardır. Bir güzellik de şudur düşüncemce; günahınla, karanlığınla, kışınla baş başa kalmaya çalışmak; onu etrafına bulaştırmamak. Güvenli ellere, güvenli gözlere teslim olmak.
İnsanların büyük bir kısmı meydanlara indi. Ben karanlığın temsilcisiyim, diye. İşte burada sırlı, hazin, büyük bir veda vardı. Bu vakitsiz, sessiz, tarifi olmayan veda, dünyama ve yaşama ağır yaralar açtı. Aşkın vedası, sağlığın, güzelliğin, ömrün vedası hafif kaldı bunun yanında.
Alışamadığım vedalar var. Güneş gibi güzellikler de vakti gelince batıyor. İşte bu vedalara alışamadım bir türlü. Yaşadığım zamanda, insanın içindeki siyahın izlerinin ağır basmasına, aydınlığa karşı güç gösterilerine ve zaferlerine.
İnsanların benim içim temiz derken, geçip giden hiçbir güzelliğin vedasına aldırış etmemesine alışamadım. Alışmak istemiyorum. Ne kadar çabalasam da bazen onlar gibi olmama neden içsel yapıma alışamadım. Alışmak istemiyorum.
Güzel dünyama zarar veren şeyler çok kök saldılar, her yöne doğru. Onlar yatıya kaldılar. Öyle kolay kolay veda etmeye niyetleri yok.
Bu olup bitenler beni hasta etti. Hastalandım. Kendime hastalandım. Geçmişe, olup bitene, zalimlere ve onları büyütenlere.
Güneş! Onlar için gül.
Toprak! Demet demet çiçekleri onlara der.
Kar! Yağ ki çocuklar sevinsin.
Yumak yumak ellerinde eritsinler.
Yağmur yüklü bulut!
Sen bu gün benim için ağlar mısın?
Ağladım.
Geceye dönen gündüzler, gündüze dönen geceler boyu.
Ağladım ve düşündüm.
Bir gün, vedalar okulunu bitirdim;
Sokağa çıkamayacak hâle gelince; düşünemeyecek, yaşayamayacak hale gelince. Vedalar hepsi birden başucuma geldi ve hepsi birden vakitli veda ettiler; “Zaman gibi nehir gibi günlük gelir ve gideriz” dediler. Mevla bir tek bedenime veda izni vermedi. “Sen akıp giden nehirsin artık” denildi.
Şimdi mi, yüreğime gelene de gelmeyene de eyvallah. Gülerim de ağlarım da. Dün, dündü, değil mi? Oysa bu gün, bu gün değil benim için. Sadece gün var. Yaşama uyanarak karşıladığım ne varsa ama ne varsa bana veda etmek için gönderilmiştir. Hoş geldin, sefa buldun-güle güle. Beraber ve iç içe. Günün içinde olan en büyük mutluluğum da gün ile batar, en büyük acım da. Geçmişim defter üzerinde karalanmış bir müsvedde.
Benimle beraber olan kâinatta ne varsa akar gideriz bir nehir gibi. Acısıyla, tatlısıyla, nefretiyle, sevgisiyle. Bir tek kural var: Bir yere tutunmamak. Bir yerde kök salmamak. Akıp giderken, günü şereflendirmek. Günü, beni ve bende olanı değerli kılmaya çalışmak. Yanan güzel şeylere körükle gitmek. Karanlığa kafa tutmak, tutabilmek için öğrenmeye çalışmak, değişime gönüllü yazılmak. Akıp giderken zaman denen arkadaşla beraber, ardında güzel izler bırakmak. Güzel vedalar bırakmak.
Vedalar senle ilgilidir.
Sendir.
Sen nasılsan veda da odur.
(Avrasya Yazarlar Birliği, Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi, 2015)
ŞİİR GİBİ
Oldum olası içimi yakar,
Bu oluşlar, içime atışlar.
Dışarıda bir uğultu,
Hayalimde şiir gibi rüyalar.
Şair olmak istiyorum,
Ressam ve yazar.
Şiirler, resimler düşsün içime,
Şiir gibi olsun, zamanlar ve sevdalar.
Şiir gibi aksın,
Kalemim kâğıdın üzerinde.
Şiir gibi yürüsün,
Ayaklarım yeryüzünde.
Şiir ile resim ile müzik ile
Söz ile saz ile hâl ile
Bir anlaşma yapayım kalpten,
Şiir gibi aksın, yarın, içime.
Şiir olmak, renk olmak, musiki olmak,
Dengeyi bulmak istiyorum.
Ben mutluluğu değil, acıyı değil,
İnsanı ötelere iten söz olmak istiyorum.
Benim derdim şiir ile
Söz ile çizgi ile
Benim derdim, olup biteni anlamak ile
Derdim bana yoldaş, bir çizgi ile bir şiir ile.
Şiir gibi her şey, bu oluşlar,
Nasıl anlatsam ah, yetmiyor sözler,
İçim bir gün alev alev yanardağ,
Bir gün süt liman dokunuşlar.
Çare yok,
Başka yol yok,
Akıl ve mantık beri dur.
Şiir gibi olmaktan başka çare yok.
Hey! Siz büyük ressamlar,
Şair ve bestekârlar,
Eşsiz eserler ile tarihe yazılanlar.
Şiir gibi miydi her şey?
Yoksa elinizde sadece eserler mi var?
(Avrasya Yazarlar Birliği, Edebiyat Akademisi, Şiir Atölyesi, 2015)
SORULAR
Sahi! Sorular nereye sorulur?
Cevaplar nasıl duyulur?
Bu