Joltay Jumat Almaşoğlu

Aşk ve Nefret Kitabı


Скачать книгу

karışmayın. Biz kendimiz de iyi biliyoruz … Şimdi kontrol edeceğiz, – diyerek hoşnutsuzca cevap verdi doktor.

      Ama Fatima’nın susmaya niyeti yoktu. İddialı bir şekilde, hararetle konuşuyordu:

      – Unutmayın, ben sadece bir kadın değilim. Ben iki çocuk annesiyim ve ben de bir şeyler anlıyorum, o yüzden sözümü iyi dinleyin bacım.

      – Uzaklaşın, kenara çekilin… Uzaklaşın! ..

      Doktor, Firuza’nın ayağa kalkmasına yardım etti ve onu dikkatli bir şekilde koğuştan çıkardı, aynı zamanda Fatima’dan uzaklaştı. Ama daha önce olduğu gibi, o geride kalmıyordu. Çok geçmeden Firuza tedavi odasından döndü, artık sakinleşmişti. Görünüşe göre, kasılmaları kısa sürmüştü ve şimdi epeyce azalmıştı. Her halukarda, Firuza bunlara kendini tahammül edebilir hissetti. Komşusu memnun bir ses tonuyla açıklamalarda bulunmaktan geri kalmıyordu:

      – Sana henüz doğum sancılarının başlamadığını söylemiştim. Ben bunlardan iyi anlarım. Ben yanılmam!

      – Abla, kocanız neden görünmüyor? O buraya gelemez mi? Fatima, Firuza’nın naif sorusuna yürekten güldü. Ve gülümseyerek, kaygısız bir hafiflikle ve biraz da kabadayı uslübuyla cevap verdi:

      Bilgin olsun, bu aptalı uzun zaman önce evden gönderdim. Karşılıklı anlaşarak boşandığımızdan bu yana altı yıl geçti. Ve tüm bu yıllar boyunca kendi başımaydım. Kiminle gezeceğimi, kiminle yaşayacağımı biliyorum. Yalnız senden ricam, Allah aşkına, bana onu hatırlatma, yoksa midem bulanıyor…

      Firuza şaşırmıştı. Kocasından böylesine tiksintiyle bahseden bir kadınla ilk kez karşılaşıyordu. Yasal olarak evliyse nasıl birdenbire boşanır?.. Ve kocası yoksa neden çocuk doğurur? Buna bir türlü akıl erdiremiyordu.

      – O halde… altı yıldır yalnız yaşıyorsunuz… o zaman… beklediğiniz bu çocuk nereden?..

      – Eh! Fatima küçümseyici bir tavırla elini salladı. – Bu çocuğun babası o aptal değil, başka birisi. Kısacası, sevgilimden.

      – Sevgilinden mi? Peki niye? Sonuçta, zaten iki çocuğunuz var. Bu sizin için yeterli değil mi?

      – Haklısın. Bana iki tane yeter. Senden saklamayacağım, hamile kaldım çünkü sağlımı düzeltmek istedim. Kısacası, kanımı tazelemek ve vucüdumu arındırmak için.

      Firuza’nın yüreği sanki ağzına gelmişti.

      – Yani…Bebeğinizin doğup doğmayacağı, nasıl ve hangi durumda olacağı umurunuzda değil miydi?

      – Aynen öyle. Benim için ölü doğması daha da iyi aslında… Hiçbir sorun ve sıkıntı olmayacak. Bir yetim daha az olmuş olur.

      – Ya sağlıklı doğarsa? ..

      – O zaman bir şeyler düşünürüz. Bir sürü öğüt veren çıkar. Uygun bir şeyler düşünürüz.

      – Peki çocuğun suçu ne? Firuza gergin bir şekilde bağırdı. Komşusu sert bir şekilde başını kaldırdı.

      – Şuna bak! Bana akıl mı öğreteceksin? Ben kendim ne yapacağımı gayet iyi biliyorum. Sen kendine bak önce. Babasız, gayri meşru doğacak oğlunu düşün… Kendini nasıl zincirlere bağladığını düşün…

      Firuza kırgın bir şekilde yüzünü duvara döndü, uzun süre sessiz kaldı. Sonra hıçkırıkları Fatima’nın kulaklarına kadar ulaştı, morali bozulan kız gözyaşlarına boğuldu. Komşusu acıyıp, yanına gitti.

      – Ağlamayı bırak canım! Böyle bir yükümüz var. Ağır ama taşınması gerekiyor. Yapacak bir şey yok. Sakin ol, bir gün tüm bu kötü şeyler geride kalacak. Ve bana karşı kin besleme. Sana söylediğim şey ruhumun sadeliğinden, sözlerime aldırma.

      Komşu kadın Firuza’nın alnını okşadı. Kız içten bir şekilde ona sarıldı. Fatima ona sanki ninni söylüyormuş gibi erkeklerden bahsetmeye başladı.

      – Bütün erkekler alçak ve şerefsizdirler. Elbette hepimiz bir babadan doğduk. Ama bir babanın durumu tamamen farklı bir konudur. Sokaklarda dolaşan erkek müsvettelerine gelince, bunlar tam bir canavardırlar…

      Firuza aceleyle arkasını döndü ve bu düşünceye tamamen karşı çıktı:

      – Bütün erkeklere canavar demek mümkün mü? Bu çok ağır bir itham olmadı mı, abla?

      – Hayır! diyerek, cevapladı Fatima. – Aynen böyle! Bundan kendim emin oldum.

      – Nasıl? Neden bu kadar kesin yargılısınız? ..

      – Bunun nedenleri var. Ben de çok çektim böyle bir tipten… Pek çok aşağılanmaya mahruz kaldım…

      – Ne aşağılanmaları?

      – Öyle işte…

      – Boşuna ne diye anlatayım ki. Bunları daha anlamazsın. Zamanla her şeyi öğreneceksin, benim yaşlarıma gelince.

      – Neyi, abla?

      – Her şeyi.

      – ‘Her şeyi’ demekle neyi kastediyorsun?

      – Her erkek kendini bir kadından daha üste çıkarmak için elinden gelen her şeyi yapar. Emir altına almak ister, kadınların namusunu küçük düşürür, haysiyetini ayaklar altına alır. Kendisi bir kuş gibi özgür olmak ister, ama bir kadının ayaklarının dolaşması için çabalar… Daha ne var? Ah, evet, o kadar çok ki, hepsini sayamazsın…

      – Belki bir erkekle eşit olmak için ona saygı duyulmalıdır? Onun fikri dinlenmelidir…

      – Saçma! Her şeyi onun istediği gibi yapmaya başlarsanız, başınızın üstüne nasıl çıktığını, bacaklarını nasıl uzattığını fark etmezsiniz bile. Daha fazla itip kakmaya başlayacaktır. Öyle bir noktaya gelecek ki, eşi olmadan tuvalete bile adım atmayacaktır…

      “Eh, siz de amma abarttınız,” diye söylendi Firuza.

      – Canım, senden yıllar önce doğdum. Acı tecrübelerim var. Bir sürü elbise eskittim. Sana örnek olsun diye değil, bu boş hayatın acı tadını biliyordum, o yüzden söylüyorum. Ben hiçbir şeyi kafamdan uydurmuyorum, kendi gözlerimle gördüklerim, bizzat yaşadıklarım bunlar.

      Yani kocan…

      – Bana yine bu alçağı hatırlattın! ima bile etmemeni rica etmiştim…

      – Neden bu kadar gerginsiniz?

      – Çünkü, gençliğimi mahvetti, ablacığım. Ama aptallığımdan, ona tamamen güvenmiştim, öyle ki, ayaklarını bile yıkamaya hazırdım… Ama o, tam bir haylazın, utanmazın biri olduğu ortaya çıktı. Ben ise, tam bir aptal gibi, ona yavrular vererek memnun etmeye çalıştım, ardı ardına hamile kaldım… ona iki bebek doğurdum… Beni dört duvara hapsederek, kendisi, meğerse, fahişelere kaçıp gidiyormuş… Evden erkenden çıkardı ama geç saatlerde dönerdi. Kötü bir şeyden şüphelenmedim bile. Belki uzun bir süre daha cehalet içinde kalırdım, ta ki, bir gün bir arkadaşım benim gözlerimi açıncaya kadar: ‘Neden kocana bu kadar serbestlik tanıyorsun? Daha dün bir kafede bir sürtükle nasıl öpüştüğünü gördüm’dedi. Az kalsın kalbime inecekti. Eve geldim, kocam henüz evden kaçacak zamanı bulamadan üzerine atıldım: ‘Her şeyi itiraf et, doğruyu söyle, nerede ve kiminle birlikte oluyorsun?’ Şaşırmıştı, kafası karışmış bir şekilde mırıldandı: ‘Bütün bunlar dedikodu, yalan! Hiç bir kafeye gitmedim…’

      Geri adım atmadım: ‘Dürüstçe itiraf etsen iyi olur! Aksi takdirde boşanma davası açacağım!’ dedim. Bağırdı,