Yakup İsmail

Hayatımızın Kış Ayları


Скачать книгу

kup

      Hayatımızın Kış AylarıPara

      -1-

      Makine teknisyeni Hasan yüksek boylu ve yakışıklı bir gençti. Kışladan döner dönmez evlendi ve bir yıl sonra baba oldu. Eşini de seviyordu, çalıştığı işi de. Sekiz yıldn beri tarım kooperatifi tamirhanesinde çalışıyordu ve herkes onu çalışkan ve daima güleç yüzlü bir kimse gibi tanıyordu.

      Bu yaz akşamı eve döndüğünde çehresi her vakitki gibi yine güleçti, fakat eşi Leyla ondaki değişikliği daha avlu kapısında belirir belirmez sezdi.

      “Geldin mi Hasan?” dedi, ona göz ucuyle baktı ve getirdiği havlı elinde, yanıbaşına dikildi.

      “Geldim Aşkım!” diye cevap verdi Hasan. Çeşme başına geçerek soğuk su ile hem yüzünü yıkadı, hem sordu:

      “İş günün nasıl geçti Aşkım?”

      “Her günkü gibi. Bu gün de Patronun istediği kadar elbise dikebildik. Ya senin günün nasıl geçti?”

      “Normalde.”

      “Bayağı yorulmuşsun gibime geliyor?”

      “Her günkü gibi Leyla hanım. Her günkü gibi.”

      “Yalan söyleme Hasan. Çehrenden belli ki, sakin değilsin.”

      Havlı ile yüzünü silerekten çeşme üzerinde asılı duran aynaya baktı:

      “ Ne varmış yüzümde?”

      “Başka akşamlara bakarak bir değişiklik görüyorum.”

      “Yok. Sana öyle gelmiş.”

      “Var!”

      Havlıyı hep daha elinden bırakmamıştı ki, Leyla önüne dikildi:

      “Söylemiyecek misin?”

      “Söyleyeceğim!”

      “Söyle bakayım!”

      “Bu günden sonra işsizim!”

      “Bunun için mi üzülüyorsun? Sen sağol! Elimiz, kolumuz tuttukça şimdiye kadar olduğu gibi gelecekte de geçinmenin bir yolunu buluruz!”

      “Ben de öyle diyorum.”

      Eğildi ve eşinin dudaklarını aradı.

      İş yerinde olan bitenleri akşam yemeğine oturduklarında anlattı.

      …Öğle dinlencesi sona eriyordu ki, kooperatif başkanı geldi. İş yokluğundan, yahut tamirden ihtiyacı olduğu için yatıp duran makinelerinin etrafında sessiz sessiz bir kaç dakka gezindi ve tamirhane şefinin odasına girdi. Ne konuştular, ne konuşmadılar, fakat üç dakka geçer geçmez tamirhane şefi kararmış çehreyle kapıda belirdi ve haykırdı:

      “hepiniz odama gelin!”

      Gittiler. Oturmaya yer bulan oturdu, bulamayan pencere boyuna dikildi. Odaya çöken süküt içinde başkan bir-iki öksürdü ve alçak sesle konuştu:

      “Bildiğiniz gibi tarım kooperatifinin faaliyeti daraldıkça daralıyor. Makinelerin bazılarını satmak zorunda kaldık. Çok geçmeyecek daha birkaçından kurtulmamız gerekecek. Makinelerin sayısı azalınca sizin de… bazılarınız fazladan gelmeye başladı. Yönetim Kurulu bu sabah bazı sorunları gözden geçirdi. Son kararlardan birine göre yarından itibaren aranızdan iki kişi işi terketmesi gerekiyor…”

      Oda içindeki sessizlik daha da derinleşti. ‘Kimler gidecek?’ diye bari soran olsaydı! Başkan ne edeceğini bilemiyordu. Nihayet içlerinden biri:

      “Başkan, biz bunu biliyoruz,” dedi. Bu gün ben, yarın başkası. Gün gelecek burada kimse kalmayacak. Söyleyin, sıra kimde?”

      “Hepiniz iyi çalışıyorsunuz… Hepiniz becerikli, hepinizden memnunum. Kimseyle kötülükle ayrılmak istemiyorum.”

      “Anladık.” Dedi başka biri. “Yani siz kimin gitmesi gerektiğini karar alamadınız. Siz alamadıysanız, biz nasıl karar alabiliriz?”

      “Tamirhane şefi söylesin.” Dedi içlerinden biri. Tamirhane şefi zaten dargındı, bunu işitince bayağı sert sesle konuştu:

      “Ben neden söyleyecekmişim!? Ben de hepinizden memnunum. Yönetim kurulu iki kişinin gitmesini karar aldıysa, isimlerini de belli etmeliydi. Orada oturanlar yükü kendilerinden sıyırıp başkasına atmaya çalışmasınlar....”

      “Haklısın usta!” dedi diğer bir Tamirci. “Onlar kimleri işten serbest bırakmalarını bir karara bağlayamadılarsa bizim kabahatımız ne?”

      Hemen hemen hepsi sigaraları dumanlatmışlardı artık.

      “Aranızda işi gönüllü olarak bırakmayı aklından geçiren yok mu?” Diye sordu pek sabit olmayan bir sesle başkan.

      Cevap veren olmadı. Hasan daha fazla sabredemedi:

      “Bu iş böyle susmakla, durmakla olmaz. Bugüne kadar arkadaşça geçindik, arkadaşça çalıştık. Madem tarım kooperatifinin ömrü sona eriyor, birer ikişer burasını hepimiz terkedeceğiz. Yarın birbirimize komşu köpeği gibi bakmaktansa, arkadaşça ayrılalım. Yönetmenler kararın yarısını almışlar, ikinci yarısını almaya cesaret edememişler. Ne günlere kaldık hey, önderler bizim karar almamızı beklemeye başladılar… Ben kura çekmemizi teklif ediyorum. İki kağıda “gidiyorsun,” diğerlerine “kalıyorsun” diye yazılsın. Ne diyeceksiniz?”

      Tamirciler kooperatif başkanından çok daha sakindiler. Hasan’ın teklifini doğru gördüler. Başusta gereken kağıtları hazırladı ve bir şapka içine koyarak karıştırdı. Sonra her birinin yanından birer birer geçti. Hasan’ın aldığı kağıtta “gidiyorsun” diye yazıyordu…

      “İşte böyle oldu Aşkım!” dedi Hasan sakin sakin dinleyen eşine. “On iki kişinin içinde kısmet benim ve aşağıki mahalleden Mehmet’inmiş. İkimiz bugünden itibaren işte değiliz.”

      “Sen sağ ol adam! Elin kolun sapasağlam ve bileğinde o altın bilezik varken aç kalmayız!”

      “Hakikaten de aç kalmayız. Lakin dokuz yıl tek bir gün bile işsiz durmadım. İki yıl kışlaya gidince çalıştım, oradan döner dönmez bir gün aylak durmadan yine aynı işe devam ettim. Hem sevdiğim bir iş…”

      “Sen sağ ol!” Diye tekrarladı eşi. “Ben işteyim değil mi? Birkaç gün dinlen. O zamana kadar ille de başka, hem de daha iyi bir iş bulursun!”

      “Daha bir yıl bari çalışmış olsaydım evin inşaatına başlayabilecektik…”

      “Sokakta mı kaldık yoksa? Sizinkilerin ayırdığı bu iki oda ve mutfak bizi şimdilik tatmin ediyor. Kızımız Ece daha beş yaşında. O büyüyüyene ve bu odalar bize dar gelmeye başlayıncaya kadar evimize çoktan girmiş olacağız! Arsamız var ya, ona bak sen!”

      “Var canım…”

      “Gereken malzemenin yarısını alacak kadar paramız da var.”

      “Var… Aylaklığa alışmam lazım…”

      “Sen sağ ol dedim ya! Dinlen, her gün şehir merkezine kadar in, ve arkadaşlarınla karşılaş. Hem gezin ve dinlen, hem kendine iş ara.”

      Hasan yatağa sokulduğunda bu gün içine yerleşmiş olan gerginlik üzerinden sıyrılır gibi olmuştu. İlk anlarda şu kura meselesi onu bir türlü rahata bırakmamıştı. Eşi, ”Neden teklif ettin, teklif etmeseydin belki seni işte bırakırlar ve başkası giderdi eve” diyecek gibisine geliyordu. O ise öyle sakinleştirici bir şekilde konuştu ki! Yatakta da teselli vermeye devam etti:

      “Üzülme Aşkım! Kura bu gün sana düşmemiş olsaydı ne olacaktı? En çok daha bir ay kalacaktın işletmede. Neymiş o bir ay!.. Bence şimdi daha iyi oldu. Diğerleri sıra onlara ne zaman gelecek diye titrerken sen kendine başka, belki de daha iyi bir iş bulacaksın. Bir an daha erken yerleşeceksin yeni işine.”

      O, Leylayı seviyordu, Leyla da onu çok seviyordu yani! Bak, işsiz kaldığına üzülmemesi için ona nekadar çok cesaret veriyordu!

      -2-

      İşler hiç de Leyla ile Hasan’ın düşündüğü gibi olmadı. Bir hafta değil, bir ay geçmesine rağmen Hasan hep öyle aylak duruyordu. Hemen hemen her gün şehir merkezine iniyor, kahveden kahveye gezip duruyordu. Bu zaman zarfinda çok kişilerle karşılaştı, az tanıdığı kimseleri daha iyi tanıdı.