hazırlanıyordu ki, yanına yakın bir köyde yaşayan meslekdaşı Aydın geldi, oturdu:
“Merhaba Hasan! Kahve mi içiyorsun?”
“Avuçlarım gidişmeye başladı artık, ama iş yok, başka ne yapabilirim?”
“Bir kahve de benden iç.” Dedi Aydın ve kahveciye hemen seslendi:
“Bize iki büyük kahve!”
İkisi meslekleriyle ilgili karşılaştıkları, birbirilerine akıl danıştıkları vardı. Aydın kahveler gelir gelmez üzüntülü sesle sordu:
“Meslektaş, hep böyle aylak mı duracağız?”
“Ne yapalım?” diye sordu Hasan. “İşsizlik aldı yürüdü. Tamirhaneden azledildiğimde birkaç gün hem dinlenirim ve ev etrafında bazı ufak tefek işleri hallederim, hem de iş ararım demiştim kendi kendime. Lakin düşündüğüm gibi olmadı. Bir aydır iş için bir yerden bir sinyal yok.”
“Hele gene akşamları evde ‘bu gün ne yaptın?’ sorusuyle karşılanırsan…”
“Bana ‘bu gün ne yaptın?’ diye hep daha sorulmadı, ama ay sonunda maaş almak başka, elindeki hazır parayı harcamak yine başka. İşsiz durmak kötü şeymiş. Hele gene önümde tek bir umut ışığı görünmeyince....”
“Hasan, ben ne düşünüyorum biliyor musun?”
“Bilmiyorum. Ne düşünüyorsun?.”
“Dört gün evelsi bir dostumdan mektup aldım. Bir buçuk… belki iki yıl öncesi Hollanda’ya gittiydi. Oradan Almanya’ya geçmiş. Belki tanırsın. Adı Mümün. Çalıköyden…”
“Evet, tanıyorum. Tornacı. Bizim okuldan benden iki yıl önce mezun olmuştu. Yakın dostluğumuz yok, ama tanıdık gibi merhabamız vardı.”
“Tanıyorsun yani. Makine üreten bir fabrikada çalışıyormuş. Hakikaten oranın en ağır işlerinden birini icra ediyormuş, ama maaşı buradakinden on-on iki defa daha yüksekmiş.”
“İyi etmiş işte. Burada bizim gibi kahvehanelerde sandalye eskiteceğine…”
“Sen de gel. Bir yıla kadar cebinde paran da olacak, altında otomobilin de, diye yazıyor.”
“Batı için anlatılanların hepsine inanmak olmaz. Lakin burada aylak durmaktansa… Yani ne yapmayı düşünüyorsun?”
“Evde bazı işleri halleder etmez yola çıkmak niyetindeyim. Ben bilmediğim yere kolaycacık gitmem, ama madem beni orada karşılayacak ve iş bulmak için yardım edecek bir kimse var, neden gitmeyeyim?”
“Git. Hiç olmazsa işsiz güçsüz durarak evdekilere ağırlık etmezsin.”
“Sen bu işe biraz karamsar bakıyorsun. Lakin ben kararlıyım. Mümün’ün yazdığı gibi oradaki maaş buradakinden on defa değil, beşı defa daha büyük olsun, yine yeter. Hem ikinci elden olan otomobiller orada çok ucuzmuş. İki ayda kazandığın para ile iş yapacak bir araç…”
“Mümün okadar çok abartıcı bir kimse olduğunu bilmiyordum.”
“Almanlar bir aracı dört-beş yıldan fazla ellerinde tutmuyorlarmış. Bizim gibi yirmi yıl değil. Bunu bari işitmedin mi?”
“İşittim…”
“İşittin, ama inanmıyorsun değil mi?”
“Neyse. Ne zaman yola çıkmak niyetindesin?”
“Hep daha tamamiyle belli etmedim…”
“Aşağı yukarı?”
“Gelecek haftanın sonuna doğru. Sen gelmek istemiyor musun? Üç arkadaş bir arada çalışırız. Birbirimize arka dayak oluruz. Ne diyeceksin?”
“Şimdiye kadar bu konu üzerine akıl yormamıştım…”
“Düşün taşın. Niyet edersen haber et, birlikte yolculuk ederiz.”
Hasan arkadaşının teklifini hiç de kafasına takmadı. Evin yolunu tuttuğunda Aydın ile kahvehanede konuşulanları hatta unutmuştu bile.
-3-
Akşam yemeğine oturduklarında Leyla üzüntülü sesle konuştu:
“Bizim terzi kooperatifinde de işler azalmaya başlıyacak artık.”
“Kimden öğrendin?” Diye sordu Hasan.
“Bugün ustalardan biri söyledi. Bu ayın sonuna kadar yeterince iş varmış, ama gelecek ay için siparişler hiç de yeterli değilmiş.”
“İşsizlik gittikçe derinleşiyor.” Dedi Hasan ve hafifçe göğüs geçirdi.
“Gereken sipariş sağlanamazsa gelecek ayın başında ilkin bu yıl hep daha ödenir izin almamış olanları izine çıkarmaya mecbur kalacaklarmış. Bu da yetmezse bazı kimseleri işten azletmeleri gerekecekmiş.”
Leyla, kızları Ece’yi uyuttuktan sonra televizyon seyretmekte olan kocasının yanına sokuldu. Her akşam izledikleri film bu defa ona okadar ilginç gelmiyordu. Öksürdü ve alçak sesle sordu:
“Hasan, ne yapacağız? Ben de işsiz kalırsam…”
Hasan gözlerini televizyondan ayırmadan cevap verdi:
“Hiç aklım ermiyor Leyla. İşi terkederken aylaklık bukadar çok uzayacak diye aklıma gelmezdi. O ise…”
“Bir şeyler düşünmemiz gerekiyor.”
“Kafamı her gün yoruyorum, lakin şimdiye kadar bir karara varamadım.”
“En nihayet köye bizimkilerin yanına giderek biz de tütün yetiştireceğiz....”
“Ya toprak? Bizim tarlamız mı var?”
“Babamın sözlerine bakarsan tarım kooperatifinden yirmi dekar toprak iade edeceklermiş. Onlar onun yarısını bile işleyemeyecekler.”
“Gerekirse tütün de yetiştireceğiz. Fakat bu gelecek yıl olacak. O zamana kadar ne yapacağım… Hep böyle elimi kolumu sallayarak gezecek miyim? Aylak durmak canıma tak demeye başladı artık.”
Sustular. Çok geçmedi Leyla yine konuştu:
“Bir yıl evelsi yanımızda işe başlayan Hayriye’yi hatırlıyor musun?”
“Evet hatırlıyorum. Alçak boylu değil mi?”
“Evet. İşte onun kocası da işsizmiş ve Batıya gitmeye karar vermiş. Hollanda’ya mı, yoksa Almanya’ya mı, tam olarak anlayamadım.”
“Ne yapacakmış orada?”
“Çalışacakmış.”
“Kocasının adı Aydın değil miydi canım?”
“Evet.”
“Bugün onunla birlikte kahve içtik. Bir dostu iki yıldan beri Batıdaymış. Orada işlerini bayağı yoluna koymuş ve şimdi Aydın’ı yanına davet ediyormuş. O da karar almış ve gidecekmiş… Sınırdışı yolculuklar kolaylaşınca bayağı kişiler Batıya gitmeye heveslendiler… Lakin şu dil meselesi yok mu. Öğrenciyken Batı dili mi okuduk. Sadece bir yıl fransızca dersimiz vardı, ama öğretmenimiz de bizimle birlikte öğrenmeye çalışıyordu o dili… Dil bilmedikten sonra gideceğin yeri nasıl bulursun, kimi aradığını, niçin aradığını nasıl izah edersin… Derdini nasıl anlatabilirsin…”
“Ben de ona şaşıyorum Hasan. Gidenlerin herhalde orada yardım edecek kimseleri var. Aydın’ı da orada karşılayacak bir kimse olduktan sonra…”
“.......................”
“… Hasan, sen de gitmek istiyor musun yoksa?”
“Leyla, şimdiye