Yakup İsmail

Hayatımızın Kış Ayları


Скачать книгу

haber edecek ve onunla birlikte o da Batıya iş aramaya gidecek.

      -4-

      Aydın ile Hasan yola çıktıkları vakit Temmuz sıcakları artık başlamıştı. Trakya ovalarında ekinler iyice sararmış, biçerdöverlerin gelmesini bekliyordu.

      Otuz saatten fazla süren yolculuktan sonra otobüs Almanya’nın Frankfurt am Mayn şehrine girdi. Yabancı şehir, mimarisi bizimkilerden farklı binalar, değişik sokaklardaki pankartlar… Yol boyunda olduğu gibi şehir içinde de her şey Hasan için çok ilginçti, lakin bu anda zihnini başka bir sorun zorluyordu: Nerede inecekler, nereye gidecekler, Mümün onları karşılamaya hakikaten de gelecek mi… Hangi otogarda, hangi saatte… Sabredemedi ve sordu:

      “Yola çıkacağımızı Mümün’e mektupla mı bildirdin, telegramla mı?”

      “Mektupla.”

      “Kaç gün oldu göndereli? Almamış olabilir mi?”

      “Telaşlanma. Sokakta bırakmaz bizi! Mümün sözüne ciddi bir kimsedir.”

      Nasıl sakin olabilir ki? Yabancı yer. Almanca tek bir söz bilmiyorlar. Kime neyi ve nasıl soracaklar? Bir yudum su rica etmeyi beceremeyacekler…

      Sağa ve sola bakınırken otobüs büyük bir otogara girip durdu. Kaptan son durak olduğunu ilan ediyordu ki, Aydın gülümsedi:

      “Sakinleş! Mümün burada! Sokakta kalmamız için tehlike yok yani!”

      Hasan heyecanla sormaktan kendini alamadı:

      “Nerede?”

      Hem sordu, hem de pencere önünde el sallamakta olan kişiyi gördü. Görünce de gülümsedi ve Aydın’a fısıldadı:

      “Evet! Hakikaten de gelmiş!”

      İndiler. Sarmaş dolaş olur olmaz Mümün emreder gibi konuştu:

      “Kavrayın bavullarınızı ve gelin arkamdan!”

      Otogardan çıkar çıkmaz bir otoparka girdiler.

      “İşte şu araca bineceğiz!”

      Aydın ilgiyle sordu:

      “Bir yıl içinde otomobil de mi aldın Mümün?”

      “Otomobil almaya daha vakit var!.. Bu araçı çalıştığım yerdeki ustabaşından sizi karşılamak için aldım. Durmayın, binin!.”

      Hemen yola koyuldular. Mümün hem insanla, hem de taşıt araçlarıyle dolup taşan sokaklarda otomobili maharetle sürüyordu. Trafiği gerektiği gibi koruyabilmek için gözlerini dört açaraktan anlatmaya çalıştı:

      “İşten yalnız bir saat için çıktım. Sizi yaşadığım yere götürüp bırakacağım. Banyo alın ve yatıp dinlenin. Akşama işten döndüğümde uzun uzun sohbet edeceğiz. Memlekette ne var ne yok?”

      “İyilik. Bütün tanıdıklardan selam getiriyoruz. Lakin en çok eşinden ve annenden. Hepsi iyidirler.” Dedi Aydın.

      “Bu geçtiğimiz sokak Frankfurt şehrinin ana sokaklarından biri. Şimdi sağ tarafa kıracağız ve şehiri terkedeceğiz…”

      “Trafik burada çok yoğun, ama herkes dikkatle sürüyor,” dedi Hasan. Mümün gülümsedi:

      “Yani bizim memlekette olduğu gibi değil demek istiyorsun!”

      “Tam öyle. Olur olmaz sebeple kornaya basmıyorlar.”

      “Yayalılar da olur olmaz yerden geçmiyorlar. Başka farklar da göreceksiniz. Bazıları iyi, bazıları kötü…”

      “Yaya yolcular arasında kaideleri ihlal eden hiç mi yok canım?” dedi Hasan.

      “Var. Olmasın olur mu. Kim canına kıymaya karar aldıysa… Yaya giden yolcu kaideyi ihlal ederse sürücünün kabahatı ne?”

      Geniş bir yola çıktılar ve az sonra otobana girdiler.

      “Nereye gidiyoruz? Şehir arkamızda kaldı!” diye sordu Aydın.

      “Şurada, çok yakında bulunan Darmştat şehirine götüreceğim sizi.”

      Yarım saat sonra otobandan ayrıldılar ve Mümün’ün dediği şehre girdiler. Sağa, sola derken araç durdu.

      “Geldik!” dedi Mümün ve önündeki binayı gösterdi. ”Ben burada yaşıyorum. Şimdilik siz de burada, benim yanımda yatıp kalkacaksınız.”

      Mısafirleri açtığı kapıdan içeri aldı ve bir daha tekrarladı:

      “Ben işimin başına dönüyorum. Dinlenmekten başka yapacağınız bir şey yok. Daha fazla akşama konuşacağız. Buz dolabında ne bulursanız yeyin.”

      Mümün aceleden kaybolduğu gibi akşam üstü de kapıdan acele acele içeriye daldı. Hep daha bu sabah otoparkta onları karşıladığı heyecanla yaşıyordu. Konuşmayı hiç kesmemişler gibi devam etti:

      “Dinlendiniz değil mi? Sizi azacık beklettim. Canınız iyice sıkılmıştır.”

      “Niye sıkılsın ki?” dedi Hasan.

      “İşten geç çıktığım ve eve geçiktiğim için.”

      “Geçikme her vakit vuku bulabilir. Trafik yoğun olur, yolculuk ettiğin otobüs yahut tramvay geçikmeyle hareket eder…”

      “Trafik kırkta bir seksende iki yoğun oluyor. İş saatini korumak en büyük kanun. İşten yetmiş iki dakka daha geç çıktığım gibi…”

      “Neden?” Diye sordu Aydın.

      “Burada günde sekiz saat değil, dörtyüz seksen dakka çalışılıyor.”

      “Hep ayni değil mi?!”

      “Değil. Sizi karşılamaya gittiğim için işe yetmiş iki dakka geç başladım.”

      ”Bir saat için de hesap mı tutuyor senin patronların?”

      Bunu soran ise Hasan’dı. Mümün gülümsedi:

      “Bir saat değil, yetmiş iki dakka dedim. İşe kaç dakka geç gittiysem o kadar da geç çıkmam gerekiyor. Ama şimdi bu konuyu kapayalım. Böyle şeyleri konuşmak için çok fırsatlarımız olacak. Koşukavak’ta başka ne var ne yok?”

      Sohbet çabucak derinleşti. Hele gene Rodopların havasını hatırlattıran içki şişesi masa üzerinde belirince… Mümün’ün sorduğu kişileri de andılar, sormadığı kişileri de. Masa başında geç vakitlere kadar oturdular. Gece yarısına doğru Hasan rahatsızlığını artık gizleyemez oldu. Sorulanlara tek bir kelimeyle cevap veriyor, yerinde sakince oturamıyordu. Nihayet Mümün sabredemedi ve bıyık altından gülümseyerek sordu:

      “Ne var Hasan? Uykun mu geldi, yoksa başka bir rahatsızlığın mı var?”

      “Ben uykusuzluğa ve yorgunluğa dayanabilen bir kimseyim. Çok şeyler konuştuk, çok kişileri andık. Lakin bizi buraya getiren konuya hiç değinmedik. İş sorununu nasıl halledeceğiz? Burada iş bulabilecek miyiz?”

      Mümün her ikisine de baktı kaldı:

      “Ama siz buraya çalışmak için mi geldiniz? Ben ise bana yalnız mısafirliğe geldiniz diye düşünüyordum!”

      Hasan ve Aydın birbirilerine bakıp kaldılar. Çehreleri değişiverdi. Yalnız bir mısafirlik için bukadar masraf yapmak ve bukadar yol döğmek olur mu!? Hasan Aydın’a baktı:

      “Sen mektubunda buraya niçin geleceğimizi Mümün’e izah etmedin mi?”

      “İzah ettim…”

      Mümün daha fazla sabredemedi ve gülümsedi:

      “Sakin olun. Daha yarın sabah benim yanımda işe başlıyorsunuz.”

      Her ikisinin de