Terzioğlu İbrahim

Hüma Yağmurları


Скачать книгу

him Terzioğlu

      Hüma Yağmurları

      Sevgili Ragıp Buluç ağabeyimin ve dostlarımın aziz hatıralarına…

      Rüzgarların Eksik Olmasın!

A.Ragıp Buluç*

      Şiir, birçok kişinin sandığı gibi sadece duyguların yoğunlaştığı bir sanat dalı değildir.

      Aynı zamanda yüce bir aklın ve arıtılmış duyguların toplamıdır.

      Homeros’tan beri bu topraklarda gelişmekte olan bir sanat dalıdır.

      Yedinci şiir kitabında dostum İbrahim Terzioğlu, bu serüvene katkıda bulunuyor.

      Yelkenlerinde rüzgârların eksik olmamasını dilerim.

      “Bugün günlerden Hüma, Yarın ise Hümaertesi”

Nazmi Bilgin*

      Tanımadığım bir çocukla karşılaştığımda ilk olarak “ Adın ne “diye sorarım.

      Sonra da “Adının anlamını biliyor musun” diyeceklerim..

      Hüma ile ilk tanıştığımızda bu ikisini de söyleyemeyecek kadar küçüktü.

      Adını babası, saygı ve zarafet timsali Emin Terzioğlu gururla söyledi: “Hüma”

      Anlamını bende bilmiyordum merak ettim eve gider gitmez hemen lügatten buldum.

       “Saadet, Mutluluk, Devlet Kuşu”

      Çocuklar ismiyle yaşarmış.Hüma o günden sonra hayatımıza girdi.

      Hepimize mutluluk verdi, saadet verdi, hatta neşe de …

      Devlet kuşu ise, dedesi can dostum İbrahim Tezioğlu’nun başına kondu. Ona daha da çok yaşama sevinci verdi.

      Adına şiir kitabı yazacak kadar da yüce bir sevgi…

      Hüma hepimiz için önemliydi ama dedesi için bir başka İbrahim dede için bir şairin dizilerindeki gibi;

       “Bugün günlerden Hüma,Yarın ise Hümaertesi”

      İnanıyorum ki; Hepimizin Neşe kaynağı Hüma Yağmur Terzioğlu ‘nun yaşamı adı gibi herkese saadet ve bereket getirir.

      Bu kitabın önsözünü paylaştığımız yarım asırlık dostum Ragıp Buluç, bir süre önce, bir beyaz ata bindi ve gitti. Bende rengini bilmediğim bir ata binip gideceğim. Ama bu şiir kitabı yaşayacak.

      Büyüyüp genç kız olduğunda kitabını okuyanlar bizim kim olduğumuzu sorarlarsa” Babamı, dedemi ve beni çok seven iki fani” dersin…

      Hep artan güvenimle…

      İbrahim Terzioğlu Sanatına İzdüşüm:

      Derdi İnsan Olanın, Yüreği Ağırırmış!

Ümit Yaşar Gözüm*

      Yetenek bir armağandır, şiir ise duygu yükü. İnsan duygularını, bir elmas ustasının titizliğinde işlemeyi, yaşama dair derin bilgi ve dili kullanma becerisini öğrendiğinde, coşkun bir nehre dönüşür. Bir de şair dizeleri ile evrenin sesi olacağına inanmasın, artık dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmış demektir.

      Şiir, insanın sesini bulmasıyla başlayıp iletişim kurmayı öğrenerek doğaya yönelmesiyle başlar.

      Resmin renklerinin görünen yüzü, şiirde sözcükleri yoğurarak yakalanan ahenkte bulur kendini. Artık ne toprak ayak basılan yerdir, ne deniz bildiğimiz su, ne de gökyüzü mavi bir boşluktur.

      Şiir, yaşamın kendisidir ki; öylesine içten yakılan ağıtla hüzünlenir, sevinçte buluruz kendimizi. İbrahim Terzioğlu sanki, söylemek isteyip de bir gün karşılaşacağımızı umarak ertelediğimiz düşüncelerimizin sesidir. Ses ve anlam şairin sözcüklere üflediği kendi ruhudur. Buna rağmen şiir kendi anlamını kendi üretir. Tam da bu yanıyla düz yazıdan, nesirden ayrılır.

      Terzioğlu için şiir ayaklarının bastığı topraklarda başlar başlamasına da ötede biter. Anlamın gücü özlemin ve öfkenin gücüyle bütünleşir, alev olur yakar dizelerinde.

      Öylesine yakıcı bir ateştir ki bu, “Her şey gecede gizli; düşler, aşklar ve kederler…” dizesi Terzioğlu’nun yaşama bakışını özetler. Gece örter puslu kentin dehlizlerine sinen hüznü, kucaklar aşkları, kederleri, sevinçleri. Gün doğar kentin kadim kalesine, şair kalemine sığınır, kent insanın içini ısıtan güneşe.

      Terzioğlu, yazmak için ilhamın gelmesini beklemek yerine, kendi ilhamını yaratacağı görselliğin gücünü duyguya dönüştürür. Onun için evrende var olan her şeyin şiirsel bir yanı vardır. Yeterki, şair bakan değil, gören göz olsun.

      Pergel gibidir Terzioğlu’nun düşleri, bir ayağı Anadolu’nun bağrında sabit, diğer ayağıyla bir at başı uzanır adıyla özdeşleştiği Asya’ya, Afrika’ya, Avrupa’ya, Amerika’ya.

      Bir bahar daha lazım üşüyen yüreğime dediği yerde yetişir Hüma’sı imdadına ve dizeler yağar yüreğinden. Tıpkı başına konduğu kişiyi kutsayan devlet kuşu gibi, konar dedesinin başına.

      Terzioğlu için yeniden biçemlenen yaşama, Hüma’nın getirdiği sevinçle, kaygıyı, umudu, sevgiyi üfler şiirlerine. Yaşam bir felsefeye döner, anlamı besler, dili besler, aşkı, huzuru besler. Beslerken de, acıyı, öfkeyi dingin bir derinliğe çeker.

      Onun şiiri felsefeyle bütünleşik, üstatların ağdalı dilinin ötesinde yaşamdan beslenen bir dildir. Cümlelerden ziyade sözcüklerin kavramsal gücünden oluşan dizelerdir Yunus Emre tadı veren.

      Şiirleri, üstümüze yağan yaz yağmuru gibi, aheste aheste akan dille başlar. Özlemi dillendirirken bir gize dokunur gibidir. Bunun için şiirin dilden doğmadığını ama başladığını yeniden hatırlarız.

      Şiirinde, özlem duyduğu her şey aşktır. Aşk bir sözcük olmaktan çıkmış, ‘şey’in özüne yüklenen derin anlama dönüşmüştür.

      İnsandan yana dertlidir. Derdi, yaratılış teorisinden uzaklaşmış bir varlığın evrende egemenlik kurma ihtirasının önündeki sete, büyük engel olma isteğidir. Tepkisi, yozlaşan insanın evreni taşıdığı kutsal çöküşün arkasına sığınarak her şeyi olağan (mübah) sayan anlayışınadır.

      Belki de sonun başlangıcı burada başlıyor. Artık kitlelerin Fırat’ın kenarında kurdun yediği kuzunun hesabını verme düşüncesinden çok, kuzuyu kendisinin yiyememiş olmasına dövünmesi vardır.

      Oysa Terzioğlu, şiirlerinin ortak bağı, dostluk, insan ve doğa sevgidir. Kutsadığı değerlerin, yitirdiklerinin özlemidir. Onun bu hali, zamanın girift sarmalında dönen yaşamı, dille geleceğe taşıma çabasıdır.

      Aşktan yana güçlü bir dildir şiire dönüşen ki, sınır ötesidir ruhunu besleyen özlem.

      Şiir annedir, uzaktır, kuş uçmaz kervan geçmez karlı dağlardır. Gurbettir, aşktır. Mavi umutlara ulaşacağını düşlediği Tanrı Dağlarında Börteçine’sini bıraktığı Ergenekondur, Kızıl Elmadır, lacivert ülkedir, vazgeçilmez tutkusu Anadolu’dur.

      İnsanın derdiyle dertlenip, bir çocuğun saf ve çıkarsız sevincini kutsayacak dostlukların peşindedir. Bazen bar başını çeker doğduğu coğrafyada, bazen bir şehidin yere düştüğü yangın yerine çevrilen yüreğiyle, kurşun ağırlığında döker kağıda dizelerini.

      Bakmayın siz onun kılıcını kuşanıp Malazgirt’e sefere çıkan Alparslan misali bir deli yürek görünüşüne, ömrü insanlık adına gül taşımakla geçen bir dostluk masalıdır.

      Yaşamın kendiliğinde saklı gerçekten, mitolojik zamanlara yalın kılıç yürüyen bir Alperen’dir.

      Bilge Kağan’ın, Dede Korkut’un Mustafa Kemâl Atatürk’ün emaneti Türk imgesini, estetik kaygıya dönüştürüp geleceğe taşımaktan başka dünyevi