Hasan Kallimci

Önce Hürriyet


Скачать книгу

dilimizi, dinimizi, kültürümüzü yaşatmaya devam etmeliyiz. Vatan terk edilmez. Rus’un arzusu zaten bu, bizi göçe zorlayıp bu topraklardaki Türk nüfusunu azaltmak… Göçlerle nüfus azalırsa buralara daha kolay hakim olurlar. Kalmalıyız, üremeliyiz, topraklarımızı terk etmemeliyiz.

      Ullu Karaçay muhtarı, dizinin üstüne doğrularak konuştu:

      –Vatan elbette terk edilmez. Fakat şartlar da Karaçay Türklerini imhaya, yok etmeye götürüyor. Milletimizi imha ettirmemeliyiz. Milletin sağ olması demek, her Karaçay’ın töreleri bilmesi, Müslümanlığı unutmaması demektir. Millet sağ olunca vatan bulunur.

      Duvut’tan bir ihtiyar, ihtiyarlığının yanında heyecanını da ele veren bir sesle fikrini söylemeye başladı.

      –Hiçbir Karaçay Türk’ünü zorla yurdundan edemeyiz. İsteyen gider, isteyen kalır. Gidenler Karaçay kültürünü korur, yaşatırlar. Kalanlar, bu toprakları müdafaa ederler. Her Karaçay köyünde, ileri gelenler göçecek olanları tespit etsinler. Göç dilekçeleri tek elde toplansın. Gidecek olanların malları altına ve paraya çevrilsin. Karaçayların malı yine Karaçaylarda kalsın; Rus’a ev, tarla satılmasın.

      Konuşmalar uzadı, uzadı. Sonunda Duvut’lu yaşlının dediği yere gelindi. Göçmek isteyenlerin dilekçeleri muhtarların elinde toplanacak, birlikte Çar’a müracaat edilecekti. Göç edeceklerin mallarının satımı işiyle de ilgilenilecekti. Bu arada Abdülhamit’e de haber salınarak yerleşmek için toprak istenecekti. Karar böyle alındı.

      Camiden birlikte çıkıldı. Bahçede bekleştiler. En son imam da çıktıktan sonra yüzler köyün mezarlığına çevrildi. Geçmişlerinin ve şehitlerinin ruhlarına üç İhlâs ve Fatiha hediye ettiler; mekânlarının Cennet olması için dualar okudular. İkindi namazını da birlikte kıldıktan sonra köylerine dönmek üzere Teberdi’den ayrıldılar.

      Camiden çıkanlarla birlikte göç kararı önce Teberdi’ye, oradan da diğer köylere yayıldı. Osmanlı İmparatorluğu içinde adını en çok duydukları Şam, varılmak istenen yer olarak belirlenmişti. Karaçayların dudaklarında üç kelime dolaştı o günden sonra; göç, Abdülhamit ve Şam…

      5

      Arslanbek, ocağın kenarında, odadaki yalnızlığından aldığı rahatlıkla uzanmış yatıyordu. Gözlerinin kapalı oluşunu gören kişi onun uyuduğunu zannederdi. Aslında o, görünüşünün aksine bir sevinç ve sabırsızlık içinde vaktini geçirmeye çalışıyordu. Bu arada, içindeki duyguların aksine davranışları, evdekilere karşıydı, kasıtlıydı. Şahmelek’e olan sevgisinin evdekiler tarafından anlaşılmasından korkuyordu. Bugün sessiz ve sakin yatışı, bu sevdayı gizlemeye çalışmasındandı.

      Ullu Karaçay’ın gençleri, köy yollarında oynaşarak, şakalaşarak bekleşiyorlardı. Hepsinin gözü, köye gelen çevre yollarındaydı; sabırsızlıkları hâllerinden belliydi. Ullu Karaçaylı Ham-zat’ın toyu vardı. Yakın köylerden de toya katılmak üzere gelenler olacaktı. Gelenlerin arasında kızlar da bulunacaktı; gençlerin sabırsızlığı işte bu sebeptendi. Sevdikleri kızların gelmesi onlar için büyük mutluluktu. Toy öncesi, gündüz gezmelerinde kızlarla söyleşirler; misafir gençlerle güreşir, koşu ve taş atma yarışları yaparlardı. Gece toyda oynamak ise bambaşka bir zevkti.

      Arslanbek de Ullu Karaçay gençlerine katılarak gözü Teberdi yolunda sevdiğini beklemeyi çok istiyordu. Ancak bir huyu vardı ki yapacağı işin önceden belli olmasını ve kimse tarafından bilinmesini istemezdi. Gönlü, “Kalk, sevdiğini karşıla!” diyorsa da, bir başka ses; “Otur, oturduğun yerde!” diye emrediyordu. Oturmak ne kelime, uzanmıştı bile.

      Oda kapısı hafifçe gıcırdadı. Tavana bakan gözlerinin kısık aralığından gözbebeklerini kaydırarak baktı. Küçük kardeşiydi. Çocuk, kapıdan baktı ve çekildi.

      –Arslanbek uyuyor ana!

      –Bırak uyusun kızım, uyandırma!

      Dışardan mırıltılar, yapılan işlerin çıkardığı sesler duyuluyordu. Arslanbek, kapanan kapının ardından gülümsedi. Yalnızlığa ve düşünceleriyle baş başa kalmaya o kadar alışmıştı ki… Aslında kendisiyle baş başa kalmak da sayılmazdı bu. Düşünüyor, düşündüğü de bir çift göz oluyor; o bir çift göz, odayı düşüncelerini, gönlünü, dünyasını dolduruyordu. Bir buçuk yıl… Onu bir buçuk yıl önce, toyda tanımıştı. Fidan boylu kızın güzelliği kadar gözlerinin tesirine kendisini iyice kaptırmıştı.

      Her şeyini o kahverengi gözlerin gözbebeklerine teslim etmiş gibiydi. Gün olmuş, Şahmelek’in bakışları ona sevgi yüklü gelmiş; gün olmuş, kızın bir görüşte kendisine sevdalanacağı düşüncesini saçma olarak nitelemişti. Bir türlü kesin neticeye varamıyordu. Bir buçuk yıl sonra bugün, bir daha Şahmelek’in gözbebeklerinde eriyecekti. O mutlu dakikalara kendisini hazırlıyordu. İlk görüşmesinde, delice bakmaktan başka bir şey yapamamanın acısını, bugün söyleşerek çıkarmak istiyordu. Bol bol söyleşebileceği fırsatları nasıl hazırlayacağının planlarını yapıyordu. Bu arada, Şahmelek’e söyleyeceği güzel sözleri de zihninde sıraya dizmeye çalışıyordu.

      Kapı tekrar açıldı. Bakışlarını belli belirsiz o tarafa kaydırdığında, gelenin anası olduğunu gördü. Bir iki kımıldadı.

      –Caş!12

      Baydımat’ın gelişinde, Arslanbek’i uyandırmaya kararlı bir hâl vardı. Bunu anlayınca henüz uyanıyormuş gibi tavırlarla doğruldu, gözlerini ovuşturdu.

      –Uyuyor muydun Arslanbek?

      –Biraz canım geçmiş ana.

      –Gençlerin arasına katılmadan akşama kadar burada yatıp duracak mısın?

      –Hiç katılmaz olur muyum? Daha erken… Diğer köylerden ancak gelirler.

      –Sen gelirler diye yatadur. Teberdi’liler geleli çok oldu.

      Teberdi sözünü duyunca neredeyse “Ne, Teberdi’liler geldi mi?” diyerek fırlayıp kalkacaktı. Kendini tuttu, uyku sonrasının uyuşukluğunu yaşıyormuş gibi davranmaya devam ederek ayağa kalktı.

      –Sağ ol ana! Uyandırdığın iyi oldu. Sen gelmesen, ocağın kenarında akşamı ederdim. Konuklara karşı ayıp olur. Varıp, hoş geldiniz diyeyim.

      –De ya oğlum! Töremizde misafir gençleri karşılamamak, onlarla ilgilenmemek yakışmaz. Hemen yanlarına git, üzerine düşeni yap!

      Arslanbek, elini-yüzünü yıkamak için odadan avluya doğru çıkarken, anası oğlunun kalkmasından memnun, insan içine karışmaya gidişinden hoşlanan bir sesle söyleniyordu:

      –Git oğul, git! Genç dediğin toyda, söyleşmede yakışır. Genç kısmı, ocak başında kedi gibi kıvrılmakla vakit geçirmez.

      Arslanbek, elini yüzünü yıkarken de, sokaklarda yürürken de sevinçliydi. Beyninin içinde bir mızıka, en hareketli oyun havalarını çalıyor; ayakları parmaklarına doğru yükleniyor, sokak ortasında oynamaya can atıyordu. Neredeyse, toy evindeymiş gibi, “Hey ha!” diye naralar savuracaktı.

      Hamzat’ın toy evine vardığında, konuklardan çoğu içerdeydi. İlkin Azret’i gördü, kucaklaştılar.

      –Cuvuk bol!

      –Sav bol!

      Sonra Nürçük de geldi yanlarına. Arslanbek’le, bahçede bulunan diğer Teberdi’li gençlerle kucaklaştı. Bir ara, Nürçük ve Azret’le birlikte kalktılar. Azret, Arslanbek’e takıldı.

      –Biz Ullu Karaçay’a geleli bir yıl oldu. Nerelerdesin? Sen gelmesen, biz yanına