Hamzat’ın, konuklar da Hamzat’ın olur. İster gösterin, ister göstermeyin. Giderim eve, ocağın başına kıvrılır yatarım.
Arslanbek sözlerini henüz bitirmişti ki evden üç kız çıktı. Üç genç, gözleri kızlarda sustular. Kızların gelişi kendilerinden yanaydı. Arslanbek baktı, baktı. Ortadaki kıza takılıp kaldı bakışları. O idi… Şahmelek’ti… Boyu biraz daha uzamış, biraz daha etlenmiş gibiydi. Bakışları, tek değişmeyen bakışlarıydı; adeta bir ok, bir ateş, tatlı bir sıcaklık oluyor, ta gönlüne akıyordu. Arkadaşlarına döndü; Azret’le Nürçük gülümsüyorlardı. Önce Şah-melek’in ellerini sıktı sonra sağ taraftakinin. Üçüncü kızın elini sıkacaktı ki akrabası Zehra olduğunu o zaman fark etti. Ullu Karaçaylı Zehra’ya da hoş geldin demek tam bir mahcupluk olacaktı. Yine de elini çekmedi. Zehra ile tokalaşırken söylendi.
–Cuvuk bolun kızlar. Sen de cuvuk bol Zehra, sen de sıradan kalma.
Konuşmayı Azret’in üzerine yıkmak, rahatlamak için Zehra’ya çıkıştı.
–Neredesin Zehra? Bu Azret denen, sabahtan beri etimi tüyümü yedi, Zehra Zehra diye…
Azret ondan da kurnaz davrandı.
–Bu Arslanbek denen de ille de Şahmelek’i isterim diye tutturdu. Biz de bu çocuğu avutmaya çalışıyorduk. İyi ki geldiniz. Al Arslanbek, işte Şahmelek!
Arslanbek, bakışlarını Şahmelek’e çevirdi. Göz bebeklerinin çakıştığı an sarsıldığını hissetti. O bakışlar da kendininkiler gibiydi. O gözler de sarsılıyor, bir sevdanın içinde yanıyordu.
–Bilmem ki… diyebildi Arslanbek. Ben, Şahmelek’i bir buçuk yıl önce gördüm, hiç unutmadım. Şahmelek belki unutmuştur. Böyle güzellerin arkasında dolaşan kim bilir kaç delikanlı vardır. Unutulmuşumdur…
–İnsan sevdiğini nasıl unutabilir?
Kelimeler, kızın ağzından ne kadar da rahat çıkmıştı! Arslanbek rahatladı. Nürçük, konuyu deşmeye çalıştı.
–Şahmelek’e aferin! Sevdiğini unutmamış. Fakat ya Arslanbek’e ne demeli? Bilir misin seni nasıl beklemiş? Ocak başında kedi gibi uyuklarken… Anası uyandırmasa buraya gelmeyecekmiş. Şahmelek, gel kardeşim, vazgeç bu sevdadan! Arslanbek seni sevmiş olsaydı, Teberdi yoluna halı döşerdi.
Şahmelek aynı rahatlıkla konuşmasını sürdürdü.
–Ben Arslanbek için dikenli yollardan da gelirim.
Arslanbek rahattı, sevinçliydi artık.
–Siz Şahmelek’i temelli getirecek olun, geçeceğiniz yollarına Kafkasya’nın en kıymetli halılarını döşerim. Böyle geçici getirirseniz, karşılanmanız da bu kadar olur. Toy biter, siz gidersiniz; ben arkanızdan bakar kalırım. Belki bir buçuk sene sonra bir daha karşılaşırız.
–Ben her zaman gelmeye hazırım Arslanbek.
Ne güzel kelimelerdi bunlar! Şaka mıydı, ciddi miydi? Ah bir ayırabilseydi. Söyleşme şakası da olsa, ciddi söylenmemiş bile olsa Arslanbek için dünyalara değerdi.
–Bana kalsa Teberdi’ye hiç göndermek istemezdim seni.
Arslanbek’in bu sözüne güldüler. Yemekten önce ve sonra da söyleşmeler devam etti. Bu arada diğer köylerden gelen konukları da karşıladılar. Azret, Zehra, Arslanbek, Şahmelek, Nürçük ve Safiye toy boyunca aralarında bir söyleşme grubu kurmuşlardı. Konuşmalar, Azret’in Zehra ile, Arslanbek’in Şahmelek’le, Nürçük’ün de Safiye ile olan sevgileri üzerine idi. Şakalaşmalar, toy boyunca uzayıp gitti.
Mızıkanın oyuna davet eden sesi duyulunca kızlar kenara, hepsi de ayakta olmak üzere sıralandılar. Erkekler de ortada oyun için yeterli bir yer bırakarak açıldılar. Oyunlar oynanmaya başlandı. Mızıkanın, gençlerin kanını kaynatan sesi, tahtalarla tutulan tempo, oyunların coşkusunda atılan “Hey ha!” naraları birbirine karıştı.
Arslanbek, gecenin coşkunluğunda gönlünün arzularına teslim etmişti kendini. Gözlerini Şahmelek’in gözlerine takmış, bir buçuk yıllık hasreti gidermeye çalışıyordu. Belli olmazdı gelecek günlerin nasıl geçeceği! Belki bir buçuk yıl daha, belki daha uzun bir zaman görmeyebilirdi bu gözleri.
Birlikte oyuna kalktılar. Sağında Azret, solunda Nürçük olduğu halde; her biri sevdiği kızı karşısına aldı. Gözleri yine o bakışlara teslim, ayakları Tüz Tepsev’in figürlerindeydi. Oyun gereği, Şahmelek’in yaklaştığı anda, sevdiğinin bakışları içinde mutluluktan eriyeceğini sanıyordu. Yine oyun gereği uzaklaştıklarında kıza daha yakın olma arzusuyla yanıyordu.
Hamzat’ın toyu, Arslanbek’in hasretini gideren buluşmayı hazırlamıştı. Arslanbek, fırsatı elinden geldiği kadar değerlendirmeye çalışıyordu; oynadı, söyleşti, bakıştı…
Toydan birkaç gün sonraydı. Arslanbek, tüfeğini omuzladı. Atını damdan çıkardı ve Mingi Tav’ın yamaçlarına doğru sürdü. Neşe içinde bir hafta geçirmişti. Ocukoğlu ile işaretleştikleri yere giderken, son günlerin tatlı hatıralarını düşünüyor, Şahmelek’in –şimdiden özlediği- bakışlarının hayaliyle arkadaşlık yapıyordu.
Günlerdir Musa’yı aramamış, bir haber var mı-yok mu diye yoklamamıştı. Ocukoğlu, dağ başlarında, yalnızlığın ve ölümle burun buruna yaşamanın sıkıntısı içindeyken, kendisi Şahmelek’le gönül eğlendirmişti. Kız kararlı bir tavırla “Geliyorum!” dese ne yapacaktı? Ocukoğlu’na verdiği yemin ne olacaktı o zaman? Bir tercih yapmalı ve ona göre davranmalıydı. Önce vatan gerekti Türk milletine. Vatan sağ oldukça o topraklarda nice Şahmelekler, nice güzel kızlar büyür, yetişirdi. Ancak aklı, mantığı ne kadar “Vatan!” dese, gönlü de o kadar “Şahmelek!” diyordu.
Musa ile işaretleştikleri çam ağacının yanına yaklaşırken gören olabilir düşüncesiyle etrafa iyice baktı; kimseler görünmüyordu. Ağacın yanındaki küçük çukura yerleştirilmiş taşı kaldırdı. Orada küçük bir kozalak vardı. “Yazıklar olsun bana!” dedi. “Ben toylarda söyleşip oynarken çağrılmışım da haberim olmamış! Ya arkadaşımın başına bir iş geldiyse!” diye söylendi. Atına atladığı gibi hızlıca yol almaya başladı.
Musa’yı kendisini bekler buldu. Kucaklaştılar. Arslanbek, nefes nefese sordu.
–Ne var Musa?
–Telaşlanma, dedi arkadaşı. Bir şey yok fakat yapacağımız bir iş var.
–Hamzat’ın toyunda eğlenceye dalınca seni arayamadım; beni bağışla! Köyden ancak bugün çıkabildim.
–Hamzat’ın toyu olduğunu ben de biliyordum. Elbette oynayacaksın, söyleşeceksin, eğleneceksin. Orada görünmesen senden şüphelenirlerdi. Söyle bakalım, toy nasıl geçti?
–Çok güzeldi… Çevre köylerden gelenler oldu. Peki, görüşmediğimiz günler içinde sen ne yaptın? Kozalağı ne zaman bırakmıştın?
–Toyun bitmesini bekledim. Dün koymuştum. Bugün veya yarın geleceğini umuyordum.
Arslanbek yapacakları işi merak ediyordu, sordu:
–Ne yapacağız Ocukoğlu? Bu sefer kaç Rus’un eceli geldi?
–Sen şimdilik onu düşünme, dedi arkadaşı. Önce karnımızı doyuralım. Biliyorsun savaşa çıkacak ordu önce karnını doyurur.
Atlarını bir yayla evine doğru sürdüler. Arslanbek’in barındığı birkaç yayla evinden biriydi bu. Evler, Rus tehditlerine rağmen eşyaları ile birlikte, Ocukoğlu’nun emrindeydi. O, baskı ve kontrollerin arttığı günlerde yayla evlerinde kalmaz, sadece kendisinin bildiği birkaç mağarada