Анонимный автор

Karakalpak Halk Masalları


Скачать книгу

kız kılıcı alıp giden delikanlıyı bulamamış. Padişah bu duruma çok şaşırmış. Padişah, cellâtlarına:

      – Ülkede buraya gelmeyen kim kaldı acaba, diye sormuş. Cellâtlarından birisi:

      – Sefere çıktığımızda nehirden geçmek için yolu bulan delikanlı kaldı, diye cevap vermiş.

      Padişah onu da çağırtmış ve delikanlı saraya gelmiş. Kız delikanlıyı görür görmez tanımış ve ona sarılmış. O vakit padişah:

      – Haydi, kızım nişanın varsa göster, demiş. Kız daha önce aldığı üç tüyü göstermiş. Delikanlı da bir yandan duasını okuyup doğan donuna girmiş. Kız tüyü yerine takmış atmaca olmuş diğer yolduğu tüyü yerine takmış, sonra delikanlı tuygun olmuş. Kız son tüyü de yerine takmış.

      – İşte, benim nişanım bu, delikanlının hünerini de zaten gördünüz, demiş.

      Padişah, delikanlı ile kılıcı kendisine teslim eden komutanı yüzleştirmiş. Komutan bütün olan biteni anlatmış ve suçunu kabul etmiş. Padişah hemen orada cellâtlarına onu öldürmelerini emretmiş. Ancak delikanlı buna razı olmamış. Sonra delikanlı padişahın kızıyla evlenmiş ve padişahın yerine geçip halkını adaletle yönetmiş. Üvey babasını ve kızlarını da yanına alarak, muradına ermiş.

      GÜLZAMZE

      Eskiden fakir bir adam varmış. Onun üç çocuğu varmış. Karısı orta yaştayken ölmüş ve adam üç çocuğunu tek başına yetiştirmiş. Fakir adam yaşlanınca belinde güç, dizlerinde takat kalmamış. Ağır hastalığa yakalanmış. Ölüm döşeğinde çocuklarını yanına çağırarak onlara şöyle demiş:

      – Ben iyileşemeyecek gibiyim. Ölmeden önce bütün malımı sizlere pay edeyim, demiş. İki büyük çocuğuna kötü barakasını bırakmış, küçüğüne de elindeki tek oğlağını bırakmış. Biçare ihtiyar dünyadan göçmüş. Çocukları babalarını ağlaşarak defnetmişler. Babaları öldükten sonra beraber yaşayan üç kardeş birbirleriyle anlaşamamış. “Heyt!” diyen baba, “Hey!” diyen ana olmayınca basit şeyler için birbirleriyle kavga eder hale gelmişler.

      Çocuklardan ilk ikisi birisinin çiftçiliğine küçükleri ise bir zenginin keçilerine bakıyormuş. İki büyük ağabeyi kardeşlerine kötülük düşünmüşler. Elinden oğlağını alıp kovmayı planlamışlar. Küçük kardeşleri akşam eve geldiğinde ağabeylerinin kötü düşüncelerini anlamış ve onlarla tartışmaya başlamış. Küçük çocuk hem güçsüz, hem de kelmiş. Tartışma çıkarınca iki ağabeyi sinirlenerek dövüp elinden oğlağını almışlar ve kovmuşlar. Küçük çocuk ağabeylerinin yaptığına üzülüp hıçkıra hıçkıra ağlayarak başını alıp gitmiş. Az gitmiş, uz gitmiş, yorulup bir ağacın dibinde yatmış ve uykuya dalmış. Çocuk orada uyuya dursun. Sonrasını peri padişahının kızından dinleyelim.

      O ülkenin padişahının bir oğlu varmış. Küçüklüğünden beri ava çıkmayı seviyormuş. Bir gün hayvan avlarken yolunu kaybetmiş. Dolaşırken önüne güzel bir peri kızı çıkmış. Padişahın çocuğu peri kızını görünce kendisinin yolunu kaybettiğini de unutmuş. Çocuk bu kızı çok sevmiş. Kız da onu sevmiş gibiymiş. Daha sonra anlaşmışlar. Birisi almayı, birisi varmayı kabul etmiş. Ancak peri kızı:

      – Ben babanın sarayına gitmem. Eğer sen beni seviyorsan başka bir ülkeye gidelim, demiş. Padişahın oğlu da bunu kabul etmiş ve gece bir ağacın altında buluşalım diye anlaşmışlar. Buluşmak için anlaştıkları ağaç çobanın yorulup altında uyuya kaldığı ağaçmış. Padişahın çocuğu o gün sarayda düzenlenen büyük bir eğlenceye katılmış. Padişahın verdiği bir ziyafet olunca gece boyu bu eğlence bitmek bilmemiş. Şaraplar içilmiş, çok insan katılmış. Sonunda uykuya yenik düşüp peri kızına verdiği sözü unutan padişahın çocuğu yata dursun. Sonrasını peri kızından dinleyelim.

      Peri kızı padişahın çocuğuna verdiği söz üzerine anlaştıkları ağacın altına gelmiş. Karanlıkta hiçbir şey iyi seçilmiyormuş. Ağacın altında birisinin yattığını fark edince onun padişahın çocuğu olduğunu düşünmüş. Peri kızı iki tane atla gelmiş. Uyuyanın padişahın çocuğu olduğu düşüncesiyle:

      – Niye uyuyorsun, kalk ata bin, demiş peri kızı. Yatmakta olan çoban sesini çıkarmadan yerinden fırlayıp ata binmiş. Gece karanlığında kim kimi tanıyabilir? Birbirlerini tanımadan ses soluk çıkarmadan atlarına binip yola devam etmişler. Peri kızı padişahın oğlunun konuşmamasına şaşırmış. Ülkesinden, anne babasından ayrıldığı için üzgün olduğundan konuşmuyordur diye düşünmüş Tan ağarınca birbirlerini görmüşler. Peri kızı yanındakine dikkatlice bakınca karşısında anadan doğma kel bir delikanlının durduğunu görmüş. Ne yapacağını bilememiş. Peri kızı çok üzülse de olan oldu demiş ve durumu kabullenmiş. Bir şey demeden yola devam etmişler.

      Uzun yollardan, sayısız çöllerden geçip büyük bir şehre gelmişler. Şehrin kenarına geldiklerinde peri kızı:

      – Yaşanacak yermiş, demiş. Delikanlı da aynı fikirde olduğunu söylemiş. Peri kızı gücünü kullanarak kanadıyla toprağı sıvazlayınca mermer bir saray ortaya çıkmış. Onlar bu sarayda karı koca mutluluk içinde devran sürmüşler. Peri kızı insanoğlunun bilmediği çeşitli bitkisel ilaçlarla delikanlının başının derdine tez zamanda çare bulmuş. Delikanlı çekici ve yakışıklı bir delikanlı olmuş. Peri karısı ona her gün hayal ile iğnesiz takke ve kaftan dikiyormuş. O da bunları pazarda satıyormuş ve böylece geçinip gidiyorlarmış. Onlar öyle yaşaya dursunlar, sonrasını o ülkenin padişahından dinleyelim.

      Padişah, vezirleriyle bir gün ava çıktığında, şehrin kenarındaki mermerden yapılmış olan bir saray görmüş. Sarayın yanına yaklaştığında sarayın kapısının önünde duran bir gelin gözüne ilişmiş. Genç gelinin güzelliğine hayran kalmış ve padişah atından düşmüş. Bu o delikanlının eşi olan peri gelinmiş. Padişah bir süre sonra gözünü açmış ve etrafına baktığında sarayında yattığını görmüş. Kendisinin düştüğü yerden vezirinin getirdiğini hatırlamıyormuş. O genç peri gelini rüyasında görmüş gibiymiş. Ava çıktığını hatırlamış ve celâllenerek vezirlerini çağırmış. Padişah çağırır da durulur mu? Hemen hepsi birden padişahın önünde hazır ol da durmuşlar. Padişah o günkü olanları anlatmış ve o peri gelinle evlenmek istediğini söylemiş. Düşünüp taşınıp padişahın o genç peri gelinle evlenmesi için onun kocasının ölümüne sebep olacak bir iş verilmesine karar vermişler. Akıllı geçinen bir veziri yerinden kalkmış:

      – Padişahım, bir teklifim var, demiş.

      – Söyle, demiş padişah.

      – Ben o delikanlıyı nasıl ölüm cazasına çarptıracağımızı biliyorum, demiş.

      – Ona hiç görülmemiş deniz koyunundan dikilmiş şapka bul demek lazım, demiş vezir.

      Tamam, demiş padişah.

      – Gerçekten öldürmek için iyi bir yol, demiş vezirleri birbirlerine. Padişah cellâtlarını gönderip delikanlıyı çağırtmış. Cellâtlar onu önlerine katıp getirmişler. Padişah ona:

      – Bana şimdiye kadar hiç görülmemiş deniz koyununun derisinden dikilmiş şapka bulup getireceksin! Eğer getiremezsen sana ölüm cezası verilecek, malın mülkün de hazineye bağışlanacak, demiş padişah. Delikanlı korkudan padişahın istediği şeyin zor bir şey olduğunu düşünemeden kellesinin yerinde olmasına sevinerek:

      – Emredersiniz padişahım, demiş ve