üçümüz oturalım, demiş. Yaşlı kadını evde bırakıp kendisi ava gitmiş. Yaşlı kadın evde kalmış. Yaşlı kadın kızın gönlünü hoş edip öz ninesi gibi yakın olmuş. Kızın güvenini kazanmış. Abat’ın karısı güvenip bütün tenceresini, tabağını kendiliğinden yaşlı kadına teslim etmiş. Artık biri oğlu biri de kızı gibi olmuş.
Bir gün Abat Batır ava çıkmamış. Biraz rahatsızmış. Dinlenmek için evde kalmış. Cadı:
– Ah yavrum, üşütmüşsündür sen. Acılı bir yemek yapayım sana, terleyip iyileşirsin, demiş ve yaşlı kadın yemek hazırlayıp getirmiş.
– İçine acı biber kattım, demiş. Ama Abat Batır’ın tabağına zehir atmış. Abat Batır yemekten bir kaşık yemiş:
– Nine, yemek çok acı, demiş.
– Yavrum, acı biberi çok kattım. Gözünü yum da ye demiş. Abat yemeğini yedikten biraz sonra kendinden geçip uykusu gelmeye başlamış.
– Uykum geldi, nine, demiş.
– Uykun geldiyse uyu. Acı hastalığını iyileştiriyor onun etkisi demiş. Abat Batır horuldayarak uykuya dalmış. Bir süre sonra horultuları azalmış. Daha sonra da sesi kesilmiş. Abat Batır’ın sesi kesilince cadı içinden “kesin öldü” demiş.
– Yiğidin derin uyuyor yavrum. O uyurken suya gidip gelelim. Akarsuyu görmek iyi gelir. Gönlün de zihnin de açılır. Dolaşıp hava alalım, demiş cadı Abat Batır’ın eşine.
– Tamam, olur, ana demiş o da. İkisi beraber suya gitmişler.
– Cadı, yavrum, ikimiz sırayla suya girelim, demiş. Kız tamam deyip girmiş.
– Madem suya girdik, oyun oynayalım, sudan dışarı çıkma demiş cadı. Cadı hemen padişahın askerlerini çağırmış. Askerler kızı suyun içinden yakalayıp giyindirmişler. Hemen gemiye bindirip Kısırav padişaha götürmek üzere yola çıkmışlar. Kız yiğidinin geleceğini ümit ederek ağlayıp sızlamış. Kendi kendine, “Kara küheylan uçan kuş gibiydi. Şimdiye kadar arkamızdan yetişmiş olmalıydı. Cadı az önceki yemeğe bir şey kattı galiba.” demiş. Günlerce yol gittikten sonra Kısırav padişahın ülkesine varmışlar. Kızı padişaha götürmüşler. Kızı gören padişah görür görmez ölesiye âşık olmuş ve kıza:
– Benim olacaksın, demiş.
– Padişahım, bir şartım var. O şartımı yerine getirirseniz sizin olurum, demiş.
– Şartını söyle! Hallederiz, demiş padişah.
– Şehrin doğu tarafına insanoğlunun aklının almayacağı bir şehir inşa ettir. Bunu bir gecede bitirt. Sonra şehri yapan kişi, beni getiren nine ve üç kızınla bir gün birlikte eğleneceğiz. Eğleneceğimiz gün, güneş battıktan sonra sarayda çıra yakılmayacak. Hiç kimse dışarı çıkmayacak. İçmek için alkol gibi ihtiyaçlarımızı karşılayacaksın. Eğlenceden sonra nikâh kıydırıp sizin olacağım, demiş. Padişah:
– Tamam, demiş. “Bir gecede şehir inşa edebilecek kim varsa padişahın huzuruna gelsin, şehir inşa edecek olan kişiye padişah istediğini verecektir.” diye ilan verilmiş. Abat Batır’ın üç dostu da bu şehirdeymiş. İlanı duyan üç dostu padişahın huzuruna çıkmışlar:
– Bir gecede şehir inşa edebiliriz. Ancak bir şartmız var. Güneş battıktan sonra şehirde parlayan bir ateş ve insan olmasın, o zaman şehir inşa edebiliriz, demişler. Padişah da “Şehirde parlayan bir ateş ve insan olmasın. Kim bu emre uymazsa öldürülür ve malı padişahlığın olur!” diye ilan verdirmiş. Abat Batır’ın dostları o akşam şehri kurmaya başlamışlar. Abat Batır’ın eşinin gözüne uyku girmemiş. Abat Batır’ın üç dostunun şehri inşa etmek için padişahın huzurna çıkmalarını dileyip beklemiş. Pencereden baktığında binlerce insanın olduğunu kalabalığın yere göğe sığmadığını görmüş. Abat Batır’ın dostlarının da aralarında olduğunu anlamış. Sabaha kadar şehri inşa etmişler. Böyle olunca da kızın padişahtan istediği gibi şehri inşa eden üç kişi, padişahın üç kızı ve cadı bir gece birlikte eğlenmişler. Eğlence sırasında kız cadıyı ve padişahın kızlarnı sarhoş edip Abat Batır’ın üç dostuyla tanışmış:
– Abat Batır adlı kahramanı tanıyor musunuz, diye sormuş.
– Tanıyoruz.
– Ben Abat Batır’ın karısıyım. Bu cadı Abat’ı zehirleyerek öldürdü. Beni de buraya getirdi, demiş. Sonra kız bir şehri başka bir şehre taşıyana:
– Benim şehrimi buraya getir demiş. O da dışarı çıkmış. Az sonra sert bir fırtına başlamış. Fırtına şehri kaldırmış. Bir süre sonra fırtına durmuş.
– Getirdim şehri, demiş şehri taşıma yeteneği olan. Kız Abat Batır’ın üç dostu ile dışarı çıktığında şehrin tam evin yanına taşındığını görmüş. Kara tay da orada duruyormuş. Dördü beraber eve girdiklerinde, Abat Batır yarı çıplak halde yatıyormuş. Yedi yıllık ölüye can verme yeteneği olana:
– Oku, demiş. İkisi zikir çekmiş, ölüyü canlandıran da dua etmiş. Biraz zaman geçtikten sonra Abat Batır canlanarak:
– Çok uyumuşum diyerek yerinden fırlamış. Gözünü açtığında üç dostunu görmüş. Kucaklaşıp ağlaşmışlar:
– Siz nereden çıktınız, diye sormuş Abat Batır. Onlar olan bitenleri tek tek anlatmışlar. O zaman Abat Batır ölüp dirildiğini öğrenmiş.
Abat Batır dışarı çıkmış ve hayalinin yetmeyeceği benzersiz güzellikte olan bu şehri görmüş. Abat Batır’ı cadının uyuduğu odanın önüne götürmüşler. Karısı içeriye girip cadıyı uyandırmış ve dışarıya çıkarmış. Cadı dışarı çıktığında, Abat Batır’ı canlı, kara küheylanın da bağlı olarak durduğunu görmüş. Cadı çok korkmuş. Onlar hemen orada cadıyı kılıçtan geçirmişler.
Sonra Abat Batır padişahın üç kızını dostlarıyla nikâhlamış.
Kısırav padişah sabah kalkıp baktığında şehir ve şehre dair hiçbir şey yokmuş. Kızları da cadı da evlenmek isetiği kişi de yokmuş. Sağa sola bakmış ki şehir inşa eden üç kişinin de olmadığını görmüş. Bu başına gelen belanın o üç kişinin başının altından çıktığını şehri onların götürdüğünü anlamış ve kırk bin askerini alıp Abat Batır’la savaşmak üzere yola çıkmış. Günlerce yol gittikten sonra Abat Batır’ın şehrine gelip onunla savaşmış. Bu savaşta kırk bin askerin hepsi ölmüş. Abat Batır Kısırav padişahı yakalayarak kılıçla öldürmüş. O şehrin insanları ülkelerine tekrar kavuşmuşlar. Böylelikle Abat Batır padişah olmuş ve hepsi muradına ermiş.
KIRAN
Eskiden bir padişah varmış. O padişahın bir oğlu varmış. Bir gün padişah tek çocuğuna özel bir şehir yaptırmış. Yanına kırk yiğit yoldaşı ile zevk-ü sefa sürmesi için şarkıcılar getirtip yaptırdığı şehre bırakmış.
Günlerden bir gün oğlu babasına haber göndermiş. “On yedi yaşıma geldim, gücüm kuvvetim yerinde, ava çıkıp seyran edeyim desem altımda atım yok, belimde kemer, elimde aksungur kuşum yok.” demiş. Padişah, oğluna silahını, bakımlı küheylanını ve padişahlığına yakışır aksungur kuşunu göndermiş. Silahlarını kuşanıp atına binip şehzade ava çıkmış. Avda önünden bir ceylanın kaçtığını görmüş. Ceylanı yakalamak için kuşunu göndermiş ki bir fırtına kopmuş. Yeryüzünü karanlık kaplamış. Padişahın