görmüşler. Hemen atların bağlı olduğu yere gitmişler. Vardıklarında atların yerinde olmadığını görmüşler ve kızın atların ipini çözdüğünü anlamışlar.
– Eyvah, burada iki dev bağlıydı, onları serbest bırakmış. Aramamız lazım, demişler. Kıran aramaya çıkmış, kızı. Dünyanın yedi köşesini bir gecede dolaşmış fakat hiçbir yerde bulamamış. Başı öne eğik gelmiş:
– Hiçbir yerde izini bulamadım demiş, padişahın oğluna.
– Kıran ağa, biraz daha arasan, belki gitmediğin yerler vardır, demiş, padişahın oğlu.
Kıran düşünerek:
– Şu denizin ortasında bir ada var. Sadece oraya bakmadım. Geri kalan her yere baktım, demiş.
– Kıran ağa, o adaya da baksan, demiş.
Kıran düşünceli bir şekilde:
– Suya karşı çaresizim fakat bir defa riske gireyim demiş. Ertesi gün Kıran adaya gitmiş. Zar zor ulaşıp kızı aramaya başlayan Kıran onun bir barakanın içinde oturduğunu görmüş. Kıza buraya neden geldin diye sormuş. Kız konuşamıyormuş. İşaretle iletişim kurmuş. Çünkü devler kızı konuşamaz hale getirmişler. Kıran kıza:
– Sana bir akıl vereyim. Devler gelince ne yap et, kendi dilimde de sizin dilinizde de konuşabileyim. Çok korktum, bana yoldaş olun. Bir yere giderken de canınızı bırakıp gidin diye söyle demiş. Kız tamam anlamında başını sallamış Kıran o gün gün boyu adanın bir kenarında saklanmış. Devler geldiği zaman:
– Siz gittiğiniz zaman ben tek başıma korkuyorum. Bundan sonra bir yere gidrken yanıma canınızı bırakıp gidin, demiş. Ertesi gün devler canlarını kızın yanına bırakıp gitmişler. Devler gittikten sonra Kıran gelip:
– Canlarını bıraktılar mı, diye sormuş.
– Evet, demiş.
– Nerede diye sormuş.
– İşte, orada diye canı göstermiş.
– Canlarını bana ver, demiş.
– Hayır, veremem. Kimseye verme diye söylediler, demiş.
– Bakıp geri vereceğim, demiş.
– Al, deyip canı vermiş. Canı alınca tırnağını batırmış. Biraz sonra:
– Bizim canımıza eziyet eden de kim, diyerek iki dev gelmiş. Kıran’ı görüp:
– Vay vay! Kıran ağa, sen miydin, demişler.
– Kızı niye buraya getirdiniz, diye sormuş, Kıran.
– Senin tanıdığın olduğunu bilmiyorduk. Ne istersen yaparız ama canımızı bize geri ver, demişler.
– Aldığınız yere götürün, demiş Kıran. Devler kızı hemen aldıkları yere götürüp bırakmışlar. Sonra devler izin istemişler Kıran izin vermemiş.
– Bu şehri yerinden kaldırıp bu delikanlının babasının şehrinin doğu tarafına yerleştireceksiniz, demiş.
– Tamam, deyip şehri olduğu gibi kaldırıp Kıran’ın söylediği yere yerleştirerek canlarını istemişler. Kıran canlarını geri verip devleri göndermiş.
Padişah sabah dışarı çıkıp doğu tarafa doğru baktığında insanın aklının almayacağı güzellikte desenlerle inşa edilmiş şehir görmüş. Nereden çıktı bu şehir deyip ülkesindeki cadıyı o şehre göndermiş. Cadı şehre varıp etrafı dolaşmaya başlamış ama etrafta kimseler yokmuş Bir evi gözüne kestirmiş. Evin kapısından içeri baktığında başköşede uyuyan bir delikanlı ile sağ tarafta dönüp duran Kıran’ı görürmüş. Cadı padişaha varıp gördüklerini anlatmış. Padişah cadıya:
– O dönüp duran adamı yakalayıp getir, demiş.
– Yakalayayım. Ama bana onun için hazinedeki zehirden vermen lazım, demiş. Cadı zehri alıp o şehre gidip eve girmiş.
– Gel, anne, demiş kız.
– Geliyorum yavrum, deyip gireken ayağı takılmış ve elindeki zehir ocağın üstüne dökülmüş. Bir damla zehir de kızın yüzüne sıçramış. Kız ölecek gibi olmuş. Kıran kızın öleceğini anlayınca kızın yüzündeki zehri emmiş. O sırada padişahın oğlu uyanmış:
– Kıran ağa! Sen de çok hevesliymişsin, demiş
– Öyle değil, dostum, yaşlı bir kadın gelip zehir saçtı. Kızın yüzüne damlayan zehri çıkarıyordum, demiş. Padişahın oğlu buna inanmamış.
– O zaman ben gidiyorum diyerek Kıran evden çıkıp gitmiş.
– Kız neden inanmıyorsun, ben de hemen kanadımı kuyruğumu toplayıp uçup giderim, demiş.
O sırada padişahın askerleri toplanarak şehre oklarala saldırmaya başlamışlar. Padişahın oğlu ne yapacağını bilemeyip Kıran’ın verdiği tüylerden ikincisini yakmış ama Kıran gelmemiş. Üçüncüsünü de yakmış. O vakit Kıran:
– Gelmeyecektim ama çok istedin demiş. Padişahın oğlu Kıran’dan özür dilemiş. Kıran da affetmiş. Kıran dışarı çıkıp heybetiyle padişaha:
– Ben Kıran’ım, sinirlenirsem şehrini yerle yeksan ederim diyerek haykırmış. Senin tek çocuğuna suda silüetini gördüğü kızı buldum. Sonra da yeni bir şehir inşa edip, senin yanına getirttim, demiş.
Padişah askerlerine ok atmayı durdurun diye emretmiş. Askerler silahlarını bırakmışlar. Padişah oğluyla gelinini görüp mutlu olmuş. Düğün yapıp oğlunu tahta oturtmuş. Oğlu da Kıran’ı veziri yapmış. Adaletli padişah, adaletli vezir olarak şanları tüm dünyaya yayılmış.
AKKUVBAY PADİŞAH
Akkuvbay padişah Karakuş ile savaşıp üstü başı paramparça olup ölmek üzereyken kuşa dönüşmüş ve uçarak ihtiyar bir karı kocanın evinin çatısına konmuş. İhtiyar kadın:
– Bunu bize Tanrı göndermiştir. Yakalayıp kesip yiyelim, demiş kocasına. O zaman Akkuvbay:
– Beni kesip yerseniz bir kere doyarsınız ama benim yaramı iyileştirirseniz, ben sizin isteklerinizi yerine getiririm, demiş. İhtiyar adam Akkuvbay’ı çatıdan alıp yaralarını iyileştirip birkaç gün evinde bakmış. Akkuvbay yaraları iyileşip kendine geldikten sonra:
– Şimdi beni uçur. Ne zaman ben gözden kaybolursam uçtuğum tarafa doğru beni aramaya çık. Neye ihtiyacın olursa yardımcı olurum, demiş ve Akkuvbay padişah uçup gitmiş.
Akkuvbay gözden kaybolduktan sonra ihtiyar adam eline bastonunu alıp aramaya gitmiş. Ararken bir yerde at sürüsüne rastlamış.
– Bu kimin atı diye sormuş ihtiyar adam, seyise.
– Akkuvbay padişahın atı, diye cevap vermiş adam.
İhtiyar yoluna devam etmiş. Biraz gittikten sonra önüne deve sürüsü çıkmış.
– Bu develer kimin devesi diye sormuş ihtiyar adam.
– Akkuvbay padişahın develeri, demiş deveci. İhtiyar yine yoluna devam etmiş. Bir süre sonra yayılmakta olan koyun sürüsüyle karşılaşmış.
– Kimin koyunları diye sormuş, ihtiyar adam.
– Akkuvbay padişahın koyunları, diye cevap vermiş, çoban. İhtiyar adam Akkuvbay padişahın bu kadar zenginliğini görüp şaşkınlık içinde araya araya padişahın sarayını bulmuş.
Padişah,