Büyük Millet Meclisi’nin toplantı salonunda bir Fransızca gazeteyle Akif’e geleceklerdir. Gazetede Pierre Loti’nin16 Türkler hakkında bir yazısı vardır. Akif gazeteyi alır ve Meclis’te yanlarında otururken gözleriyle okuduğu yazıyı sözleriyle tercüme eder. Akif bu denli Fransızca bilir.
Mehmet Akif’in rüştiyeden mezun oluşu aile içinde küçük çaplı bir tartışmayı da beraberinde getirecektir. Rüştiyeden sonra öğrenimine devam etmek isteyenler ya dini eğitimin verildiği medreselere ya da modern eğitimin verildiği idadilere giderlerdi. Medreseye devam edenler sarık sararlar, idadiye devam edenler fes takarlardı. Eskiyle yeninin iç içe olduğu böyle bir dönemde de birtakım çatışmaların ortaya çıkması kaçınılmazdı. Emine Şerife Hanım, daima “Hocazadem” şeklinde çağırdığı Mehmet Akif’in modern anlamda eğitiminin yeterli olduğunu, mahalle mektebi ve rüştiyeyi bitirdiğine göre artık sarık sarması gerektiğini söylemektedir. Tahir Efendi’nin kendisi de bir medrese hocasıdır. Oysa oğlunun medreseye gitmesine karşı çıkar. Nasılsa medresede öğretilen dini ilimleri oğluna o öğretiyordur, o halde modern eğitim sisteminin rüştiyeden sonraki adımı olan idadiye gitmelidir.
Okul seçiminde Tahir Efendi’nin tercihi dikkat çekicidir. O, her ne kadar dönemin geleneksel eğitim kurumlarından birinde öğretmenlik yapsa da modern eğitim kurumlarının, dolayısıyla devletin istikbalinde -inanç kadar- çağdaş bilimlerin gerekliliğinin farkındadır. Mehmet Akif’in hayatı boyunca bağlı olduğu İslamcı pozitivist anlayışın temellerinin, Tahir Efendi’nin bakış açısıyla atıldığını söylemek mümkündür.
Tahir Efendi’nin, oğlunu Mülkiye İdadisine17 kaydettirirken istenilen kayıt harcına parası çıkışmayacak, gümüş saatini harç için vermek isteyecektir. Fakat bu durumu uzaktan gören okul kâtibi, harcı yarın da yatırabileceklerini söyleyerek Tahir Efendi’yi rahatlatacaktır.
İdadi yıllarında Mehmet Akif’te bir başka ilgi uyanacaktır: Güreş. Emine Şerife Hanım, okuldan dönen oğlunun bazen zeytinyağı içinde gelmesine anlam veremez ve onun, hemen yakınlardaki bir yangın yerinden kalma boş arsada güreş yaptığını öğrenir. Zaten baştan bu yana Akif’in idadiye gitmesine muhalif olduğundan, bu yeni haberi de okulun başlarına sardığı bir başka uğursuzluk kabul eder. Oysa Akif, okul arkadaşlarıyla güreş tutmak yerine Kıyıcı Osman Pehlivan’dan güreş dersleri almaktadır.
Mülkiye Mektebinden mezun olmadan önce, birtakım talihsizlikler birbirini izler. 1888’de Mehmet Tahir Efendi yakalandığı gırtlak veremi nedeniyle vefat eder. Henüz on beş, on altı yaşındadır Mehmet Akif. Bu büyük acıyla birlikte aile hem manevi hem de maddi yönden sıkıntılar içine girer. O günlerde Mehmet Akif idadinin üç yıllık idadi kısmını bitirmiş, iki yıllık yüksekokul kısmına başlamıştır. Babasının vefatının ardından, ailecek Yakacık’ta vakit geçirdikleri sıra Sarıgüzel’deki evin çıkan yangında kül olduğu haberini alırlar. Babasının öğrencisi Pirzirinli Hoca Mustafa Efendi’nin yardımlarıyla ev yeniden yaptırılırken18, idadinin üç yıllık ilk aşamasından iki yıllık ikinci aşamasına geçmiş Mehmet Akif de 1889’da bir seçim yapmak zorunda kalır. Her ne kadar idadiden sonra Hukuk Mektebine gitmek istese de hem sadece memurluk yapabileceği bir meslek seçmek istemediğinden hem de babasının ölümüyle zor durumda kalan aileye bakabilmek için daha kolay iş bulabileceği, Baytar Mektebi diye bilinen Halkalı’daki parasız yatılı Baytar Mekteb-i Âlisine (Halkalı Veterinerlik Yüksek Okulu) başlar. Mülkiye İdadisinde beraber okudukları arkadaşı Selahattin Bey; yaşadığı dönemde sevilen sayılan bir kişi olan Tahir Efendi’nin ölümünden sonra da elde ettiği saygınlıkla, Akif’in Halkalı’daki okula gündüzlü öğrenci olarak babasının talebesi Mustafa Efendi adında önemli bir kişi tarafından kaydının yaptırıldığını söyler.
Halkalı Baytar Mektebine ait bina, günümüzde üniversite olarak kullanılmaktadır.
Akif babasının vefatı sonrası ata topraklarını görmek ister ve amcasını ziyaret amacıyla İpek’e gider, dönüşte medresede okuması için amcasının oğlunu da yanında getirir.
Başlangıçta Ahırkapı’da olan Baytar Mektebi iki yılın ardından Halkalı’ya taşınır. Sarıgüzel’le Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi arasında mesafe yaklaşık on yedi kilometre olduğundan, Akif de gündüz gidip geldiği okula sonra yatılı olarak devam etmek zorunda kalır. Her hafta sonu yine bu on yedi kilometrelik yolu yürüyerek gidip gelir.
Baytar Mektebinin bütün hocalarının sevgisini kazanan Mehmet Akif, burada özellikle Rıfat Hüseyin’den etkilenecektir. Bizzat Pasteur’dan19 eğitim almış Rıfat Hüseyin Paşa, Akif’in Baytar Mektebine başladığı yıl Paris’ten dönmüştür. Dini duygularında daima samimi olmuş, ibadetini sürdürmüş Akif; onun sayesinde, Hristiyan bir bilim adamı olan Pasteur’a da samimiyetle saygı duymuştur. Bir anlamda Baytar Mektebi, Mehmet Akif’teki imanla ilim bütünlüğünü, samimi imanı yanında başka inançlara sahip ilim insanlarını da kabullenmeyi ve onlara hayranlık derecesinde saygı duymayı pekiştiren bir süreç olmuştur. Akif, bu yıllarda bir taraftan da dini eğitime devam etmiş, Filipeli Arap Hafız nezaretinde altı ay gibi kısa bir sürede Kuran’ı hıfzetmiştir.
Okul yıllarında beşeri ilimler yanında bir taraftan da şiirle ilgilenmeye başlayan Mehmet Akif, 1893’te okulu birincilikle tamamlar.
Baytar Mektebinden mezun olmasıyla birlikte memuriyet hayatı başlar.
EVLİLİĞİ VE ÇOCUKLARI
1 Eylül 1898’de Tophane-i Amire veznedarı Mehmet Emin Beyin kızı İsmet Hanımla evlenir. Mehmet Akif yirmi beş, İsmet Hanım yirmi bir yaşındadır. Mehmet Emin Bey hali vakti yerinde, sayılan ve sevilen birisidir. Hırka-ı Şerif semtinde, Veznedar Konağı adıyla bilinen bir konağı vardır. Mehmet Akif’le İsmet Hanım’ın düğünleri de bu konakta yapılmıştır. Düğünün ardından Mehmet Akif ve İsmet Hanım bir ay kadar bu konakta kalmışlar, ardından, 1889’da yandıktan sonra yeniden inşa edilen Sarıgüzel’deki eve geçmişlerdir. Fakat evliliklerinin ilk yılı Fatma Cemile dünyaya gelince bu ev dar gelmiş, Akif’in “İstanbul’da ikamet etmediğim bir semt kalmadı” diyeceği üzere birçok semtte kirada oturmuşlardır.
Soylu bir aileden gelen İsmet Hanım ailesine bağlı, güçlü bir kadındır. Mehmet Akif’in uzun seyahatleri sırasında çocuklarıyla yalnız başına ilgilenmiş, eşini Mısır yıllarında yalnız bırakmamıştır. Fakat erken yaşlarda yakalandığı astım hastalığı nedeniyle büyük sıkıntılar yaşamıştır. Mehmet Akif, 1925’ten sonra yerleştiği Mısır’da İsmet Hanım’la yakından ilgilenmiş, ev işlerini yapmış, kimi zaman eşine kendi elleriyle yemek yedirmiştir. Tüm bu sağlık problemleri zamanla İsmet Hanım’ın sinirlerini de bozmuştur.
Mehmet Akif’in eşi İsmet Hanım
Mehmet Akif ve İsmet Hanım’ın altı çocuğu dünyaya gelir. 1899’da doğan Fatma Cemile, gazeteci Ömer Rıza Doğrul’la evlenir. Mehmet Akif’le 1915’te Mısır’da tanışan Ömer Rıza aslen Burdurlu bir ailedendir. İstanbul’a döndükten sonra Mehmet Akif’le görüşmeyi sürdürmüş ve bu sırada Fatma Cemile ile evlenerek ailenin damadı olmuştur. Bir gün Mithat Cemal20, Akif’e “Mısır’dan başka yerde kendine damat bulamadın mı?” diye sorar. Akif, arkadaşının bu sorusuna, uzun bir susuştan sonra “Ömer Rıza Türktür!” diye karşılık verir.
Akif’in de çok sevdiği