şunların felâketine.
Ya “Paylaşıldı mı artar durur sürûr-i beşer;
Kederse aksine: Ortakla eksilir” derler.
Akif buradan İslam dünyasının durumuna geçer. Esirlerin tamamı Müslüman ülkelerden toplanıp Rus, İngiliz ve Fransızların Almanlara karşı savaşmak üzere cephenin ön sıralarına yerleştirdikleri kişilerdir. Cahil bırakılan ve sömürgeleştirilen bu insanlar “Almanlar İstanbul’u işgal etti. Halifenizi esir aldı. Biz halifenizi kurtarmak için savaşıyoruz. Bu savaş halifenizi kurtarma savaşıdır.” denilerek kandırılmışlardır. Akif’in içinde bulunduğu heyet, esirlere savaşın gerçeklerini anlatır. Aynı bakış açısı şiirine de yansır:
Hesaba katmıyorum şimdilik bizim yakada
Sönen ocakları; lakin zavallı Afrika’da
Yüz elli bin kadının tütmüyor bugün bacası.
Ne körpe oğlu denilmiş, ne ihtiyar kocası,
Tutup tutup getirilmiş Fransız askerine.
Siperlik etmek için saff-ı harbin önlerine
Akif, Berlin’de çok önemli görüşmeler de yapar; Alman şarkiyatçılarla görüşür. Fakat Akif’in içinde o günlerde sıkıntı vardır. Anadolu’da Çanakkale Muharebeleri26 yapılmaktadır. Gözü, kulağı oradan gelecek haberdedir. O günlerde Berlin’de tanıdığı bir Türk zabitini “Çanakkale düşmez” dediği için bir anda sever, üstelik Berlin Hatıraları şiirini de ona ithaf eder.27 Zaten şiirin son bölümleri bu ‘Çanakkale düşmeyecek’ duygunu anlatır. Berlin’den, yıllar sonra İstiklal Marşı’na başladığı sözcükle seslenir milletine:
– Korkma!
Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz;
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!
Düşer mi tek taşı, sandın, harîm-i nâmûsun?
Meğer ki harbe giren son nefer şehîd olsun.
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa;
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa;
Bu altımızdaki yerden bütün yanar dağlar,
Taşıp da kaplasa âfâkı bir kızıl sarsar ;
Değil mi cebhemizin sînesinde îman bir;
Sevinme bir, acı bir, gâye aynı, vicdan bir;
Değil mi cenge koşan Çerkes’in, Lâz’ın, Türk’ün,
Arab’la, Kürd ile bâkîdir ittihâdı bugün;
Değil mi sînede birdir vuran yürek… Yılmaz!
Cihan yıkılsa, emîn ol, bu cebhe sarsılmaz!
Nasıl ki yarmadan âfâkı pâre pâre düşer,
Hudâ’yı boğmak için saldıran cünûn-i beşer;
Nasıl ki nûr-i hakîkatle çarpışan evhâm;
Olur şerâre-i gayretle âkıbet güm-nâm,
Şu karşımızdaki mahşer de öyle haşrolacak,
Yakında kurtulacaktır bu cephe…
– Kurtulacak… Demek yıkılmayacak kıble-gâh-ı âmâlim..
Demek ki ölmüyoruz… Haydi arkadaş gidelim!”
Akif’in Almanya’da kaldığı otel de dikkatini çeker. Berlin’de meşhur Brandenburg kapısının yanında tarihi bir otelde misafir edilir. Şehrin güzelliğine, gelişmişliğine hayran kalır. İstanbul’daki otellerle karşılaştırır. Ancak derdi, geri kalmışlığa üzüldüğünü vurgulamaktır.
Berlin Hatıraları’nda yer alan, otelle ilgili kısım şöyle başlar:
Meğer oteller olurmuş saray kadar ma´mûr:
Adam girer de yaşarmış içinde, mest-i huzûr:
Beş altı yüz odanın her birinde pufla yatak…
Nasîb olursa eğer, hiç düşünme yatmana bak!
Sokakta kar yağa dursun, odanda fasl-ı bahâr,
Dışarda leyle-i yeldâ, içerde nısf ı nehâr!
Hayât-ı nûrunu temdîd edip her âvîze,
Fezâda nescediyor bir sabâh-ı pâkîze,
Havâyı kızdırarak hissolunmayan bir ocak;
Ilık ılık geziyor, her tarafta aynı sıcak.
Gürül gürül akıyor çeşmeler, temiz mi temiz;
Soğuk da isteseniz var, sıcak da isteseniz.
Gıcır gıcır ötüyor ortalık titizlikten,
Sanırsınız ki zemîninde olmamış gezinen.
Ne kehle var o mübârek döşekte hiç, ne pire;
Kaşınma hissi muattal bu i´tibâra göre!..
Unuttum ismini… Bir sırnaşık böcek vardı…
Çıkar duvarlara, yastık budur, der atlardı.
Ezince bir koku peydâ olurdu çokça, iti…
Bilirsiniz a canım… Neydi? Neydi? Tahtabiti!
O hemşerim, sanırım, çoktan inmemiş buraya,
Bucak bucak aradım, olsa rast gelirdim ya!
Mehmet Akif’in bir diğer önemli seyahati Necid’edir. 1915 yılının Mayıs ayında, yine görevli olarak ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın başkanı Kuşçubaşı Eşref Bey’in28 idaresindeki bir başka heyetle Arabistan’ın Necid bölgesine gider. Seyahatin amacı, Şerif Hüseyin’in İngilizlerle anlaştığının anlaşılması üzerine devlete bağlı kalmış İbnürreşid’le görüşmek ve ona hediyeler götürmektir. Nitekim bu görüşmeler yapılır ancak tam istenen sonuç alınamaz çünkü geç kalınmıştır. Dönüşte Şam ve Beyrut’a uğrayıp aynı yılın ekim ayında İstanbul’a dönecektir. Mehmet Akif bu seyahatten hareketle Necid Çöllerinden Medine’ye şiirini yazar.
Kutsal topraklardaki şair, Necid Çöllerinden Medine’ye şiirinde düşüncelerini, duygularını bir başkası aracılığıyla dillendirir. Temsili karakter olarak duygularını ve hislerini aktardığı kişi Sudanlı biridir. O zamanlar gaye, geniş toprakları ve hâkimiyeti korumak olduğundan ittihad-ı İslam idealini Sudanlının ağzından anlatır. Bölgede yaşanan olumsuz gelişmelere rağmen her zamanki gibi şiirinde umudu ön planda tutar. Kudüs, Gazze, Beyrut, Şam, Necid Çölü, Sina Çölü, Kâbe, Ariş, Humus, Menâma, Medine gibi Harîm-i Osman’ın mekânlarını gezen şair yüksek ideallerini yaşatarak orada bulunur.
Necid Çöllerinden Medine’ye şiiri “Ya Nebi” diyerek başlatılır, ardından şiirde konuşturulan karakter olan Sudanlının sözleri gelir:
…Şu halime bak!
Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca sahranın
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın!
Şiirde Sudanlı genç üç aydır yollardadır. Tıpkı Mehmet Akif gibi çölü geçmek ister. Mehmet Akif ve diğer heyet üyeleri de zorlu yolları aşmışlardır. Heyetin amacı Müslümanlık paydasını vurgulayarak Osmanlı’nın varlığını devam ettirmektir. O nedenle şiirde manevi vurgular da çoktur:
Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak
Önümde