Denilebilir ki, gazete ve dergilerdeki bu canlılık kimlik arayışına zemin hazırlamış, kolaylık sağlamıştır. 70 sonrasında yükselişe geçen Kosova Türk nesri, çocuk edebiyatı ile de her noktada mücadelesini sürdürmüştür. 1979 yılında yayın hayatına giren “Kuş” çocuk dergisi bunun bir göstergesidir.
Süreyya Yusuf’un 1974 yılında yayınladığı Ali Ağa adlı öyküsü Çağdaş Kosova Türk Edebiyatı için oldukça büyük bir önem taşımaktadır. Bu tarihten sonra Süreyya Yusuf’un taşına basarak Çağdaş Kosova Türk Öyküsünü Enver Baki, Hasan Mercan gibi isimler ileri taşımıştır. Ancak 80 sonrasında ilk kitabı Yazgı ile Kosova Türk Öykücülüğüne biraz acemi olarak da olsa katılan Reşit Hanadan, 1985 yılında yayımladığı Duygu Tutsağı ile büyük bir katkı sağlamıştır.
Çağdaş Kosova Türk Edebiyatı’nda roman kulvarı İskender Muzbeğ’in Tan Gazetesi’nde tefrika edilerek yayınlanan Yanan Sevgilerle romanı ile başlamış olsa da uzun bir süre bunun devamı gelmemiştir. Bu noktada Çağdaş Kosova Türk nesrinin roman kulvarında ilk ciddi adımın Reşit Handan tarafından Sel romanı ile birlikte atıldığını söylemek yanlış olmaz. Hanadan, o güne kadar ki edebiyat ortamında yapılmayanı yapmış ve ilk derli toplu romanı yayımlamıştır.
Çağdaş Kosova Türk Edebiyatı’nın son döneminde karşımıza çıkan Genç Bay (1995), Türkçem (1999), Sofra (1999) ve Yeni Dönem (1999) gibi dergiler oldukça önemlidir. Ancak Reşit Hanadan’ın yayımladığı romanlar dışında beklenilen, arzu edilen coşkulu bir edebî istikrar halen sağlanamamıştır.
Çağdaş Kosova Türk Edebiyatı’nda Prof. Dr. İrfan Morina, Prof. Dr. Nimetullah Hafız ve Prof. Dr. Tacide Hafız gibi önemli isimlerin antolojileri ve akademik eserleri Kosova Türk Edebiyatı için umut vermektedir. Ancak Kosova Türklerinin bölgedeki tarihi ve kültürel izleri düşünüldüğünde daha kalıcı, daha üretken ve devamlılığı olan genç yazarlara olan ihtiyaç da çok açıktır. Dileğimiz, burada yazılacak olan eserlerin ve seçkin Türk kültürünü temsil edecek üretken yazarların artmasıdır.
Siyasal koşulların toplumu olduğu kadar edebiyatı da derinden etkilediği bilinmektedir. Yalnızca siyasal koşullar değildir edebiyatı etkileyen; tarihsel, dinsel ve bireysel geçmiş de önemlidir. Bu noktada Lucien Goldmann’ın ürettiği ve yazınsal metni oluşturan “oluşumsal” yapıyı tümüyle ele alan modeli etrafında Reşit Hanadan’ın eserlerinin incelenmesinin ne kadar önemli olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Hanadan, romanlarını yazarken toplumunun belleğini de hesaba katmaktadır. Kosova Türklerinin yaşadıkları her türlü zorluğu onun eserlerinde görmemiz mümkündür.
Lucien Goldmann’ın “Oluşumsal Yapısalcılık” adını verdiği modeli, tıpkı Hanadan’ın romanlarında olduğu gibi, romanın sosyolojik yönüne de dikkat çekmektedir. Bu noktada önce edebiyat sosyolojisine sonra da Goldmann’ın modeline değindikten sonra Hanadan ve eserleri üzerine yoğunlaşılmıştır.
I. BÖLÜM
I. Edebiyat Sosyolojisi ve Lucien Goldmann’ın Oluşumsal Yapısalcı Eleştiri Metodu
Edebiyat, bu güne kadar pek çok araştırmacı ve yazar tarafından tanımlandı veya anlamlandırılmaya çalışıldı. Edebiyat üzerine yapılan tanımlar çeşitlilik gösterse de hepsinin ortak görüşü malzemesinin “dil”, kaynağının “yaşantılar” olduğudur. Örneğin Gürsel Aytaç, edebiyatı şöyle tanımlamaktadır: “Edebiyat, malzemesi dil, kaynağı yaşantılar ve hayal gücü olan bir yaratıcılık, başka bir deyişle sanat dalıdır.”9 Aytaç’ın da belirttiği gibi edebiyat bir sanat dalıdır ve tüm diğer sanat yapıtları gibi (müzik, tiyatro, resim vb.) içerisinde yaşantıyı yani toplumu barındırmaktadır.
Sanat, kendisini oluşturan temel dinamikler göz önünde tutulduğunda, öncelikle toplumsal bir ürün olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda, sanatsal yaratının, içerisinden çıktığı toplumsal yapıyla birebir ilişki içerisinde meydana geldiği, geliştiği veya değiştiği ifade edilebilir.10 Sanat yapıtları, bünyesinde toplumun tarihini, ekonomisini, kültürel değerlerini, kısacası, kendi toplumunun sosyolojik yapısını barındırır. Sonuçta sanat yapıtını meydana getiren sanatçı da toplumun bir parçasıdır ve toplumun sosyal koşulları onun biçeminin oluşmasında etkin bir rol oynamaktadır.
Sanatçı, topluluklarının eylemlerini, yaşama ve davranış biçimlerini, giderek sanat anlayışlarını derinden etkiler. Düşünce tarihi açısındansa, yayımladıkları bildirilerde yalnızca sanat anlayışlarının temel ilkelerini değil, romantizm fütürizm, dadacılık, özellikle de gerçeküstücülükte olduğu gibi belli bir dünya görüşünü dile getirirler.11
Edebiyat, var olduğu günden bu yana, toplumsal koşullar doğrultusunda kendini güncellemiştir. Sosyal yaşantıya, tarihe etki etmiş her olay ve bu olayın sonucunda oluşmuş olan dönem, bir önceki dönemin edebiyat anlayışına başkaldırmış, onu yıkmış ve kendine özgü bir edebiyat anlayışı geliştirmiştir. Bu nedenle edebiyat-toplum ilişkisini incelemeye eğilirken toplulukların incelenmesi, araştırmacıya kolaylık sağlayacaktır.
Bir edebî eserdeki toplumsal olayların, olguların ve durumların sistemli bir şekilde değerlendirmesi yazın toplumbilimi, başka bir deyişle edebiyat sosyolojisinin alanına girmektedir. Edebiyat sosyoloğunun yaptığı bu değerlendirme, esasında, edebî eserdeki toplumsal olayların açıklığa kavuşturulmasından, açıklanmasından başka bir şey değildir. Fakat bunu yaparken, incelenen yapıtın bir edebiyat eseri olduğunu unutmamak gerekir.
Robert Escarpit bu konuyu şöyle açıklar: edebiyat sosyolojisi, edebî vakıanın kendine haslığını gözetmek zorundadır. Bu çeşit bir anlayış meslek adamına olduğu kadar okuyucuya, okuyucuya olduğu kadar geleneksel tarihçi veya tenkitçi edebiyat sosyolojisine görevinde yardımcı olacaktır. Bu konular, edebiyat sosyolojisine dolaylı olarak kalmaktadır: Ona düşen şey, bu konuları cemiyetin önemi nispetinde anlamaktır.12
Sosyolojik eleştirinin başlangıcını Vico’nun La Scienza Nuova (1725) adlı kitabında bulurlar çoğu eleştiriciler. Vico kitabının bir yerinde Homeros’u psikolojik ve sosyal açıdan yorumlamaya çalışmıştı. Sonraları Almanya’da gelişmeye başlayan bu tutum Herder’de daha da belirli bir hal aldı. Madame de Steal, De la Litterature considéreé dans ses raports avec lés instutions sociales (1800) eseriyle, sonraları, Fransa’da çok gözde bir yöntem sayılan sosyolojik yöntemi başlattı. Fakat bu yöntemi ilk defa Hippolyte Taine’in kullandığı kabul edilir.13
Mme de Steal, Türkçeye Edebiyata Dair adıyla çevrilen eserinin başında, “bu eserde, dinin, âdetlerin, kanunların edebiyat üzerinde, edebiyatın da din, adetler ve kanunlar üzerinde ne gibi tesiri olduğunu incelemeyi kendime hedef tuttum,”14 diyerek kitabın yazınsal bir eleştiri olmadığını, yazın toplumbilimi eleştirisi olduğunu açıkça ifade etmiştir.
Taine de, edebiyat tarihini incelerken ırk, ortam ve dönemi göz önünde bulundurarak edebiyat sosyolojisine mütevazı bir katkıda bulunur. Taine yaklaşımı, edebiyat sosyolojisi açısından önemli olsa da, başarılı değildir. Berna Moran, Taine’in yaklaşımını açıkladıktan sonra bu üç kavramın kesinlikten uzak olduğunu, bu kavramların kabaca kullanıldığını belirtmektedir.15
Sanat yapıtlarının toplumbilimi açısından incelenme