Tölögön Kasımbekov

İnsan Olmak İstiyorum


Скачать книгу

yayıldı.

      –Aman evladım! İhtiyarlık işte! dedi ve çevik bir hareketle atımın dizginlerini tuttu. Sen miydin? İn yavrum attan! dedi.

      Ben attan inip, Seyde Anamın hâlini hatrını sorarken, evden sülün yavrusu gibi zayıf ve kısa boylu bir yaşlı kadın çıkageldi. O ışığı sönmüş gözleri ile bakarak, selamıma yavaşça dudaklarını kıpırdatarak karşılık verdi. Yaşı yetmişi geçmiş gibiydi ama hala dinç görünüyordu. Sırtı da kamburlaşmamıştı. Belinde oğlak derisinden yapılan kuşak vardı. Bu kadın Seyde Ana’nın annesiydi.

      O sırada oynadığı yerden, evin öte tarafından on bir yaşlarında bir esmer çocuk çıkageldi.

      –Aaa, dedi beni görür görmez ve koşarak geldi, kollarını açarak kucağıma atladı. “Tilegen Ağabeyim gelmiş!” diye sevinerek bana sarıldı.

      Ben de onun kollarından tuttum ve yukarı kaldırıp yanaklarından öptüm.

      –Satış! Artık kocaman adam olmuşsun be! diyerek başını sıvazladım.

      –Ah, nasıl da kan çekti baksana! Sülün yavrusu gibi zayıf, ufak tefek ihtiyar kadın başını sallayarak dudaklarını oynattı. Babası dirilip de gelmiş kadar sevindi!

      Oğlunun bu durumunu gören Seyde Ana’nın yüzünde hüzün belirdi, gözleri doldu. Eski bir sergiyi getirip dut ağacının gölgesine serdi.

      –Otur, kurban olayım, dedi bana sevgi dolu bir sesle.

      Göz ucuyla bakınca gördüm ki evin ve öndeki küçük odanın içi boş değildi, içeriden bir ahır dolusu oğlağın durmadan geviş getirirken çıkardığı bir ses gibi hışırtı geliyordu. Meğer hışırtı ipek böceklerinden geliyormuş. Dut yapraklarıyla tıka basa doyan kurtlar, tombullaşmışlar. Bazıları kasanın içinden yukarı doğru çıkmaya çalışıyor, başlarını sağa sola sallıyorlardı. Koza yapma mevsimleri gelmişe benziyordu. Bu arada ipek böceklerinin olduğu taraftan ortaya tuhaf bir koku yayılıyordu.

      Satıkul, bir dizime dirseğiyle dayanarak yere oturdu ve iri gözlerini ikide bir açıp kaparayak yüzüme bakıp aklına gelen şeyleri sormaya başladı:

      –Tilegen abi, nereden geliyorsun?

      –Kara Köndöy’den, orada öğretmen olarak çalışıyorum.

      –Hımm, şimdi nereye gidiyorsun?

      –Köyümüze, Satışcığım. Akcol’a gidiyorum. İlçede de biraz işim var.

      Satıkul, yerden bir ot kopararak iki eliyle tutu ve ucunu dişleyerek susup yere baktı. Derin derin bir şeyler düşünüyordu. O sırada Seyde Ana siyah kâsede ayran getirdi. Tam olgunlaşmamış duttan biraz toplayıp bir tabağa koyup önüme getirdi. Ben soğuk ayrandan birkaç yudum aldıktan sonra Satıkul’a uzattım.

      –Al Satış ayran iç?

      O ayrana bakmadı bile. Yamalı, güneşte rengi solan eski gömleğinin dut rengine boyanmış lekeli kenarlarından tutarak “Ben de seninle geleceğim” diye seslendi.

      –Sen nereye gideceksin? diye anneannesi çocuğa sert sert baktı. Büyüklerin sözünü dinleyeceğine ne mırıldanıyor bu?

      –“Akcol’a” dedi Satıkul. Yaşlı kadın çocuğun ne düşündüğünü daha yeni anladı.

      –Ne! dedi yüksek sesle. Yolcunun ardından gidip sahipsiz kalma da! Sen gidersen burada ninen ne yapar… çok konuşup, mırın kırın edeceğine ağabeyinin sunduğu ayranı içsene!

      Satıkul, boynunu omzuna doğru eğdi, omuz silkti ve burnunu çekip kaşlarını yukarı kaldırıp ninesine sert sert baktı “içmeyeceğim” dedi.

      –Ağebeyin iç diyor, hadi içsene oğlum!

      Satıkul, istemeden ayranı eline aldı ve bir anda iştahla içti. Boş kâsenin kenarını işaret parmağı ile temizledi. Seyde Ana:

      –“Annen nasıl? İyi mi?” diye sordu. Haa bu arada duttan da ye oğlum.

      –“Annem Akcol’da İyi çok şükür, sağlığı da yerindeymiş çok şükür. Ben de üç aydır görmedim.” dedim.

      – Aa doğru. Sen Kara Köndöy’dön geliyorum demiştin ya!..

      Dut ağacının gölgesine bıraktığım atın eyerini gevşetip kayışlarını çıkardıktan sonra çayıra salmıştım. At çayırda bir süre otladıktan sonra cevizin gölgesinde kuyruğunu sallayarak mayışıp kalmıştı. Biz havadan sudan konuşarak uzun zaman oturduk. Seyde Ana’nın Akcol köyünden buraya göç etmesinin üzerinden üç yıl kadar geçmişti. Bunun nedeni de Mamırbay’ın ölümünden sonra Ak Su’daki kardeşi Tökönali’ye bakmak içindi. Şimdi burada dut ağaçlarının bol olduğu bu yerde ipek böcekçiliği yaparak geçiniyorlarmış.

      Ben yavaş yavaş kalkmak istedim. Satıkul elbiseme yapışıp “Ben de gideceğim” diye peşimi bırakmadı.

      –“Oğlum sen nereye gideceksin” diye bağırdı anneannesi. “Evin burada, oraya gidip ne yapacaksın?”

      –“Hadi, yavrum bırak artık” dedi annesi de.

      Ben çocuğun başını okşayarak avutmaya çalıştım:

      –“Satış, sen kocaman bir delikanlı olmuşsun. İstersen daha sonra sen kendin gidersin Akcol’a.

      Annen izin vermiyor, dediklerini yapmazsan üzülür.” dedim. Ama Satıkul’un söz dinlemeye niyeti yoktu. Ağlamaya başladı:

      –Gideceğim ben de gidece….ğiiim!…

      –Ya sana demedim mi? Bırak artık, niye duymuyorsun. Ninesi onu azarlamaya başladı. Bağırarak çocuğun elinden tuttu.

      –Akılsız çocuk seni…

      Ben atımın ipini çözdüm, Satıkul bana sarıldı. Annesi sessizce bakıyordu.

      Ninesi hala çocuğu azarlayarak elinden çekiyordu. Satı-kul da bana sımsıkı sarılmış bırakmıyordu. Ben ne yapacağımı şaşırdım iki arada, bir derede kaldım. Boşuna uğraşma, ben seni götüremem diyerek kan ter içinde kalan çocuktan uzaklaşsam mı, yoksa yeğen akraba olmaz, boyun derisinden kürk olmaz, onun için siz bu çocuğu tutmak için boşuna uğraşmayın! diye ihtiyar kadını uyarıp isteğini yerine getirmemesi için kırsam mı? Karar veremedim. Bu sırada uzun süre öfkeyle karışık ağlayan Satıkul, beklenmedik bir şekilde ninesinin buruşuk elini ısırdı.

      –Ahh elim! Yazıklar olsun sana! İhtiyar kadın elini sallayıp çocuğu itti. Elinde çocuğun dişlerinin izi çıktı.

      Annesi gelip elbisesinden tutmak isterken Satıkul fırladı ve ağlayarak benim gideceğim tarafa doğru koşmaya başladı.

      –“Gideceğiiiim… gideceğiiiim” diyerek Satıkul ağlıyor, biraz uzaklaşıp, “artık bu tarafa gelmiyor musun?” dercesine, yalvaran gözlerle bana baktı ve ağlamaya devam etti. Ühhüü… ühüühü!..

      –Gel buraya, yaramaz çocuk! Ninesi ağrıyan eline ikide bir bakarak öfkesinden dudaklarını ısırıp sızlanarak Satıkul’un arkasından gitti. Yok, artık ne yapsam boş, bu Allah aşkına… Yalın ayak, başı açık…

      Seyde Ana da: Gel yavrum biz seninle yarın gideriz, dedi.

      Onları böyle bırakıp nasıl gidebilirdim? Ya çocuğu bırakmalıydım ya da annesinden izin almalıydım. Hiç bir şey demeden gidersem bile çocuk peşimden gelirdi. Annesi ile ninesinin de bana “Bu da nereden geldi başımızın belası adam!” demeleri kesindi. Ne yapıp edip çocuğu yakalayıp annesine teslim edip bu zor durumdan kurtulmak istedim.

      Satış, gel yeğenim! Gel terkime otur bari! diye kandırmak istedim. Ancak Satıkul, iyice inatlaşıp geleceğine