Tölögön Kasımbekov

İnsan Olmak İstiyorum


Скачать книгу

gerçekten söz mü?

      –Söz.

      –Şimdiden uyarayım dedi Kökö. Eğer sözünü tutmazsan seni döverim dedi. Elindeki sapanın lastiğini kendine çekerek, “Heyy bak! Ben hatta küçücük kuşları bile vurabilirim! Sözünü tutmazsan seni de bununla vururum” dedi.

      Rasul, iyice şaşırdı. Gerçekten de bu serserinin sinirlenirse kavga çıkaracağı kesindi. Öyle olacağını bilse de anlaşmayı bozmak istemedi. Bacaklı balığı kimse bilmiyordu, onu merak etti ve yavaşça başını salladı. Bacaklı balığı gösteremezse kendisi yalancı olur, diye düşündü. Kökö, çocuğu ikna ettikten sonra kendinden emin bir tarzda:

      –“Gel peşimden.” dedi. Bundan sonra ben ne dersem onu yapacaksın tamam mı?

      Kökö, kendisinden büyüklere “siz” diye hitap etmeyi bilmiyordu. Kendisini beğenen kimselerden nefret ederdi.

      Kendisiyle aynı yaştakiler laf ederse, “bana yetim diyor” diye hemen kavga ederdi. Kafesteki aslan gibi dövüşür, sonunda da ağlardı. Bu onun alışkanlığıydı.

      İki çocuk birlikte köyün dışına geldiler. Derelerden serin rüzgâr esiyordu.

      –“İşte geldik.” dedi Kökö etrafına bakarak.

      –“Geldik mi?” diye sordu Rasul. Kökö’nün sırrını açmak istemiş gibi. He he… Şimdi bu gölde bacaklı balıklar yüzüyordur, dedi.

      –İnanmıyorsun ama şimdi şaşıracaksın! Sonra sol tarafa doğru gitti. Şurada biraz oturalım diye Kökö, yakınındaki bir yeri işaret etti. Rasul, hala hiçbir şey anlamadı. Neyse şimdi anlarız, diye içinde bir şeyler gizleyen arkadaşına bakarak oturdu.

      Rasul, çok sakin bir çocuktu. Yüzü annesininki gibi bembeyazdı. Serserilikten uzak, kendi halinde bir çocuktu.

      Etrafta ilgi çekecek hiçbir şey yoktu. Sazlıkla dolu tarlalar vardı. Su kenarı ise kamışla kaplıydı. Ara sıra vızıldayan sivrisinek sesi geliyordu. Arada bir saksağan ötüyordu. Aşağıdaki tepede kolhozun tavuk çiftliği bulunuyordu. Horozlar ötüyor, tavuklar ipe dizilen çamaşırlar gibi sıra halinde dolaşıyordu. Rüzgârla beraber horozun ötmesi uzaklarda yankılanıyordu.

      Kökö, elindeki mısıra bağlanmış ipi kurumuş arığa bırakıp yarısını tutarak ilerledi. İp uzundu, nereye kadar yettiyse tam oraya cebindeki mısırdan döktü. İpin ucundaki mısırı ortaya bıraktı ve ipi toprağa gömdü. Sonra Rasul’e gülerek baktı.

      –Şimdi görürsün!

      Çok zaman geçmeden tavukların yakında olanları gelmeye başladı. Kocaman bir beyaz horoz yere dökülen mısırlarla karşılaştı. Çoktan beri sesi çıkmayan Rasul, bunları görüp gülümseyerek ayağa kalktı ve:

      –Anladım! diye bağırdı.

      Kökö, sinirlenerek ona bir yumruk attı.

      –Otur sus!

      “Oo, tadına bir bakayım.” der gibi beyaz horoz yerdeki bir tane mısırı yedi. Bulduğu şey için kendinden emin bir şekilde kanatlarını kaldırarak ötmeye başladı. Ü ürü üüü ü ürü üüü… Bir anda beş altı tane tavuk koşarak geldi. Mısırları alelacele yiyorlardı. Aralarında ip bağlı mısır tam da o beyaz horozun kaderindeymiş. Aç gözlülükten acelece yerken ipi zavallı horoz fark etmemişti galiba! İp horozun damağından geçip midesini tıkadı. Zavallı ne yapacağını bilemeyip bir o tarafa bir bu tarafa koşuyor, zıplıyordu. Hatta o uzun ipi yutmaya bile çalıştı.

      Kökö, gülümseyerek:

      –Görüyor musun? İşte balık elimize geçti! diyerek ipin diğer ucundan tutup horozu kendine çekti.

      –Bacaklı balığın bu muydu? diye Rasul hafif gülümsedi.

      –Evet! Sen ne düşünüyordun? Tarlada mısır yiyen balık mı var sanıyordun!

      Kimin kime güldüğü belli değildi. İkisi de gülmekten kırıldı. Kökö, kendine güvenir bir şekilde konuşmaya başladı

      – Gördün mü? Nasıl kurtulur bu! Sen bilmezsin. Kışın ben bununla serçe tutarım. Serçe çok kurnazdır; ipi görürse yaklaşmaz, mısırı alır kaçar, tekrar gelir böylece çok uğraştırır. Ben bunları Taş Kömürdeyken öğrenmiştim.

      –Kökö, bu horozu ne yapacaksın şimdi!

      –Sen deli misin! Ne yapacaksın diyor, işte kebap yaparım.

      –Kendin mi yapacaksın?

      –Başkası benim için yapar mı!

      –Başka hayvanın etinden yaptırır, yersen olmaz mı?

      Kökö, yarasına tuz basılmış gibi bozuldu.

      –Sen orasına karışma, gördün mü yeter!

      Rasul düşünerek yine sordu:

      –Ya sahibi öğrenirse ne yapacağız?

      –Yeter ya karışma sen, sus gevezelik yapma, gideceğiz işte.

      Köyün etrafından dolaşarak Şeker’in evine geldiler. Evde kimse yoktu. Taş ocağın yanında yıkanmamış bir bozo kovası yatıyordu. Ocakta kazan var, içinde bozo doluydu. Soğusun diye bırakılmıştı. Yakınında üç dört tavuk geziyordu. Bozodan kalan parçaları yiyip bitirmişler galiba! Aç gibi gözükmüyorlar.

      –Eeeh baksana! Şeki Annem size mi hazırladı bozoyu, sarhoşluktan ölmek mi istiyorsunuz? diye bağırarak Kökö tavukları kovdu. Tavuklar hemen kaçışarak ortadan kayboldu. Koşturmaktan yorgun düşen ve nefesi tıkanan Kökö, koltuğunun altındaki horozu avlunun karanlık bir köşesine sakladı.

      –İşte horozu sakladım. Kanatlarının üzerine taş koydum. Öyle yapmazsam kaçabilir. Gel bakalım. Şekiannem evde-miymiş.

      Tam kapının önüne geldiğinde Kökö’nün yüzündeki neşe kayboldu. Aniden suratını astı. Zavallı çocuk yavaşça iç odanın kapısına yaklaştı. Sessizce içerideki sesleri dinledi.

      –Şeki Anne, acıktım dedi korkulu ses tonuyla.

      İçeriden fısıltı sesleri geliyordu. Biri erkek galiba, kalın bir ses geliyordu. İçeride bir erkek karartısı gördü. Kısa bir süre sonra karartı ayağa kalktı. İçerideki fısıltılar kesildi. Kapı açılınca Şeki Anne’sinin ağzından masallardaki ejdarha gibi zehirleri çocuğa doğru saçıldı.

      –Karnına karayılan girsin! Ölümünü göreyim senin! Rafta kâsede yemek var, ye sümsük! Sonra hemen odun getir bozo hazırlayacağız!

      Arkadaşının yanında kursağından dolayı azar işiten Kökö, biraz üzgün üzgün oturdu. Sonra hemen kâseyi eline aldı. Ne yapsın ki zavallı, açlığa dayanılır mı? Mısırdan yapılan carma4iyi hazırlanmamıştı. İçinde büyük mısır parçaları geziyordu. Yetim Kökö, ağzını doldurarak yudumladı ve Rasul’a sundu.

      –Al, iç!

      İçinde koskoca mısır parçaları olan, bozulmuş gibi gözüken carmaya Rasul, şaşkın şaşkın bakarak:

      –Bunu nasıl içerim?

      Kökö’nün ağlamaklı gönlüne, arkadaşının iğrenerek konuşması zoruna gitti. Rasul, onu yudumlamak bile istemedi, iğrenç buldu. Kökö, iğrenmeyi bırak ona muhtaçtı. Niçin? Çünkü o hem yetim, hem öksüz! Kökö, içten ağlıyordu. Belli etmemek için bir daha carmadan içmek istedi; ama kalbindeki gözyaşları dışarıya çıktı, kâseye şıp şıp damlıyordu. Elindeki kâseyi bıraktı. Bu acılara daha fazla dayanamadı zavallı yetim. Midesi bulanan insan gibi dışarıya koştu.

      Kökö,