üzerine oturdu.
–Ooo pamuk gibi…
Otları gelin gibi eğdiren serin rüzgar esiyor… Her taraftan bal arılarının vızıltısı geliyordu. Yakın bir yerde yuvası mı var yoksa! Arığın öbür tarafındaki kocaman kayısı ağacında kuş ötüyordu. Şüpheli bir şey görmüş gibi ara sıra Kökö’ye bakıyordu. Bir bal arısı geldi ve Kökö’nün dizlerine kondu. Kökö, sinirlenerek onu eline aldı ve parçaladı. Zavallı arı parça parça olup yerde yatıyordu.
–Şuna bak, az kaldı beni ısıracaktı.
Sonbahar güneşinin son ışıkları çocuğu ısıtıyordu. Uzun zamandır hiç böyle sıcak, lezzetli yemek yememişti. Karnı doyunca uykusu geldi. Ağzını açarak esnedi ve düşünmeye başladı.
–Mm… Gerçekten o amca babamın dostu olmuş mu, beni evine davet etti, pilav ısmarladı, şekerli çay… Oğlunu dövsem de bir şey demedi. Rasul’a da aferin babasına anlatmamış. Rayımcan amca çok iyi birisiymiş. Peki, benim babam… Babam çok iyi birisidir eminim… Canım babam, anneciğim… Canım annem…
Çocuk uykulu gözlerini zorla açıyor, annesini hatırlıyordu. O an, aniden Rasul, koşarak çıkageldi. Uyumamış olsaydı Kökö:
–Hey Rasul nereye gidiyorsun alelacele? diye sorardı. Ama hiç ses çıkarmadı.
Rasul, Şeker’in evine geldi. Penceredeki her zamanki eski şapka yerinde değildi; biraz hava alsın diye asılmıştı. Rasul, gizlice bakarak pencereden içeriyi dinlemeye başladı. Evin içi mağara gibi karanlıktı. Sadece bir insanın yüzüne ışık çarpıyor, o da Çoro idi. Şeker’e bakarak şakalaşıyor, bazen de laf atıyordu.
–Nasip olursa ilkbaharda gelir. Orman kolhozunda çalışırım. Ormanda bekçilik yapacağım. İşi çok kolay, sadece atla gölgelerde gezersin, çocuk oyuncağı. Sen de ev işlerine bakarsın. Yetimine de iş bulunur, meyveleri toplar.
Çoro’nun sesi biraz alçaldı. Şeker cevap verdi; ama onun yüzü gözükmüyordu. Rasul, ne konuştuklarını dinlemeye devam etti. Çoro, bıyıklarını bükerek… Konuşmaya devam etti:
–Ya da Özbekistan’a gideriz, bir kolhoza gidip ben çoban olurum. Koyun güderiz. Özbekler hayvanların semizliği, büyük küçüklüğü, yağ peyniri ile ilgilenmez, sadece sayısı gerek onlara. O zaman sen Şeker gerçekten zengin hanım olursun. Yetimin koyunları güder. Ben şehirleri gezerek ticaret yaparım. Semiz koyun, çuval dolu hayvan derisi, peynir, yağ satarım. Ooo Şeker, bir düşünsene o zaman biz paraya gömülürüz!
–O, Şeker canım… Çok güzel yaşarız çok güzel!
Helal kazançla para kazanılmaz mı hiç? der mi Şeker… Tam tersine onun dediklerine ikna olmuş gibi sessizce oturdu, dinledi. Kendisine boyun eğdiği için Çoro, daha kendinden emin bir şekilde konuşmasına devam etti…
Burada Kökö yok galiba, hiç sesi çıkmadı. Rasul, Kökö geldi mi diye sormaktan çekindi. Geçenki olaydan sonra Şeker’den korkuyordu. Rasul, kamışlı arık kenarlarındadır diye düşünerek yürüdü. Kamışlı derelerin arası gölgeymiş. Dünyayı su basmış gibi hiç ses gelmiyordu. Kızıl kumlu dar bir etek gibi kimsesiz tarlalar… Aniden “aauuu” diye bir ses çıkarsa Rasul’un, “anneeeee” diyerek kaçacağı kesindi. O etrafına bakınarak ürkek adımlarla yavaşça yoluna devam etti. Bir zaman sonra bir ateş yakılan yerle karşılaştı. Odun parçaları, tavuk bacakları yerdeydi. İki tane el yapımı şiş de vardı. Rasul, birileri onu takip ediyormuş gibi telaşla yerdeki şişlerden birini eline aldı. Haa, geçenki zavallı horoz bu şişe takılmış diye düşündü.
Peşinden birileri geliyormuş gibi aceleyle tepeye çıktı. Sanki Kökö’yü düşündüğü yerde bulabileceği düşüncesiyle yoluna devam etti.
–Rasul, diye arkadan ses geldi. Hemen peşine bakınca arık kenarındaki Kökö’yü gördü, çok sevindi.
–Kökö, diye yanına koşarak geldi.
–Seni arıyordum, aradım… Aradım… Hiçbir yerde bulamadım. Babam getir, demişti.
Kökö, bunun babası ne bana böyle yapışıyor der gibi baktı.
–Babam seni sevdi, gelsin diyor. Hadi gidelim!
–Niye?
–Hiç öylesine konuşacağız, yemek yiyeceğiz. Kökö esneyerek, -Yemek mi, etli mi?
–Ben bilmiyorum. Annem bilir, dedi. Rasul, Kökö’nün yüzüne bakarak şaşırdı.
–Ya senin yüzüne ne oldu?
–Arı soktu, diyerek Kökö, sol tarafındaki kaşının altını kaşıdı. Baksana çok acıyor, şişmiş mi?
–Bir şey olmaz. İlacı var, babam hemen iyileştirir.
–Öyle mi, çok güzel o zaman! diye Kökö, gülümsedi.
–Rasul, gel biraz oynayalım, sonra gideriz. Ben sana harika bir oyun öğreteceğim. O-O-o sen bu oyunu öğrenirsen okuldaki bütün çoçuklar peşinde olur.
–Nasıl oyun, geç kalmaz mıyız?
–Çok yakın zaten, gecikmeyiz. Sen bilmiyorsun da Taş-Kömür’de Rus çocuklar çok.
–Biliyorum ben onları.
–Ama sen onlarla oynamadın ki… Ben onlarla çok iyi arkadaştım. Rasul, şaşkın gözleri ile Kökö’ye baktı.
–Ooo Rus çocuklar zekidir. Ağaçtan kılıç yaparlar. Yarısı beyaz yarısı kırmızı olarak iki takıma ayrılarak oynarlar. Oyun çok ilginç olur. Sadece bunlar değil, onların silahları da var. Okları kibritten atınca ses de çıkar. Sonra şey… Onlar çok zeki yaa… Rasul şaşırıp kaldı.
–Bir defa yazın biz de babamla Taş-Kömür’e gitmiştik. Mağazaları gezerken silah gördüm. Babamdan satın almasını istemiştim. Bugün silah tutan yarın eşkiya olur, diye almadı.
–Niye almadı? Niçin?
–Öylesine… Sana gerekmez diyor.
Niçin almadığının nedenini ikisi de bulamadı. Öylece ikisi de sustu.
–En azından kılıcımız olsaydı… Neyse tamam.
Kökö, kalkıp kamış odunlarından iki tane getirdi ve uzun bir kol kadar iki dayak yaptı.
–Al bu senin olsun, bu da benim. Hadi ikimiz saldıralım birbirimize.
–Tamam, diye Rasul gülümseyerek Kökö’nün omzuna dayakla yavaşça vurdu. Acıdı mı?
–Bak şöyle yapacaksın. Kökö, zıplayarak arkaya çekildi. Bir bacağı önde birisi arkada sanki saldırmak üzere duran horoz gibi duruyordu. Gördün mü böyle duracaksın. Şimdi istediğin yere kılcınla vur…
“Şunun bacağını bir acıtayım.” diye düşünen Rasul, kılıcını Kökö’nün bacaklarına doğru vurdu. Ama Kökö, hemen kılıcıyla karşılık verdi.
–Ha, şimdi kafama vursana! Hadi hadi çabuk! diye Kökö kendinden emindi.
Rasul, ne kadar uğraşsa da vuramadı. Kökö hemen kılıcıyla savuşturuyordu.
–Vayy be! diyerek Rasul şaşırdı. Gerçekten hiç yakalatmıyorsun…
Ama görmediklerin çok daha…
Kökö gülümseyerek:
–Böyle kendini koruyacaksın. Ben korunurken sana saldırırım, dikkat et! dedi.
–Hadi başla!
Kökö gülerek Rasul’un kılıcını itti ve kılıcıyla karnına doğru iki defa vurdu. Rasul, karnının acısına dayanamadan yere oturdu. Kökö, amacına