Tölögön Kasımbekov

İnsan Olmak İstiyorum


Скачать книгу

Arkadaşımı bilmiyorum ama ben sınava biraz hazırlanmıştım. Sonra ikimizde de öyle böyle geçeriz işte, kim hepsini ezbere bilir ki diye bir düşünce vardı.

      Yurttayız.

      –Baksana Asılbek gömleğim yakışıyor mu? Gelirken babam Üç-Korgon’dan getirmişti. Baksana, kolu biraz uzun değil mi, yoksa denk geliyor mu?

      Kitap okuyordum, kafamı kaldırmadan “İyi’ dedim. Mıktı üzüldü galiba “Baksana” diye tekrar etti. Gece ütülensin diye yatağının altına koyarak dümdüz olan mavi pantalonunu, ipekten dikilmiş gömleğini giyinmiş, saçlarını ıslatarak sağa doğru taramış. Nakışlı cepkenini de giymiş. Köşede boğursak6 yiyerek oturan delikanlı gülerek:

      –Oo damat gibisin kanka! He he he…

      Mıktı’nın suratı asıldı.

      –Sana sormuyorum! diye sert cevap verdi delikanlıya.

      Laf atacağım derken aslanın kuyruğuna basmış gibi oldu delikanlı. Bir daha ağzını açmadı, yavaşça boğursağını yemeye devam etti. Mıktı da kurnaz ya, delikanlının bu durumunu görüp “buydu işte göreceğin” der gibi kendinden emin bir şekilde bana yaklaşıp, elimdeki kitabı aldı.

      –Bırak şunu bugün. Hadi gidiyoruz.

      Bu sayfayı bitireyim desem de kitabı vermedi, yastığın altına sakladı.

      –Yarın okursun.

      –Tamam, nereye gidiyoruz?

      –Şehri dolaşacağız, sigara filan içeriz, biraz kafayı dinleyelim.

      Tekrar o delikanlıya takıldı:

      –Sen gelmiyor musun bizimle büyük kalpaklı? Atsana artık o kurumuş boğursaklarını. Hayatında bozulmuş yoğurttan başka bir şey görmeyen zavallım! He he he…

      Onun ağzındaki boğursağını yudumlayıp bir şeyler konuşmasını beklemeden kahkaha atarak dışarıya çıktık.

      Akşama doğru şehir çok güzel görünüyordu. Yıkanmış sokaklar donmuş bir mavi gölü andırıyordu. Çeşit çeşit araba, trolleybuslar7, otobüsler her tarafa gidiyordu. Bizim köyde Kenebay Amca arabasıyla giderken nerede bir yaşlıyı görürse selamlaşmadan geçmezdi, burada şöförlerin kimseyle selamlaştığını görmedim. Tanrı dağları kadar yüksek evler, ağaçlar da sıra ile dikilmiş, serin rüzgârda yaprakları sallanıyordu. Çiçekleri kilime yapılmış nakışlar gibi mükemmeldi. Fıskiyeleri dağ şelalesini andırarak yukarıya yükseliyor ve tekrar aşağıya düşüyordu. Fıskiye, yakınındaki yerlerin havasını serinletiyordu.

      Güvercin gibi süslü kızlar, delikanlılar, bastonlu yaşlılar geziyordu. Bazıları ikişer üçer olarak hatıra fotoğrafı çektiriyordu. Bir amca bizim de fotoğrafımızı çekti. Yarın tam bu vakitte gelirsek fotoğrafımızın hazır olacağını söyledi.

      Bu güzelliklerin hepsini insan kendi eliyle yapmış olsa da bunların hepsini güzel gösteren insanın kendisi aslında. Çünkü bu güzelliklerin arasında karınca gibi kalabalık halk olmasaydı bu güzel şehirlerin mezar taşlarıyla dolu mezarlıktan farkı olmazdı. İşte alın terinin meyveleridir bunlar. İlkbaharda açan kar çiçekleri gibi herkes hoş ve kibar…

      Mıktı, kahkaha atarak: -Heyy neden bu kadar şaşırıyorsun diye bana yukarıdan bakıyordu. Restoran, yazısını gördün mü dostum? Bunu görmeyen adamın gözü açık gider! İçeriden gelen müzik sesini duyunca da gel hadi, içeriye bir göz atalım, dedi.

      Konuşmamız baya bir uzamıştı. Oradan on, on bir gibi ayrıldık. İçeri girdiğimizdeki halimizden eser yoktu… Ne kadar dirensem de ayakta zor duruyordum. Deprem oluyormuş gibi başım dönüyordu. Soğuk hava vurunca da başım patlayacak gibi ağrıyordu. Aslında ben daha önce içki değil hatta sigara bile içmemiştim. İlk defa trende sigara içtim. Ama içince kusmak istedim, kokusu da tuhaf geldi.

      Mıktı: -Kız mısın sen, iç mırıldanmadan bir şey olmaz, yerini bulur kendisi.

      Ancak insan ne kadar alışkın da olsa bu içki midesine girince rahatlayamaz, hatta Mıktı bile ayakta zor duruyordu.

      –Ölmeyeceksin! Alışırsın merak etme. Üniversiteyi kazanırsak, hâkim oluruz, o zaman içeriz. Herkes bizim peşimizde olur.

      –Önce üniversiteyi kazanalım da!

      –Kazanırız tabi, elimde babamın mektubu var. Bil bakalım babam kime mektup yazmış? O adam önemli birisi.

      –Bana böyle bir şey anlatmamıştın!

      –Sen benim bunları düşünmeyip yazın boş boş oturduğumu mu sanıyordun… Hadi yeni şişeyi aç da karşıma geç. He he he…

      –Hm…

      –Ne var lan seni de söylemiştim babama. Zaten ikimize yardım etmesini yazmıştı babam.

      –Beni de mi yazdın? Şaka yapıyorsun. Ben kendime gelmeye başladım. Baş ağrısı geçti, etrafımdaki gürültüleri kulaklarım iyice duymaya başladı.

      –He he… Şaka yapmıyorum, sen yengem misin8 sana şaka yapayım!

      İşte bütün bedenim ateş gibi yanıyordu. Ne yapacağımı bilemeyip, şaşırdım. Mıktı, bana en yakın kan kardeşim, adamın hası gibi geldi.

      Gerçekten Berdike Amca, dostuna inandığından dolayı yazmıştır mutlaka mektubu. Dost kara günde belli olur derler. Berdike’nin sözü yerde kalmaz. Zaten Berdike Amca da kötü bir adam değil. Sadece köy heyeti değil onu şehirdekiler de tanır, ona saygı duyarlar…

      Yurda geç geldik. Mıktı, odaya girince kendi yataklarında kitap okumakta olan arkadaşlara bağırdı: -Yatsın herkes! Şimdi uyuyacağız!

      Mıktı, ışıkları kapattı. Karanlıkta alelacele soyunup yatağına yattı. O anda diğer çocuklardan hiç biri buna bir şey demedi. Herkes yatmaya hazırlanıyordu. Ben karanlıkta ayakkabımın bağlarını görmüyor, çözemiyordum. Çaresizlikten kalktım ve ışıkları yaktım.

      –Kardeşim arkadaşın bize hep takılıyor. Bu böyle gitmez… Babasının evi değil burası! diye bizim büyük kalpaklı dediğimiz delikanlı bana söylendi.

      –Sen ne diyorsun? Dövdü mü seni? Geldi yattı, daha ne yapsın? Kitap mı okuyacaksın, git oku. Işıklar zaten açık, dedim. Mıktı uykuya dalmıştı, yoksa bu gürültüleri duymuş olsaydı kesinlikle kavga çıkarırdı. Ben o delikanlının konuşmalarını dinlemedim, üzerimi örttüm. Ama uyuyamadım. Hala aklımda Berdike Amca’nın mektubu vardı. Ne yazmış acaba! Benim hakkımda gerçekten yazmış mı? Yoksa Mıktı öylesine mi söyledi? Babamın dediklerini hatırladım: “Oğlum oku, dünyayı gör, millet tanı. Adam ol! İşte biz yarım eğitimle kaldık. Benim bitiremediğim okula sen devam et. Başkasının başımıza yönetici olmasına izin verme, kendi toplumuna baş olursun. Oğlum tekrar söylüyorum, büyük adam ol!” Babamın nasihatleri ve umut dolu sözlerinin hepsi aklımdaydı. ”Üniversiteyi kazanırsam, bitirirsem” diye düşünce dolaşıyordu kafamda. “Her durumda sözü geçen, gençlerin de yaşlıların da saygısını kazanan, hükümete değerli kişi ol!”

      Gözlerimin altı kaşındı. Mıktı benden erken kalkmış da bir şeyle burnuma dokunuyor sandım. Korkarak hemen kalkıp üzerimden Mıktı’yı yere iteyim, bir daha böyle yapmaz diye düşündüm. Gözlerimi yavaşça açtım, yoktu. Güneş ışıkları pencereden içeri giriyordu. Her tarafta uçan bir sürü sinekten başka kıpırdayan canlı yoktu. Mıktı, sineklerden saklanır gibi yorganını başına kadar örtmüş, sadece saçları gözüküyordu.

      Zorla