diyorum sana. Şimdi boynuma dök.
Acele ile Çotur yıkanır, oturur yemeğini yer. Baktıgül, yanına gelir, oturur. Bir şeyler sorar, yaklaşmak ister.
–Yapışma bana! diye hanımına bağırır. Karnı doyduktan sonra, -Hey! Başıma yastık koy!
Gelin emirlerinin hepsini yapar. Dağı koparmışçasına bacaklarını uzatır, iki kolunu kafasının altına koyarak yatar. Birazdan gizlice geline bakar gülümser:
–Hey, sen beni seviyor musun?
–Ya sen, sen seviyor musun?
Çotur’un siniri bozulur.
–He, başkasını mı istiyor gönlün? Sevmezsem seninle evlenir miydim? Sen niye bana sen diyorsun? Kocasına hiç “sen” der mi insan!
Gelinin bu kabalığından dolayı suratı asıldı, Çotur biraz kibarca:
–Beni seviyorsan gel, burayı öp!
Gelin onun dediklerini şaka olarak kabul edip, güler.
–Ya ne diyorsun, nasıl bir oyun bu olur mu böyle?
–Ha anladım, demek ki sevmiyormuşsun değil mi? Bu güne kadar dediklerin yalanmış o zaman! Gerçekse hadi gel oturduğum yeri öp!
Gelin hanım yavaşça kafasını eğerek onun oturduğu beze dudaklarını değdirir.
–He he, niye düzgün öpmüyorsun? diye Çotur hanımıyla dalga geçer. İşte ben senin pirin oluyorum.
–Ne diyorsun sen! Gelin hanım başörtüsünü düzenleyip dışarıya çıkar.
–Suratını asma bana!
Bunun gibi oyunların nicesi gerçekleşir:
Çotur, bir gün yine geçenki oyununu devam ettirir. Bacaklarını gösterip “öp” der. Kirli, kötü kokulu bacağını nazik gelin nasıl öpsün ki…
–Bırak artık ne olur!
–Ha demek ki sevmiyorsun değil mi? Seversen öperdin hemen.
–Yapma, olur mu böyle!
Çotur annesinden kalma bıçağı getirip bağırmaya başlar.
–Sevmiyormuşsun!
Gelin gülerek:
–Bırak ya!
Çotur’un siniri bozulup “kamçısı sert olursa kadını utangaç olur” derler. Bu şeytan kadın, dediklerimi duymuyor, sözler kulaklarında yankılanıp inat ediyor.
–Sevmiyor musun o zaman seni keserim! diye gelinin nazik boynuna bıçağı götürür.
–Sevmiyorsan seni keserim. Kendimi de öldürürüm.
Çotur, ağzından ateş çıkaran ejderha gibi; zavallı gelin can derdinde ağlamaya başlar.
Böylece günler geçer. Yaz gelince Çotur işinden izin alır. Köye giderler. Kara-Kırın yöresine geldiklerinde araba bozulur. Çaresizce yüklerini köye getirsin diye şoföre bırakıp kendileri yürüyerek yola çıkarlar. Arkalarından atlı bir yaşlı adam gelir. Sırtında yaralı bir erkeği taşıyan sarı elbiseli kadını görünce acele ile yetişmeye çalışır yaşlı adam. Kadın alnı yere değecek biçimde eğilmiş, güçlükle adımlarını atmaktadır. Aksakal iyice yaklaşır, bin bir güçlükle sırtındaki yaralıyı taşıyan gelinle yaralı sandığı adama bakar. Çotur ise umursamaz.
Yaşlı adam yaklaştığında:
–Yavrum ne oldu? diye bakınca, üstündeki adam kadının omzundan zıplayıp gülerek kaçar. O, işte Karanazar’ın oğlu Çotur imiş. Gelin dayanamadan ağlamaya başlar. Zavallı terini silmeye bile kuvveti kalmamış, sarı elbisesinin kollarıyla yüzünü kapayarak ağlar.
–Ha seni lanetli! Yaşlı adam Çotur’a sövmeye başlar. -Bacağın kırılmış sandım, seni omzunda taşıyor muydu bu zavallı. Baban da senin gibi adamdı.
–He he şaka yapıyordum.
–Şakanla yere gir sen! Yaşlı adam sinirle atını koşturarak gider.
İşte o Çotur şimdiki bizim Çotur. O zamanlardan beri dört beş sene geçti. Baktıgül, abisinin evine gittiğinden beri geri dönmedi. Kanımgül Teyze de bir sene sonra vefat etti. Kötülük hiç yerde kalır mı? Çotur’un yaptıkları millete malum oldu. Sonuçta kendisi başvuracak yer bulamadan dolandı. Çalmadığı kapısı, çalışmadığı iş kalmadı. Dört defa evlilik kurdu. Ama hala aklını başına almadı. İnsan yaşadıklarını sonradan anlarmış. Geçmişteki olaylardan biri bahsederse yüzü kızarır, utanır.
Zayıf, boyu uzun, esmer birisiydi. Gözleri büyük, kemikleri büyük, bedeni koskoca olduğu için okuldayken o hep eşkiya rolünü oynuyordu. Ağaçtan yapılan kılıcı belindeydi, her zaman gözleriyle ters ters bakarak korunuyordu.
Söykö, bozo ısıtıp getirdi. Ben anlatılanlardan dolayı güldüğümü kendim bile fark etmemişim. İkisi bana bakakaldı. İçinden bir şey mi çıktı yoksa diye ikisi de bozoya baktı.
–Söykö Yenge! Çotukem sana tabanını öptürmüyor mu? dedim, gülerek.
– Ee Çotuken tabanını öptürmezse de omzumda taşınıyor hala diye gelin de güldü. Çotur bize gözünden ok çıkacakmış gibi baktı:
–He he. Çotur da gülümsedi, ama onun yüzünden rahatsız olduğu belliydi.
– Bırakın artık ya şu lafları, unutun. Bedelini ödeyeyim!
Onun çocuk gibi saf konuşması, kurnazlık bilmeyen davranışları beni gülmeye mecbur etti. Kahkaha atmaya başladım. Çotur, çaresizliğinden bozosunu kaşıkla karıştırmaktan başka bir şey yapamıyordu.
–Geçmiş geçmişte kaldı. Bu yengen beni omzunda taşır mı şimdi? Zavallı Baktıgül insaflı biriymiş. Hadi bozo soğumadan içelim. Çocukluğumuzdan bahsederek uzun uzun sohbet ettik. Çiftlerin morali iyi, gönüllerinde hiçbir kirlilik yoktu. Birbirine inanç, ailevi sevgi besliyorlardı. Geldiğimden beri çatılan çehre görmedim. Ortalarında tek çocukları vardı. Diğerini anneannesine göndermişler.
–İşte kolhozda çalışıyoruz. Traktör sürüyorum. Çoluk çocuk ailenin geçinmesi için yeterli kazandıklarımız.
Benim gönlüm de güllük gülistan oldu. Gülümseyerek kalbime sevinç doldu.
3
-Asılbek…
Gözlerimi açtığımda yanımda kamçısını tutarak babam duruyordu. Dışarıda giyeceği montunu giymiş, kuşağını beline bağlamıştı. Yüzü karanlıkta gözükmüyordu. Babam kırık pencere camını kenarlarını hamurla kapatıp üstünü gazete ile örttüğü için odanın içi sürekli karartı olurdu. Bu yüzden onun yüzünü pek seçemedim. Gün kuşluk vaktiydi sanırım.
–Ben ilçeye gidiyorum. Sen arabayla peşimden gelirsin. Beni oralarda bulursun. İşimiz var, dedi babam. Ses tonu üzgün gibi geldi bana. Bir şey hakkında benimle konuşmak istiyordu galiba. Suratı yine de asık, ama davranışları kibar idi. Ne diyecek diye can kulağımla dinliyordum. Babam çok konuşmadan dönerek evin içine bakıyordu. Gözleri ön tarafta bulunan raftaki çantasını görünce durdu. Çantası yırtılmasın dercesine yavaşça eline aldı, tutarak biraz düşünürken kaşlarını çattığını fark ettim. Kalem kutusunda ucu açılmış kalem varmış. Onu eline aldı, tekrar yerine bıraktı. Kenarları eskiliğinden dolayı yırtılmış kirli çanta, babamın ciğerinden yapılmış gibi değerli, yüreğine kuvvet verici bir şeydi. Ahh cefakâr dünya! Bu çanta babama tam on sene hizmet etti. Ata binerse eğerin kenarında, arabaya binerse elinde bulunuyordu.
Derin nefes aldı babam, “dursun”