de hiç yakışmamıştı. Dikildiğinden beri ütü diye bir şeye dokunmamış bile. Ayakkabısı topuksuz olsa da bir tarafına eğilmişti. Dikilen yerleri gözüküyordu, eskimişti artık. Şeker:
–Hey Rayıke! diye seslendi daha eşiği atlamadan. Gezgin yetim burada mı? Gezer salak salak, nerede karnı doyarsa oraya gider. Allah canını alsın!
Rasul, bu bağırıp çağıran kim diye merakla dışarıya çıktı. Şeker’i görünce hemen geri döndü.
–Hoşgeldin bacım! Evet, Kökö burada, buyur içeriye gir! Rayımcan, her zamanki gibi kibarca karşıladı.
–Yok, Rayıke ben gideceğim. Gezgini götürmeye gelmiştim.
Rayımcan, biraz düşündükten sonra:
–İyi ki gelmişsin, üzülme bacım; ama bu çocuk bizde kalacak! dedi. Sen gelmişken çocuk hakkında konuşalım.
–Ne demek bu Rayıke! Şeker şaşkın şaşkın bakıyordu. Ben öz kardeşimin çocuğunu başkasına verir miyim? Bu kardeşliğe sığar mı? Yok, ben öyle yapamam hiç…
–Bacım, sen çocuğa iyi davranmıyorsun, okula da göndermiyormuşsun. Taş-Kömürdeyken seni uyarmamış mıydım? Uyarmıştım tabi… Neyse eskileri hatırlamakla bir şey kazanamayız. Çocuğu şimdiden doğru tarafa yönlendirmemiz gerekiyor. Şeker, sinirlenmeye başladı.
–Bu da nereden çıktı! Ben evladımı bırakır mıyım hiç! Götüreceğim, kimsesiz değil ki! Kökö neredesin gel buraya! Senin derini yüzerim! Hemen çık! Allah canını alsın senin!
Kökö, Şeker’in sesinden kediden korkan civciv gibi duruyordu. Sarıgül Teyze elinden tutarak getirdi.
–Teyzesi işte Kökö! diye Rayımcan çocuğun alnından okşayarak kendine çekti. Rasul’dan eksik görmem. Kendi çocuğum gibi büyütürüm, dedi.
Şeker çocuğu ilk bakışta fark etmedi. Çünkü sadece üç gün önce dövdüğünde bile kendisinin iğrendiği pis yetim değildi artık Kökö. O, bugün tamamen değişmişti. Ayağında siyah deriden ayakkabı, başında bembeyaz kalpak vardı. Bembeyaz gömleğiyle siyah pantalonu da şık duruyordu. Beti benzi tertemizdi. Uzamış tırnaklarını, uzayan saçlarını da kesmişler, saçlarındaki pisliklerden iz bile kalmamıştı.
Şeker, çocuğa nefret dolu gözleriyle sanki çocuk değil taş bile olsa çiğneyecek kadar sertçe bakarak konuştu:
–Şuna bak! Canın çıksın senin! Çıkar üzerindekileri. Çıkar şimdi. Hemen giymiş! Baban giysi için mi öldü senin!
Kökö, hiç haraket etmeden bunun gibi kaba bir kadını ömrü boyunca ilk defa görüyormuş gibi Şeker’e sertçe baktı ve dışarıya çıktı. Çocuğun kendisini önemsememesi Şeker’i daha çok sinirlendirdi.
–Allah belanı versin! Ne yüzünü çevirip gidiyorsun! Gel buraya! Gel diyorum sana!
–Niye bu kadar kızıyorsun kızım? diye Sayragül Teyze seslendi.
–Kardeşlik böyle mi olur? Baksana bu zavallı çocuğa ne kadar eziyet etmişsin! Bu senin evlat edindiğin tek yalnız çocuğundu. Bu zavallıya ne günler yaşattın… Zavallı annesi hayattayken nasıldı! Zavallı çok zorluklar çekmiş. Ayıp ya ayıp, kardeş çocuğuna böyle davranılır mı hiç! Yine “evladımı bırakmam.” diyor. Yüzsüz kadın, utan biraz utan!
–Benden zorla mı alacaksınız çocuğu? Gözünde oku olsa Rayımcan’ı vuracak gibi baktı! Doğruymuş, ben seni mutlu ederim diye çocuğu kandırıp teyzene ev işlerinde yardım et, diye göndermedin mi sen! Sen ne biçim birisin! Senin gibi öğretmenlerin çocuğunu gördüm! Hiçbir şey gelmez elinden!
Oğluna laf ettiği için Sayragül Teyze dayanamadı:
–Ne diyorsun sen! Dilinin kemiği yok diye ağzına geleni konuşma yüzsüz! Kocanın seni niye bırakıp gittiği belli! Ne evin ne eşin var senin! Hepsi bu yüzsüzlüğünden dolayı! Ayıp sana!
–Ne olur anne, şununla tartışma! diye annesini durdurdu Rayımcan, yere bakarak düşünerek konuştu:
–Bacım sen o kadar panik yapma! Kavgadan eline bir şey geçmez! Ben çocuğun kendisiyle anlaştım.
–Nasıl anlaştın! Seni kurnaz!
Kadının konuşmaları Rayımcan’ın umrunda bile değildi. Sanki onun konuşmaları zehir gibi, anne sütü gibi tertemiz kalbine sıçrıyordu. Şeker’e ara sıra bakarak konuşmasına devam etti.
–Ne yapacaktık bacım! Çocuğu eğitmeyi başaramadın! Elinden gelmiyormuş. Çocuğu önceden kimsesizler yurduna gönderseydik daha iyi olurdu… Şimdi ne oldu! Okulu bıraktırdın, arkadaşlarından geride kaldı.
Yer altı suyu yeryüzüne çıktığı zaman ayna gibi tertemiz olur. Suyun gözü çamur olursa su bulanır, kir olur. Bacım anlıyorsan çocuk da temiz su gibidir. İyi eğitmezsen adam kimliğini alamaz. Öylece kötü yollara gider. Sen bu çocuğa terbiyeyi değil, hırsızlığı öğretmişsin!
–Haa! Senin niye böyle merhametli gözükmek istediğini anladım. Babasız yetim diye memleket bu çocuğa biraz para verirse sen o paralara sahip çıkmak istiyorsun! Şeker’in bu dedikleri Rayımcan’ın boğazına kadar geldi ama “eteksiz insanın rüyasına bez girer” atasözünü hatırlayarak gülümsedi.
–Bacım bana bak! Bu dediğin benim aklımdan bile geçmedi. Benim tek isteğim çocuğu eğitmek, adam olmasını sağlamak. Babasını tanırdım, çocuk sokakta kalırsa iyi olmaz. Paraya gelirsek benim paraya ihtiyacım yok. Onlar memlekette kalsın.
–Oğlum o birazcık parayla memleket zenginleşir mi? Bırak şu alsın! Tartışma bu yüzsüzle, dedi Saragül Teyze. Rayımcan suratını asarak konuştu:
–Hayır, memleket o paraları kimsesiz çocukları büyüyene kadar harcayasınız diye veriyor. Bunun gibilerin boğazına gitsin, diye değil. Bacım sen yaşlı, kuvvetsiz filan değilsin. Kendi emeğinle kazan, bozo satarak geçinmeyip herkes gibi çalış. Diyeceklerim bu kadar.
Annem doğru diyor. Memleket az bir parayla zengin mi olur? Tamam, paraları sen al! Çocuk bizde kalsın, deseydi Şeker, ses çıkarmadan sevinerek giderdi. Şimdi ne yapacağını bilemedi. Kendini tutamadan deli gibi Rayımcan’ın yakasına yapıştı:
–Öldür öldür beni! Yazıklar olsun sana!
–Ayıp sana şerefsiz! diye Saragül Teyze araya girdi.
Rasul’un ödü koptu, etrafa bakarak ağlamaya başladı. Kökö, duvara yaslanarak duruyordu, dayanamadı galiba koşarak gelip teyzesinin eteğinden çekti.
–Yeter yeter artık! diye bağıran yetimin yüzü kıpkırmızı oldu. Şeker, masallardaki cadılar gibi Kökö’yü elinden tutarak yere düşürmek üzereyken Rayımcan, kolundan tuttu.
–Bırak artık Şeker! diye kendini zorla tuttu. Şimdi saygı ortadan kalkmadan evine git. Nasılsa sen bir bayansın, hem de bacımsın. Yerinde bir erkek olsaydı… Kavgayı uzatmayalım. Bilirsin bu kavgaların sonunda mahkemede çocuğun kendisine sorarlar.
–Gelmem seninle, gelmem… diye bağırarak Kökö, şu cadıdan uzaklaşmak istemiş gibi içeriye girdi… Beni dövüyorsun, beddua ediyorsun, git ben seninle gelmem. Git…
Gürültüden dolayı evin etrafındaki herkes bakıyordu. Çoktan beri ortalıkta gözükmeyen Çoro, geldi:
–Kardeşim birisinin evladını alma hakkını sana kim verdi?
Rayımcan zaten Şeker’in, bağırıp çağırmasından dolayı zor dayanıyordu. Bunun konuşması da üstüne geldi.
–Şimdi sıra sende mi! Sen burnunu sokma! Sus sen, konuşma lan!
–Sen