Dr. Şuayip Karakaş
Özbek Edebiyatı Yazıları
SÖZ BAŞI
“Özbek Edebiyatı Yazıları” adlı kitap, 1996-2020 yılları arasında yayımlanmış olan yazılardan meydana gelmektedir. Kitap, evvelâ üniversitelerin Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları, Türk Dili ve Edebiyatı ile Türkçenin Eğitimi bölümlerinde okuyan öğrenciler için yardımcı olabilecek yazıları ihtiva etmektedir. Kitap, aynı zamanda Türk dünyasının 20. yüzyıldaki siyasî ve edebî hayatına ilgi duyan herkese hitap etmektedir.
Kitaptaki yazılar, genel olarak evvelâ Rus idaresi altında kalan Türk topluluklarının Çarlık ve Sovyet dönemlerinde nasıl bir hayata mahkûm edildiklerini ve sınırsız bir hürriyet ve mutlak bir adaletin cenneti olarak takdim edilen Sovyetler Birliği’nde gerçekleştirileceği iddia olunan “her bakımdan eşitlik”, “hürriyet” ve “halkların dostluğu” prensiplerinden neyin anlaşılması gerektiğini izah etmektedir. Yine bu yazılar, Sovyet ideolojisine iman ettirilen insanların nasıl bir muamele ile karşılaştıklarını, Özbek edebiyatının 20. yüzyılda yetiştirdiği şair ve yazarların hayat ve eserleri üzerinden ortaya koymaktadır.
Yine bu yazılarda, Türkistan’ın istiklâl ve istikbâli üzerinde düşünen Ceditçilerle birlikte Sovyet ideolojisini eserlerinde terennüm eden kalem sahiplerinin de ne kadar zor şartlar altında eser vermeye zorlandıkları, görüleni ve düşünüleni değil, bilâkis görülmesi ve düşünülmesi emredilen şeyleri “şeklen millî, rûhen sosyalist” sanat anlayışıyla yazmak mecburiyetinde kaldıkları söz konusu edilmekte; aynı zorlama sebebiyle gerçekten kabiliyet sahibi olan şair ve yazarların resmî ideolojiye muhalif oldukları için susturuldukları görülmektedir. Komünizmi gerçekleştirmek bahanesiyle Rus kültürü dışında hiçbir millî değere hayat hakkının tanınmadığı, insanların iyi, güzel ve faydalı olan bütün değerlerin sadece Rusların eseri olduğuna nasıl inandırıldıkları, buna mukabil Rus olmayan milletlerin her şeyleri inkâr edilerek nasıl aşağılandıkları, bu uygulamaları itirazla karşılayanların nasıl ikna edildikleri (!), bu yazılarda işlenen konular dolayısıyla görülmektedir.
Çok zengin bir tarihî mirasa sahip bulunan Özbek edebiyatı, elbette bu yazılanlardan ibaret değildir. Bu kitaptaki yazılar, Özbek edebiyatının 20. yüzyıldaki macerasının sadece küçük bir kısmını hikâye etmektedir. 20. yüzyılda eserler vermiş olan Özbek fikir ve sanat adamlarının hayat ve eserleri üzerinde Türkiye’de yapılmış ve yayımlanmış olan çalışmalar son derecede sınırlıdır. Bunda, üniversitelerde, daha ziyade lehçelerin grameri üzerinde yapılan çalışmaların öne çıkmış olmasının önemli bir rolü bulunmaktadır. Hâlbuki gramer çalışmalarıyla birlikte çağdaş Türk dünyası edebiyatı araştırmalarının da aynı şekilde devam ettirilmesi gerekmektedir. Zira edebiyat, yaşanan hayatın kendisi ve hafızası durumundadır. Bunun için de edebiyat araştırmalarının devam ettirilmesi, bugün nasıl bir dünya ile karşı karşıya bulunduğumuzu anlayabilmek bakımından büyük bir önem arz etmektedir. “Özbek Edebiyatı Yazıları” adlı kitabın bu maksada hizmet edeceğini ümit ediyoruz.
Bu yazıların kaleme alınması ve kitap hâlinde yayımlanması fikri, sevgili hocam ERCİLASUN Bey’e aittir. Bana, Türk dünyasının edebiyat kapılarını açtıkları için kendilerine minnettarım. V. Savaş YELOK ile Tolga ARSLAN yazıları toplayıp tertip ettiler. Bengü Yayınları mensupları ise kitabı yayımlamak nezaketini gösterdiler. Bu sebeple, kitapta emeği bulunan herkese teşekkür ediyorum.
20. YÜZYIL TÜRK DÜNYASI ÜZERİNE BİR DENEME
Bu yazıda, Türk dünyasının 20. yüzyıldaki siyasî ve edebî macerası, ana hatlarıyla ele alınacaktır.
Türkler, 20. yüzyıl boyunca, maşrıktan mağribe uzanan geniş vatan coğrafyasında, dünyada adı bilinen hemen hemen bütün milletlere karşı istiklâl ve istikbâl mücadelesi vermek zorunda kaldılar. Diğer milletlerin tarih boyunca şahit olmadıkları rejimleri, maruz kalmadıkları katliamları, bu yüzyılda bizzat yaşadılar.
Yendiler, yenildiler; bir ölüp, bin dirildiler. Top yekûn imha edilerek unutturulmak istendikleri sırada, tarih sahnesine her zamankinden daha kalabalık bir kadro hâlinde yeniden çıktılar.
A. Türk Dünyasının 20. Yüzyıldaki Siyasî Panoraması
20. yüzyıl, bütün Türk dünyası için çok önemli hâdiselerle dolu bir devri ifade eder. Türklerin kurdukları en büyük devlet olan Osmanlı devleti, bu yüzyılın başlarında yıkılmış, yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Kırım, Kazan, Kafkasya ve Türkistan Türkleri de bu yüzyılın başlarında çarlık Rusyası yıkılınca, önce kendi millî devletlerini kurmuşlar, fakat çok kısa bir süre içerisinde tekrar istiklâllerini kaybederek eskisinden daha şiddetli bir Rus idaresine boyun eğmek zorunda kalmışlardır.
Bu yüzyılın başlarında Osmanlı devleti siyasî, ekonomik ve sosyal bakımlardan gelişip kuvvetlenemediği için ülke içindeki etnik çatışmalara ve Avrupalı devletlerin devamlı baskılarına artık dayanamaz hâle gelmiştir. Bu şartlar altında girilen 20. yüzyılda meydana gelen ilk önemli hâdise, 1908 yılında meşrutiyet idaresinin kurulmasıdır. Böylece Sultan II. Abdülhamîd’in 1876’dan beri devam eden mutlak otoriteye dayalı disiplinli idaresi sona ermiş, ülke meclisten idare edilmeye başlanmıştır. Fakat bunun yanı sıra Osmanlı devleti 1908’den itibaren, içinde bulunduğu olumsuz şartlar sebebiyle yıkılışa doğru da hızla sürüklenmiştir. Bu yüzden Türkiye Türkleri, İtalya’nın 1911’de Trablusgarb’i işgal etmesinden itibaren 1922 yılı sonuna kadar on bir yıl boyunca devamlı savaşmak zorunda kalmıştır.
Trablusgarb savaşından sonra patlak veren Balkan savaşı (1912) ve onun ardından bütün ülkeyi yangın yerine çeviren Birinci Dünya Harbi, 1918 yılı sonunda, Osmanlı devletini tasfiye etmiştir. Balkanlar’dan Yemen’e, Kafkaslar’dan Kuzey Afrika’ya uzanan devletin yıkılışının ardından, son vatan parçası Anadolu’nun da yarıdan fazlası İstanbul, Bursa, İzmir gibi önemli şehirleriyle birlikte işgal edilmiştir. Ordu dağıtılmıştır. Son derecede fakir ve yorgun düşen millet, işgal edilen bölgelerde Yunan ve Ermeni mezalimine uğramıştır. Yunanlılar ve Ermeniler tarafından köyler, şehirler yakılmış, Türk nüfusunu tamamen yok etmek için insanlık tarihinin bir benzerini daha kaydetmediği toplu cinayetler işlenmiştir.
1911 yılından beri âdeta bütün dünyanın hücumuna uğrayarak İtalyan, Yunan, Sırp, Bulgar, İngiliz, Fransız, Rus, Ermeni, Arap, Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve Hintlilerle savaşmak zorunda kalan Türkiye Türkleri, 1919 yılında bugünkü vatanını kurtarmak ve istiklâlini korumak üzere son bir gayretle ölüm kalım mücadelesine girişir. Türkün ateş ve ölüm karşısında azimle, sebatla, heyecanla verdiği bu millî mücadele imtihanı, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde, 1922 yılında zaferle sonuçlanır.
Türkiye Türklerinin kadınıyla erkeğiyle, fakiriyle zenginiyle, âlimiyle cahiliyle, doğulusuyla batılısıyla, yediden yetmişe omuz omuza çarpışarak, kan terleyerek son kuruşunu ve son kurşununu harcayarak, can vererek, Avrupalı devletlerin vurmak istedikleri esaret zincirini parçalaması, dünya tarihinin şahit olduğu bedeli en ağır bir istiklâl mucizesidir. Önce kendi eseri olan Osmanlı devletini kurtarmak ve ardından istiklâlini korumak uğrunda ne kadar asker ve sivilin can verdiğini hiç kimse bilemez. Bilinen bir şey varsa, o da her aileden en az bir kişinin bu yolda şehit veya gazi olduğudur. Bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti, hesapsız ve emsalsiz şehit ve gazilerin hayatlarını feda ederek bütün dünyaya rağmen kurdukları mukaddes bir ocaktır. Şartlar ne kadar kötü olursa olsun, Türk milletinin asla teslim olmayacağını bütün dünyaya ispat eden bu mucizevî istiklâl mücadelesi, Asya ve Afrika’daki esir milletler için de bir örnek olmuştur.
Bu büyük zaferden sonra Türkiye’de, 1923 yılında cumhuriyet idaresi kurulur. On bir yıl aralıksız devam eden savaş felâketinin yol açtığı yaraları sarmak üzere hızlı bir kalkınma hamlesi başlatılır. Avrupalı devletler örnek alınarak resmî kurumlar gözden geçirilir, devlet âdeta yeniden kurulur. Ülke imar edilmeye başlanır. Ekonomik gelişmeye, sanayileşmeye önem verilir. Her seviyede yeni okullar açılır. Sosyal hayatta modern yaşayış tarzını hedef alan değişiklikler yapılır. Böylece medeniyet yolunda Avrupa ile Türkiye arasında evvelce meydana gelen fark giderilmeye çalışılır.
Osmanlı