Karakaş Şuayip

Özbek Edebiyatı Yazıları


Скачать книгу

İstanbul Türkçesini dikkate alan ortak bir edebî dil meydana getirme çalışmalarının aksine, Bolşevik idaresinin yerleşip yaşayabilmesi için mahallî şiveleri öne çıkaran ve Türk topluluklarının isimleriyle anılan Özbekçe, Kazakça, Kırgızca, Türkmence, Azerice, Tatarca vb. yeni diller ve hepsi de Türk ırkına mensup oldukları hâlde birbirlerine yabancılaşan yeni milletler yaratma faaliyetleri çok büyük önem kazanmıştır. 1926’dan sonra hürriyet, istiklâl, Türk birliği, millî birlik gibi fikirleri temsil eden ve bu yolda eserler veren Ceditçi fikir adamları, şair ve yazarlar tutuklanarak hapsedilir. Bu arada ateizmi yayma çalışmalarına büyük bir hız verilir, fikir hürriyeti tam bir baskı altına alınır.

      1930’u yıllarda Sovyet rejimini benimsemeyen milliyetçi aydınlar tutuklanmaya ve öldürülmeye başlanır. Bilhassa 1937-1938 yıllarında bütün Sovyetler Birliği’nde toplu tutuklamalar, sürgünler, katliamlar yapılır. Sovyet idaresi altında yaşamak mecburiyetinde kalan Türk topluluklarında bir milyondan fazla din ve devlet adamı, şair, yazar, gazeteci, fikir adamı, öğretmen, eğitim görmüş okur-yazar olan her sınıftan insan, birkaç yıl içinde halk düşmanı ilân edilerek öldürülmüştür. Öldürülen şair ve yazarların eserlerini okumak, bulundurmak şiddetle yasak edilmiş, buna uymayanlar da aynı şekilde cezalandırılmıştır. Sovyet rejimini benimsemeyen insanların yok edildiği bu dönem tarihe kızıl terör veya katağanlık (yasaklılık) yılları olarak geçmiştir.

      1928 yılında Türkiye’de de Lâtin alfabesine geçilince, Türkiye Türkleri ile Rus idaresi altında yaşayan Türkler arasında yeniden alfabe birliği sağlanmıştır. Bunun üzerine Sovyet Rus idarecileri, Türk topluluklarının hem birbirleriyle, hem de Türkiye ile olan bu kültür köprüsünü bir daha yıkmak için yeniden alfabe değiştirmek lüzumunu hissetmişler, her topluluğa birbirinden farklı özellikleri bulunan Rus Kiril harfli 19 ayrı alfabe kullanma mecburiyeti getirmişlerdir.

      Bütün bu ateist propagandalar, baskı ve sindirme politikaları, yasaklar, tutuklamalar, sürgünler, katliamlar, alfabe değişiklikleri gibi uygulamalar, millî direnişi tamamen kırmış Türk topluluklarının Moskova tarafından idaresini kolaylaştırmıştır.

      İkinci Dünya Harbi yıllarında, Sovyetler Birliği’ni meydana getiren milletleri Almanya’ya karşı cepheye sevk etmek maksadıyla kısa bir süre kızıl baskılara ara verilmiş, savaştan sonra tutuklama, sürgün ve katliam politikasına tekrar dönülmüştür. Savaştan sonra Kırım ve Ahıska Türkleri, son ferdine varıncaya kadar tamamı yurtlarından sürülmüş, her biri yabancı bir diyarda yaşamaya mecbur edilmiştir. 1924’ten 1953’e kadar devam eden Stalin döneminde, Rus haber alma teşkilâtı KGB’nin açıklamasına göre bütün Sovyetler Birliği’nde 60 milyondan fazla insan öldürülmüştür. Kurşuna dizilen, hapishanelerde ve Sibirya’daki çalışma kamplarında öldürülen bu insanların önemli bir kısmının Türk olduğunu unutmamak lâzımdır. Canını kurtarmak için bu Sovyet cehenneminden kaçabilen Türkler, başta Türkiye olmak üzere Japonya’dan Arjantin’e kadar dünyanın her tarafına dağılmışlardır.

      1953’te Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nde nispeten bir yumuşama meydana gelmiş, 1937-1938 yıllarında yok edilen aydınlar başta olmak üzere Stalin döneminde öldürülenlerin suçsuz oldukları ilân edilerek itibarları iade edilmiştir. Ancak 1960’ların ortalarından itibaren Sovyetler Birliği’nin tamamında baskı rejimi tekrar uygulamaya konulmuş, bu arada kızıl imparatorluk ideolojik ve ekonomik bakımdan tam bir iflâsa sürüklenmiştir. 1980’lerin ortalarında hayata geçirilen açıklık politikasıyla birlikte Komünist Partisi ve Sovyet idaresiyle ilgili gizli bilgiler yayımlanmaya başlanınca Sovyetler Birliği de dağılma sürecine girmiştir.

      Artık komünist sistem çökmüş, bütün değerler alt-üst olmuştur. Millî ve dinî değerler, hürriyetçi fikirler, imparatorluğu meydana getiren milletleri ayağa kaldırmıştır. Bu son gelişmeler, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve yeni müstakil cumhuriyetlerin kurulması sonucunu meydana getirmiştir. 1991 yılında bazı Türk toplulukları, Sovyetler Birliği’nden ayrılmak isteyen diğer milletlerle aynı yolu takip ederek Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan adlarıyla kendi millî cumhuriyetlerini kurmuşlardır.

      Doğu Türkistan’da Çin esareti altında yaşayan Türklerin 20. yüzyıldaki hayatı, Rus idaresi altındaki Türklerin hayatından pek farklı olmamıştır. Bu bölgede yaşayan Türkler, devamlı olarak Çin idaresiyle mücadele etmek zorunda kalmışlardır. 1931 yılında Türklerin elindeki toprakların müsadere edilerek Çin’den getirilen göçmenlere dağıtılması, büyük huzursuzluklara yol açar. Bunun üzerine Türkler, Hoca Niyaz Hacı’nın önderliğinde geniş çaplı bir isyan başlatırlar. İsyan, Doğu Türkistan’ın bütün bölgelerine yayılır. Çin idaresi isyanların önünü alamaz. 1933 yılında Doğu Türkistan Cumhuriyeti ilân edilir. Kendi idaresi altında yaşayan Batı Türkistan Türklerine örnek olmasından dolayı endişeye kapılan Rusya, bu yeni gelişmeler karşısında Çin’le iş birliği içerisine girer. Bu Türk Cumhuriyeti, 1934 yılında Kızılordu ve Çin birlikleri tarafından yıkılır. Bunun ardından yüz binlerce Türkün hayatına mal olan yeni bir isyan hareketi başlar. Aralıksız olarak 1937 yılından 1944 yılına kadar devam eden bu çok çetin mücadelenin sonunda bağımsızlık tekrar kazanılır. Ali Han Töre, Osman Batur, İsa Yusuf Alptekin gibi her biri birer kahraman olan idarecilerin başında bulunduğu bu bağımsız Türk hükûmeti, varlığını ancak 1951 yılına kadar sürdürebilir. Bu arada Ali Han Töre, esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur. Kendisinden bir daha haber alınamaz. 1951 yılında Çinlilere esir düşen Osman Batur idam edilir. Komünist Çin idaresi, bütün ayaklanmaları bastırarak Doğu Türkistan’ı Çin’e bağlı bir eyalet hâline getirir. Bu olaylar sırasında yüz binlerce Türk, büyük kafileler hâlinde vatanlarından ayrılarak başka ülkelere göç etmek zorunda kalır. Doğu Türkistan’daki istiklâl mücadelesinin sembol isimlerinden biri olan İsa Yusuf Alptekin de bu göç sırasında Türkiye’ye gelip yerleşir.

      İran’ın kontrolündeki Güney Azerbaycan’da yaşayan Türkler de istiklâl mücadelesinden asla vazgeçmemişler, bunun için her fırsattan yararlanmaya çalışmışlardır: Güney Azerbaycan Türkleri, önce 1906 yılında, Settar Han’ın önderliğinde bir Türk şehri olan Tebriz merkez olmak üzere istiklâl mücadelesine başlamışlar, fakat Kuzey Azerbaycan’ı da etkilemesinden korkulan bu hareket, bölge üzerindeki menfaatlerine zarar vereceği için Rusya, İngiltere ve İran tarafından bastırılmıştır. Daha sonra 1920 yılında, Şeyh Muhammed Hıyabanî başkanlığındaki istiklâl mücadelesi başarıya ulaşmış, Tebriz başkent olmak üzere bütün Güney Azerbaycan’ı içine alan Âzâdistan adlı Türk devleti kurulmuştur. Fakat bu devlet de bir yıl sonra Rusya ile İran tarafından yıkılmıştır.

      İran’ın ırkçı politikalarına maruz kalan Türkler, 1945 yılında yeniden harekete geçerek Güney Azerbaycan’ın tamamını içine alan İran’a bağlı Muhtar Azerbaycan Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. Çok kısa ömürlü olan bu cumhuriyet, iki yıl sonra İran tarafından işgal edilmiştir. Bundan sonra İran hükûmetleri, Azerbaycan Türkleri ile beraber Afşar, Kaçar, Göklen, Kaşgay gibi diğer bütün Türk boyları üzerinde baskıcı bir politika takip etmiş; ana dili eğitimini, “Türk” ve “Türkçe” gibi milliyeti ifade eden isimleri yasaklamıştır. Ders kitaplarında, yüzyıllarca İran’ı idare eden bu boyların, aslında İran soyundan gelen bir halk oldukları anlatılarak Türkler tamamen eritilmeye çalışılmıştır.

      B. Türk Dünyasının 20. Yüzyıldaki Edebî Panoraması

      Türk edebiyatının 20. yüzyıldaki macerası, Türk milletinin Balkanlar’dan Çin Seddi’ne kadar uzanan çok geniş vatan coğrafyasında maruz kaldığı siyasî ve sosyal fırtınaların bütün edebî türlerdeki keskin akislerinden