Karakaş Şuayip

Özbek Edebiyatı Yazıları


Скачать книгу

Efendi, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında, can çekişen Türk dünyasının tarih sahnesine yeniden çıkarak varlığını ispat etmeye çalıştığı çetin mücadelelerle dolu karanlık döneminde yaşadı. Bu dönemde Türkiye Türklüğü, hem içeriden hem de dışarıdan gelen tehditler karşısında sarsılmaya ve yıkılmaya başlayan Osmanlı cihan devletini kurtarmanın telâşı içerisinde hızla modernleşmenin ve Avrupa ile arasında oluşan uçurumu kapatmanın çarelerini araştırmaya başlamış; vatanı, kuzeyden gelen Rus ordularının işgâline uğrayan Türkistan Türklüğü ise, hem cehaletten hem de esaretten kurtulmak için mücadele etmek zorunda kalmıştır.

      1847 yılında Sırderya boylarından başlayan işgâlle birlikte Türkistan’da zorla kabul ettirilen Rus sömürge idaresinin, ilk günlerinden itibaren takip ettiği tamamen zulümden ibaret politikalar, kanlı kavgaları da beraberinde getirmiş ve Türkistan halkının işgâlcilerden derin bir nefret ve tiksinti duymasına sebep olmuştur. 1892 yılında Taşkent, 1898 yılında Andican’daki Dükçi Eşan, 1904-1907 yılları arasında Rusların “Namaz Oğrı”, Türkistan halkının ise “Namaz Bâtır” dedikleri Namaz Pirimkul liderliğindeki Dehkanlar ve 1916 yılında hemen bütün Türkistan’ı saran Milliy Âzadlık isyanlarıyla birlikte irili ufaklı yüzlerce isyan hareketi, bu zorba Rus sömürge idaresine karşı Türkistan halkının âzatlık hareketleri olarak tarihe geçmiştir.

      Türkistan, Rus işgâlinin ardından, önce Türkistan ve Dala (Bozkır) askerî valilikleri hâlinde taksim edilmiş ve bütün valiliklerde de Rus ve Yahudi yöneticiler görevlendirilmiştir. Devlet dairelerine doldurulan Rus, Yahudi ve Ermeni memurlar marifetiyle “ırkçılık” siyaseti, pek kaba usûllerle tatbik edilmiştir. Sömürge idaresinin bu uygulaması, bütün Türkistan’ı, Rusya’nın ham madde ve bilhassa her türlü gıda ihtiyacını karşılayan bir ülke hâline getirmiştir.1 Bugün Özbek araştırmacılar tarafındanuzun listeler hâlinde neşredilen bu talanın, tarif edilmez boyutlarda gerçekleştiği bir hakikattir. Ancak Ruslar sadece maddî yağmacılıkla yetinmemiş, bunun yanı sıra Türkistan halkının tarih ve kültür mirasına da musallat olmuşlar; Türkistan Türklerinin dili, dini, tarihi, örf ve âdetleri, millî duygu ve inançları, namus ve gururu ayaklar altına alınmış, Cuma namazlarında tehditle çar adına hutbe okutulmuş ve Kur’an-ı Kerim’den “müşrik” ve “kâfir” kelimeleri, Türkistan halkının nazarında Rusları ifade ettiği için çıkarılmak istenmiş, Andican’da halk, Ruslarla karşılaşınca secde etmeye zorlanmış, pek çok yazma hâlindeki kitap, tarihî değeri bulunan kıymetli eşya ve arkeolojik eserler Rusya’ya götürülmüş, bunların önemli bir kısmı da Avrupa’ya satılmıştır.

      Türkistan’daki bu maddî ve manevî zenginliklerin talan edilmesiyle ilgili plânlar, Rus müsteşrikleri ile Türkistan halkının dil, tarih, edebiyat ve kültüründen haberdar olan şahıs ve memurlar tarafından birlikte hazırlanmış, Rus Maliye Bakanlığı da listeler hâlinde tespit edilen hazinelerin ele geçirilmesi için özel bir itina gösterilmesi ve hiçbir masraftan kaçınılmaması emrini vermiştir. Tespit edilen kıymetli yazmalar, matbu eserler, tarihî belgeler, eski sikkeler, halı ve kilimler, altın ve gümüş kabzalı bıçaklar, kılıçlar, çok değerli sanat eserleri, inci ve mücevher kakmalı eşyalar ve silâhlar toplanarak Moskova ve Petersburg’a gönderilmiştir. Buhara Emirliği (1868), Hive Hanlığı (1873) ve Hokand Hanlığı (1876)’nı işgâl eden ve bütün Türkistan’ı sömürgeleştirerek Rusya’nın ham madde ambarı hâline getiren askerî vali Konstantin Petroviç Fon-Kaufman (1867-1882), halife Hz. Osman’ın istinsah ettirdiği Kur’an nüshasını, 1869 yılında Semerkand’dan alarak çara hediye etmiştir. 1870 yılında, sadece Şehrisebz ve Kitab kasaba ve köylerinden 97 cilt kıymetli yazma eser toplanarak götürülmüştür. Talan edilen bu kıymetli eşyanın Moskova ve Petersburg müze ve kütüphanelerine taşınmasında bilhassa Rus arkeolog ve şarkiyatçısı Nikolay İvanoviç Veselovski (1848-1918)’nin büyük gayretleri olmuştur. Türkistan tarihi ve arkeolojisi ile meşgûl olan Veselovski, Afrasyab’daki de dâhil olmak üzere yüzlerce arkeolojik kazıyı yönetmiş, Semerkand’da bulunan tarihî eserlerin bir albümünü hazırlamış, bu arada İşrethâne, Bibihanım Mescidi, Uluğbey Medresesi, Emir Timur ve Ahmet Yesevî türbeleriyle birlikte eski mezarlıklara varıncaya kadar her yeri talan ettirmiş; tarihî, dinî ve millî değeri bulunan her şeyi gasp ederek Moskova ve Petersburg müzelerine götürmüştür.

      Türkistan’da bu cinayetler işlenirken diğer yanda, sömürge idaresi tarafından neşredilen mahallî gazete ve dergilerde de Rusya’nın Türkistan’a ilim ve medeniyet getirdiğine dair propaganda yayınları yapılmış, Rus kültür ve hayat tarzı benimsetilerek Ruslaştırma çalışmaları aralıksız şekilde devam ettirilmiştir. İşgâlin ardından Türkistan’daki bütün eğitim kurumları Çar hükûmetinin nezaretine girmiş, 1876 yılında eğitim faaliyetlerine rehberlik etmek üzere Taşkent’te “Türkistan Ölkesi Okuv Yurtları Baş Başkarması” kurulmuş ve eğitim programları da yavaş yavaş sömürge siyasetine uygun hâle getirilmiştir. Aynı yıl, Taşkent’te orta derecede eğitim veren kız ve erkek “gimnaziya”ları açılmıştır. Daha sonra 19 Aralık 1884 tarihinde, Taşkent’ten başlayarak “Rus-Tüzem” mektepleri açılmaya başlanmıştır. Bunlar, sömürge hâline getirilen Türk yurtlarını idare etmede faydalanmak üzere tercüman yetiştirmek ve Ruslara karşı sempati uyandırmak gibi maksatlarla mahallî halkın çocuklarına ilkokul seviyesinde eğitim veren Rus devlet okullarıdır. Böylece Türkistanlı gençler, çar hükûmetine bağlı sadık tercümanlar olarak yetiştirilmek istenmiştir. Taşkent’ten sonra bütün Türkistan’da açılan bu mekteplerin sayısı, 1917 yılı başlarında 170’e ulaşmıştır. Bunların 84’ü bugünkü Özbekistan’da, diğerleri ise Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan’da faaliyet göstermiştir.

      Ruslaştırma veya Ruslara yaklaştırma olarak değerlendirilebilecek bu faaliyetlerin yoğun bir şekilde sürdürüldüğü dönemde, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Rus sömürge idaresine karşı tepki hâlinde başlayan isyan hareketleri, her defasında kanlı bir şekilde bastırılmış, yerli halktan önemli bir nüfus da her fırsatta suçlu görülerek Rusya’nın yaşamaya elverişsiz bozkırlarına sürgün edilmiş, bir buçuk milyon civarında Rus göçmen Türkistan’a getirilerek Özbek, Kazak ve Kırgız bölgelerinde iskân edilmiş, böylece Türkistan’da ekilebilir arazinin %55’i Rusya’dan gelen göçmenlerin eline geçmiş, bütün büyük şehirlerde önemli sayıda yabancı toplanmış, iş yerleri ve dükkânlar Ruslarla Yahudilerin mülkiyetine geçmiş, Türkistan halkı da bu uygulamalar sebebiyle her gün biraz daha fakirleşerek âdeta açlığa ve nihayet yok olmaya mahkûm edilmiştir.

      Rus sömürge idaresinin bu faaliyetleri karşısında Türkistanlı aydınların hiçbir tepki göstermeden kaderlerine razı olduklarını düşünmek, elbette mümkün değildir. İşlenen cinayetler, idrâk ve iman sahibi aydınları derinden yaralamış, onlarda işgâlcilere karşı nefret duygusuyla birlikte mücadele arzusunu da uyandırmıştır. İşte bu idrâk, her gün biraz daha kuvvetlenip olgunlaşarak sömürge idaresine karşı istiklâl için mücadele etmeyi hedef kabul eden Ceditçilik hareketini doğurmuştur. Bu hareket, kısa zamanda yenilikçi genç aydınları, din, devlet, ilim ve fikir adamlarını, yazar, şair, gazeteci, hukukçu, yayıncı ve ileriyi görebilen ticaret erbabını kendi bünyesinde toplamıştır.

      Ceditçiler, esas olarak milletin menfaatleri, ülkenin imar edilmesi, ticaretin, modern tarım usûlleri ve tekniğin yaygınlaştırılmasında Avrupa’yı örnek almak suretiyle halkın sefaletten kurtarılması, kabiliyetli gençlerin Rusya, Türkiye ve Avrupa’daki üniversitelere gönderilerek okutulması, milletin kendi kendisinden ve dünyadan haberdar edilmesi, açtıkları Cedit mekteplerinde Türkistanlı gençlerin, çağdaş bilgilerle donanmış insanlar olarak yetiştirilmesi, millî şuur ve istiklâl fikrinin uyandırılması