Jale Babaşova Kastrati

Repressiya Dönemi Azerbaycan Dönemi Hüseyin Cavid


Скачать книгу

çıkan, süreli yayınlara makaleler gönderiyorlardı. Türkiye’de çıkan süreli yayınların bir kısmı da Rusya’dakilerden sık sık alıntılar yapıyorlardı. Rusya’daki Türklerin Türk basınına doğrudan doğruya gönderdikleri mektuplar, yazılar, telifler halka sunuluyordu. Bu dönem tarihin hiçbir devrinde o zamana kadar görülmeyen Türk boyları arasında yakın kültür alışverişi başlamıştı. Bütün Türk dünyasında bu yaklaşmaların doğalbir neticesi olarak ortak temayüller oluştu. Bunlar arasında özellikle ortak bir Türk yazı dili yaratma teşebbüsü dikkati çeker. İstanbul’da Sırat-ı Müstakim, Türk Yurdu, Kadın; Bahçe Saray’da Tercüman; Bakü’de Fiyuzat, Şelale, İrşad, Açık Söz gibi süreli yayınlarda bu görüş açıkça desteklenmiştir.

      Dildeki yakınlaşma ile birlikte edebî ve siyasî münasebetlerde de gelişme görülüyordu. Bu karşılıklı ilişkiler XX. yüzyılın çeyreğinde Azerbaycan edebiyatının Türkiye ile olan bağlantılarını güçlendirmiştir. O kadarki, Azerbaycanlı Abdulla Sur bazı kısımları el yazması halinde kalmış, bazıları kaybolmuş, çok az bir kısım ise basılmış Türk Edebiyatı Tarihi adlı eser yazmıştır. Namık Kemal, Şemsettin Sami, Abdul-hak Hamit, Tevfik Fikret, Recaizade Ekrem, Muallim Naci, Mehmet Akif, Mehmet Emin Yurdakul gibi Türk yazarların eserleri Azerbaycan’da okunuyor, basılıyor ve sahneleniyordu. Türkiye’de basılmış bazı ders kitapları Azerbaycan’da okutuluyor hatta bazı Türk gençleri Azerbaycan’a giderek burada öğretmenlik yapıyorlardı. Aynı şekilde Türkiye’ye giderek orada eserler veren eğitim alan Azerbaycanlı yazarlar ve gazeteciler de vardı. Mehmet Emin Resulzade, Ahmed Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali Bey,Yusuf Bey Vezirov, Hüseyin Cavid ve Mehemmed Hadi bunlara bir örnektir.

      Bakü ve Tiflis’te neşredilen gazete ve dergiler Türkiye’ye yakınlık hususunda o kadar ileriye gitmiştir ki Füyuzat, Taze Füyuzat (Yeni Füyuzat), Şelale tamamen Türkiye Türkçesi ile neşerediliyor. “Hayat”, “İrşad” ve daha sonra bu gazeteleri takiben “Açık Söz” gazetesi de bu yazı diline çok yakın ve daha sade bir yol izleyerek neşrediliyordu. Bu gazeteler Türkiye’ninsiyasî ve kültürel mühiti ile yakın paralellikler gösteriyorlardı. Fakat Füyuzat, Yeni Füyuzat, Şelale dergilerinin dili tamamen Servet-i Fünun edebiyatının diliydi. Bu açıdan değerlendirildiğinde Azerbaycan Türkçesinin sadeleşmesini geciktirmiştir. Fakat Servet-i Fünun’un dili tıpkı Anadolu Türkçesinde olduğu gibi Azerbaycan Türkçesinde de edebî, siyasî, felsefî terimler bakımından zenginleştirmiştir. Bugün bile ortak kullandığımız birçok edebî-kültürel ve felsefî terimler o zaman Azerbaycan Türkçesine geçmiştir.

      XX. yüzyılın başlarında Azerbaycan edebiyatı şu üç büyük eğilimin etkisi altındaydı: Türkiye’ye bağlı Türkçülük akımının, Türkiye, İran ve diğer İslâm ülkelerinin etkisi ile İslamcılık akımının nihayet Rusya dolayısıyla çağdaş siyaset ve sosyal akımının. Ayrıca, 1920’li yıllara yaklaştıkça da Sovyet rejiminin baskısı ile sosyalist akımların etkisi de görülmektedir. Azerbaycan’ın 1920’lere kadar, Avrupa edebiyatını büyük ölçüde Türkiye kanalıyla takip ederek tanıdığını da unutmamak gerekir. Bu bakımdan XX. yüzyılın ilk çeyreğinde yazılan eserlerde bu üç eğilimin temsilcilerine de rastlanır. Fakat bunların hepsinin dışında bir edebî akım vardır ki mensupları Azerbaycan’ın o günlerdeki durumuna göre bütün bu eğilimin bir sentezini yaparak ülke için en doğru olan yolu seçmiş görünürler. Bu okul, Molla Nasrettinciler’dir. Molla Nasrettin, 1806 yılında Ömer Faik Nemanzade ve Celil Memmedguluzade tarafından çıkartılan siyasî, içtimaî, bir mizah dergisiydi. Kısa zamanda etrafında yazarları ve şairleri topladı. Dergi 1906-1918 yıllarında Tiflis’te kapatıldıktan sonra 1921 yılına kadar Tebriz’de 1922-1991 yılları arasında da Bakü’de çıkmıştır.

      1917 senesinde Rusya’da Bolşevik İhtilali oldu. Rusya’nın boyunduruğu altında olan bütün halklarda bir özgürlük hareketi başladı. Çar rejimi devrildi, Rusya içinde bu bölgede yaşayan ayaklanan halklar özgürlüklerini ve bağımsızlıklarını ilan ettiler. 28 mayıs 1918 tarihinde bu coğrafiyada ilk Türk cumhuriyeti kuruldu.

      Türkiye’den gelen askerî yardımla Bakü’de, Bolşeviklerden kurtuldu ve Ziya Gökalp’ın “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırleşmek” ilkesi doğrultusunda tek partili bir hükûmet kuruldu. Azerbaycan Cumhuriyeti çok kısa bir süre ayakta durdu, ama kısa sürede çok şey yaptı. 27 Nisan 1920 tarihinde Bakü, Bolşevikler tarafından işgal edildi ve Sovyetler Birliğine dahil edildi.

      1920’den sonra rejimin değişmesine bağlı olarak toplumun sosyal, siyasî ve edebî hayatı hızlı bir şekilde değişmeye başladı. Buna bağlı olarak da insanların dünya görüşü sanat, edebiyat anlayışı yeniden şekillendi veya şekillendirildi. Yeni rejimin baskıcı olduğu ve kendi görüşünün dışında olanlara pek fazla hayat hakkı tanımak istemediği, özellikle 1937 yılında Stalin’in korkunç terörü ile iyice anlaşıldı.1920’den sonra sadece cemiyet hayatı değil yönetim şekli de değişti. Yönetimde bu tarihten itibaren Azerbaycan Türkleri geri çekildi, yerine Ermeni ve Ruslar yönetime alınmaya başlandı. Yöneticiler çok gaddar davranıyor; birçok bilim adamı, yazar, gazeteci, öğretmen represiya3 kurbanı oldu. 1930’lardaki kollektifleştirme devrinde de halktan insanların binlercesi-yok edildi. Öyle bir diktatörlük kurulduki, halk herhangi bir şekilde devlete karşı sesini çıkaramaz hale geldi.

      Böyle bir diktatörlük döneminde edebiyatın şaheserler yaratması sanat hayatının başarılar sağlanması beklenemezdi. Yazarlar 1920’den önce olduğu gibi serbest yazma hakkına sahip değillerdi. Resmî ideolojik görüşe uygun yazmak mecburiyeti vardı. Buna “Sosyalist Realizmi” adı verildi. Yeni bir toplumunda yeni bir edebiyata ihtiyaç vardı. Bu yeni edebiyat da “eski” yapıya, cemiyete, edebiyata saldırı ve “yeni”yi övmeye dayanıyordu.

      Bölşevik görüşü açısından ele alınan konular; milletlerarası sorunları dünyanın çeşitli yerlerindeki sınıflararası çatışmaları, sömürgeler ve emperyalistler arasındaki mücadeleyi, halk hareketlerini, işçi ve köylü olaylarını “enternasyonalizmi”, “dünyada barış”, “dünya sosyalistlerinin birliği”, “hümanizm” adında çıkmış olan çeşitli eserlerde işlenmiştir. Bu konuyla ilgili bazıları o kadar aşırı davrandıki zaman zaman millî edebiyat ve dil inkâr edildi. Rus dili “Lenin”in dili”, “komünist dünyasının dili”, Rus edebiyatı ise “emekçinin, işçinin, inkilabın edebiyatı” olarak yüceltildi. Azerbaycan edebiyatının görevi ise “Büyük Kardeş olan Rusların” edebiyatını örnek almaktı. 1930’lardan itibaren Komünist Partisi tarafından yayımlanan yazarlara yönelik “sosyalizmi dolgun ve çok yönlü bir şekilde aksettiren emekçilere sosyalizm kuruculuğu işine sadakat ruhu aşılayan, derin anlamlı eserler yaratmayı” tavsiye ediyordu.4

      Kısaca çerçevesini çizmeye çalıştığımız bu görüşler içerisinde yazıp, eserler vermek zorunda kalan 1920’den önceki devirde olgun eserler yazmış sanatçılar değişik yollar izlemek zorunda kaldılar.

      Dönem yazarlarının bir kısmı sustu, diğer bir kesimi küçük vazife alıp kenara çekilmeyi tercih etti. Bir kısım yazarlar da yeni devire ayak uydurmaya çalışarak istenilen tarzda ve konuda eserler yazmayı denediler. 1920’den önce eserler vermiş sosyal demokrat görüşlü kimseler ise pek fazla zorlanmadan yeni devrin değerlerine uygun eserler kaleme almaya başladılar. Her şeye rağmen kendi bildiği yolda gitmeye inandığı ölçüler içinde eserler vermeye çalışanlarda yok değildi. Böyle şahsiyetlere Hüseyin Cavid örnektir. Hakverdiyev, Cafer Cabbarlı, Celil Memmedguluzade, Yusuf Vezir Çemenzeminli, Abdullah Şaik gibiler ise kendi şahsiyetlerini koruyarak hem yeni devre hem de zevk ve görüşlerine uygun