Azize Kaya

Taç ve Divit


Скачать книгу

p>Azize Kaya

      Taç ve Divit

      AV

      İçeriye sinirle girdi. Elindekileri odanın ortasına atıp çocuk gibi tepinmeye başladı. Kravatını söküp attı. Sırasıyla ceketini ve gömleğini de çıkarıp savurdu. Evin ayna kaplı duvarına yaklaştı. “Ben de Ali isem bunları size ödetirim. Ben yıllarca sizin gibi beş para etmezlerin emir eri olmak için okumadım. Savaş baltalarını kuşanmanın vakti geldi. İşim bittiğinde Kapital Holding’in esamesi bile okunmayacak iş dünyasında” dedi. Ama nasıl?

      Günlerce ne yapması gerektiğini düşündü. Büyük ekran televizyonun karşısındaki koltukta yaşıyordu adeta. Burada yiyor, içiyor uykusu gelince yine burada uyuyordu. Her şeyden umudunu kesmek üzereydi ki açık televizyonda gözüne bir şey ilişti. Uzandığı yerden doğrulup dikkatle izlemeye başladı. Programı geri aldı. Durdurdu. Bir daha, bir daha izledi. Newton için başına düşen elma neyse Ali için de bu program öyleydi. Zihninde yanan ampuller gözünde çakan şimşeklerle birleşti. Oda aydınlandı. “Buldum” dedi. Ayağa kalkıp etrafta turlamaya ve sevinç çığlıkları atmaya başladı.

      Büyük mermer masaya geçti. Bilgisayarını açıp plan yapmaya başladı. Her şey tamam da tüm bunları hayata geçirecek güvenilir birini bulmak en zoru diye düşündü. Nedense güvenilir kelimesi hep aynı ismi getirdi zihnine. “Yılmaz.” Ama bu imkânsız gibi bir şeydi. Yıllar önce yaptıklarını düşündüğünde bir ateş sardı her yanını. Başka çaresi olmadığını idrak edince şansını denemeye karar verdi. On yıldır görmediği adamın telefonunu bulmak zordu ama imkânsız da değildi. Hatırlı birkaç arkadaşın yardımı yeterli oldu. Aldığı numarayı ararken içten içe konuşmaya başladı.

      “Off, şimdi bir sürü tantana yapacak ama ondan başka güvenebileceğim kimse de yok. İdare edeceğiz artık. Malûm, köprü ve dayı meselesi… Nasıl olsa ikna ederim.”

      Karşıdan gelen sesi duyunca telaşlandı. Çekingen bir tavırla söze girdi.

      “Alo! Yılmaz! Ben Ali, hatırladın mı? Hani eski evdeki eski arkadaşın.”

      Yılmaz, telefonu açtığında karşısına çıkan sesin Ali’ye ait olacağını düşünmemişti. Şaşkınlığını çabucak attı üzerinden. Çünkü zihni saniyeler içinde Ali ve yaptıklarıyla ilgili videoyu yeniden izletmişti Yılmaz’a.

      “Ooo, Ali beyimiz… Hatırlamaz mıyım? Bir sor bakalım unuttun mu diye? Yalnız senin o eski ev dediğin, benim için hâlâ oturduğum ev. Yani bazılarımızın eskileri, bazılarımız için mecburiyetten hâlâ yeni gibi.”

      Yılmaz’ın öfke dolu sesine rağmen Ali, sakince konuştu. Ne de olsa ona muhtaçtı.

      “Özür dilerim Yılmaz. Ne olur beni affet. O fare yatağında kalmaya daha fazla dayanamadım. Sen de kaçsaydın kurtarsaydın kendini.”

      “Atladığın bir şey var. Ne senin gibi bir fakülte mezunuyum ne de senin kadar satılığım. Hoş, okuldan atılışımın nedeni de sendin ama bunu hatırlatmama sanırım gerek yok. Şimdi utanmadan beni mi arıyorsun?”

      “Tam on yıl oldu Yılmaz. Hâlâ unutmadın mı?”

      “Bodrum katı küflü bir evde oturunca unutamıyor insan. Sonra uzun kuyruklu misafirlerim oluyor. İstesem de unutamıyorum. Ama sen de haklısın ‘Darvincan’ın söylediği gibi, ‘Güçlüler yaşar zayıflar ölür.’ Neden? Çünkü güçlüler, zayıfları yiyerek hayatta kalır. Tıpkı senin de benim hayatımı yediğin gibi. Pislik! Bir daha da sakın arama.”

      Ali bu kadar zor olacağını düşünmemişti. Bir an panikledi.

      “Dur, dur kapatma ne olur! Sana bir şey anlatmak istiyorum. Lütfen… Dün bir belgesel izledim.”

      Yılmaz’ın kulaklarından adeta ateş çıkıyordu.

      “Belgesel mi? Dalga mı geçiyorsun? Yıllar sonra arayıp izlediğin belgeseli mi anlatacaksın gerçekten? Git belanı başkasından bul Ali.”

      “Bir dakika… Hayatını değiştirecek bu anlattıklarım. Hatta ikimizin de… Orada mısın Yılmaz?”

      “Beş dakikan var.”

      “Tamam, Yılmaz. Bak, geçen hafta Kapital Holding’ten kovuldum. Hem de hiçbir sebep yokken. Orada çalışmak için neleri feda ettiğimi biliyorsun.”

      Yılmaz alaycı bir sesle konuştu:

      “Bilmez miyim neleri feda ettiğini? Mesela beni, en yakın arkadaşını… Hem de hiç acımadan…”

      “Yılmaz lütfen. Beni gömmen için sana daha çok fırsat vereceğim. Ama önce başkalarını gömmemiz gerekecek. İki dakika sus ve dinle.”

      “Peki, anlat.”

      “Her şeyin bittiğine o kadar inanmıştım ki! Ta ki o belgeseli izleyene dek. Bildiğin vahşi hayatı anlatan bir şeydi. Bir yaralı ceylan vardı. Masum… Tek başına… Tepesinde bir kartal dönmeye başladı. Onları çalıların arasından izleyen bir aslan belirdi. Belli ki saldırmak için uygun ânı kolluyordu. Ama şaşıracaksın, aslanın arkasında da yerli, yarı çıplak genç bir adam vardı. Onun da amacı, büyüdüğünü ve cesur bir erkek olduğunu kabilesine kanıtlamak. Bunun için bir aslan avlaması gerekiyor. Dehşet bir manzaraydı. İnanamazsın. Hepsi aynı anda hamle yaptı.”

      “Eeee…” diyerek ilgisizliğini belli etti Yılmaz.

      “Ne oldu biliyor musun?”

      “Ceylanın kolu bacağı havada mı uçuştu?”

      “Hayır. Ceylan kurtuldu.”

      İlgilenmiyor gibi görünse de merak etmiş olacak ki “Nasıl?” diye sordu Yılmaz. Avın kafese girdiğini hisseden Ali, kendinden emin söze başladı:

      “Kartal ceylana doğru alçalınca, aslan kartalın üzerine atladı. Bir pençeyle onu yere yapıştırdı. Tam o anda genç adam da mızrağını aslana attı ve aslan da yere serildi. Şaşkın ceylan seke seke oradan uzaklaştı.”

      “Vay, çok ilginç olmuş da… Hâlâ bunu bana niye anlattığını anlayamıyorum.”

      “Yani, kartal aslanın, aslan adamın avı oldu. Ve ‘Darvincan’ yine yanıldı. Güçlüler öldü zayıf ise hâlâ hayatta…”

      Yılmaz bir süre sessiz kaldı.

      “Yılmaz orda mısın? Duyuyor musun beni?”

      “Buradayım. Duyuyorum.”

      “Bir şey demeyecek misin?”

      “Ceylan için sevindim.”

      “Off Yılmaz, hâlâ aynısın. Kabiliyet yüz, idrak sıfır.”

      “Hakaret etmen bittiyse kapatıyorum ben.”

      “Tamam, tamam, alınma hemen. Bak bir planım var. Oraya gelmem ve yüz yüze konuşmamız lazım. İkimizin de hayatı kurtulacak.”

      “Ben bu sözleri üniversite yıllarından hatırlıyorum.”

      “Yeter artık, eski defterleri açıp durma. Herkes ikinci bir şansı hak eder. İlk ve son defa soruyorum. Var mısın?”

      Yılmaz yine sessizdi. Kafası allak bullak olmuştu. Hayatını mahveden adam şimdi onu kurtarabilir miydi? Aslında soru şuydu, onu satan birinin bir daha bunu yapmayacağından emin olabilir miydi? Ya da onu satanı satmak için ayağına bir fırsat mı gelmişti? İsteksiz bir şekilde “Tamam.” dedi. Ali sevinçten olduğu yerde zıpladı. “Evet, oldu bu iş. Yarın erkenden ordayım.” diyerek telefonu kapattı.

      Gece her ikisi için de zordu. Ali, yeni düşmanları için planlar kurarken, Yılmaz, eski düşmanından yeni dost olup olmayacağını düşünüyordu. Ali, sabah erkenden kalktı. Yol üstünde bir markete uğradı. Kahvaltılık malzeme, içecek, kurabiye ve simit aldı. Eski mahallesine yaklaşırken tedirgindi. Son model, pahalı arabasını birkaç sokak öteye park edip indi. Montunun kapüşonunu kafasına geçirdi. Yuvarlak camlı güneş gözlüklerini taktı ve elindeki poşetlerle yıllardır gelmediği evi aramaya başladı. Kendisi gibi her şeyin değiştiğini düşünüyordu ama yanıldı. Zaman burada hiç akmamış gibiydi. Eski sokaklar… Sıralı ahşap evler… Kimi kırmızı kimi sarı boyalı pervazlar… Sokakta top koşturan küçük çocuklar… Her şey aynı eskilikte ve yıpranmışlıktaydı. Hatta ağızlardaki küfürler bile. Oysa Ali’nin küfürleri bile değişmişti. Artık bu mahalleye nazaran daha saygın ve delici