Azize Kaya

Taç ve Divit


Скачать книгу

görülebildiği camın tam karşısındaydı. Kırık ayakları tutkalla yapıştırıldığı belli olan küçük masa ile iki sandalye ise diğer küflü duvara dayanmıştı. “Hiç değişmemiş.” dedi Ali. Yılmaz dik dik baktı.

      “Değişmesi için bir sebep söylesene.”

      “Yaşıyorsun.”

      Yılmaz sinirle ayağa fırladı. Ali’nin yakasından tuttu ve suratına bir yumruk attı. İki eski arkadaş, eski defterler, hepsi yerle bir oldu.

      “Yaşıyorum öyle mi? Ben en yakın arkadaşımın beni sırtımdan vurduğu gün yaşamaktan vazgeçtim.”

      Ali, burnundan akan kana baktı. “Mecburdum.” dedi. Yılmaz’ı sertçe itti ve yere düşürdü. Neden sonra boğuşmaları bitti ve sakinleştiler. İkisi de yerde boylu boyunca yatıyordu. Ali, tavandan sarkan kireç ve boya artıklarına baktı. “Ne sefil bir manzara… Bu adamın kendini neden burada yaşamaya mahkûm ettiğini anlamıyorum.” diye düşündü. Genç, becerikli ve sağlıklıydı. İstese yapabilirdi. Ne var ki az önce “Vazgeçtim.” demişti. Oysa Ali için vazgeçmek zayıflıktı. Hatta gururunu ayaklar altına alıp buraya gelmesinin nedeni de asla vazgeçemeyeceğini düşünmesindendi. Güçlüydü Ali. Sahip olduklarını tek başına ve deli gibi çalışarak kazanmıştı. O yaptığına göre herkes yapabilirdi. Sessizce vicdanını rahatlamaya çalışıyordu ki Yılmaz’ın buğulu gözlerini fark etti. Mırıldandı Yılmaz.

      “Buradan birlikte kurtulabilirdik. El ele verir çok çalışırdık. Biz kardeş gibiydik.”

      “Bu düzen insanı sadece çok çalışarak zengin olacağına inandırmıyor Yılmaz. Bunu tek başına yapması gerektiğine inandırıyor.”

      “Peki, ne değişti? Şimdi neden buradasın söylesene bana. Tek başına her şeyi yapabileceğine olan inancını mı yitirdin?”

      Ali konuşacaktı ki Yılmaz fırsat vermedi:

      “Ben sana söyleyeyim. Tek başına kazanmanın en kötü tarafı kaybederken de yalnız olmandır. Ve sen bunu hak ettin.”

      Ali, hazırlıklı olduğunu düşünse de bu kadarını beklemiyordu. Sustu. Bakışları boşlukta gibiydi. Ve o boşluk, eski arkadaşı, eski evi ve geçmişiyle doluydu. Yılmaz’ın sırtına basarak kazandıklarını kaybetmemek için yine ona muhtaç olması kaderin cilvesi miydi? Belki de düşmanlarına teslim olmamak için yaptıkları onu kaderin ellerine teslim etmişti. Kafası allak bullak oldu. “Keşke hiç gelmeseydim.” diye düşündü. Ayağa kalktı. Üstüne başına çeki düzen verdi. Saçlarını eliyle düzeltti ve söylenerek küf kokan evden ayrıldı. Yılmaz, onun tek çıkış yolunu da kapatmıştı. Ne diyebilirdi ki? Sonuna kadar haklıydı.

      Günlerce evden çıkmadı. Vicdan yükünün altında ezildiğini hissediyordu. Oturduğu rezidansın cam duvarından dışarı baktı. Birbirleriyle yarışan gökdelenleri ve karınca gibi görünen arabaları izledi. Her şey ne kadar da yapaydı. Tıpkı hayatı gibi… Normal şartlarda olsa sahip olduklarıyla gurur duyar, almak için verdiklerini hiç düşünmezdi. Ama bugün sanki her şey değişmişti. Yılmaz haklıydı. Yalnız kazananlar, yalnız kaybederdi. Cama yaslandı ve evin içini sanki ilk defa görüyormuşçasına tek tek inceledi. Deri koltuklar, kristal avizeler, tasarım mutfak, kullanmaya fırsat bulamadığı şömine ve dev ekran televizyon… Milyonlara aldığı evin değerini tekrar düşünmeye başladı. Ama sadece verdiği parayı hatırlayabildi. Gittikçe derinleşen düşüncelerinden onu kurtaran, çalan kapı zili oldu. Gelen Yılmaz’dı. Ali o kadar şaşırmıştı ki arkadaşını içeri davet etmeyi unuttu. Allah’tan Yılmaz davet edilmeyi beklemeden içeri daldı. “Vay vay vay… Gözünü sevdiğimin kapitalizmi, sen nelere kadirsin.” dedi ve evin içinde birkaç tur attı. Koltuklara, masaya hatta duvarlara bile dokundu, her şeyi tek tek inceledi. Ali şaşkınlığından kurtulup “Nasıl buldun burayı?” deyince toparlanıp deri koltuklardan birine hoyratça bıraktı kendini.

      “Şirketi aradım. Koskoca Kapital adını hâlâ unutamamış. Sekretere ‘Ali Sağlam’ın adresini verebilir misiniz?’ dediğimde ‘Şirketimizin Ali Bey’le sözleşmesi feshedilmiştir.’ diyerek telefonu kapattı. Ben tekrar arayıp ‘Müvekkilimi dolandırdı hanımefendi icra takibi için adresine ihtiyacım var.’ diye ısrar edince seve seve verdi. Haa, bir de kallavi bir küfür gönderdi sana ama onu ben söylemeyim. Sahi, sen ne yaptın o kıza? Aaa, benimki de soru mu şimdi? Üniversite yıllarında hep ne derdin? Kumaş mendil dönemi bitti. Artık kâğıt mendiller var. Kullan at, kullan at…”

      “Bunları söylemek için geldiysen gerek yoktu. Ben zaten biliyorum ne kadar pislik olduğumu.”

      “Ne oldu, zoruna mı gitti söylediklerim? Seni affedip her şeyi unutacağımı sanmadın herhâlde. Ben sadece iş için geldim. Ne yapacaksak yapalım.”

      Ali cama yaklaştı. Hiç konuşmadı. Yılmaz ise arka arkaya cümleler kurmaya devam ederken, Ali’den gözünü ayırmıyordu. Onun acı çekmesinden duyduğu mutluluk yüzüne yansıyordu.

      “Hadi başlayalım artık. Kimin canına okunacak söyle. Sonra benim payım ne? Ayrıca ben paramı nakit alırım ona göre.”

      Ali, şaşkın şaşkın, Yılmaz’a bakıp “Ne kadar da değişmişsin? Çocukluğumdan beri tanıdığım Yılmaz bu değil.” dedi.

      “Eee!” dedi, Yılmaz: “İnsan kaybedince sadece kaybetmeyi öğrenmiyor.”

      Haklıydı. Ona kaybetmeyi de kaybedince neler yaşayacağını da öğreten kendisiydi. Belki bir daha kaybetmemek için yapılacakları da. Hesaplaşmaya ara verdiler. Kapital Holdingi batırmak için plan yapmaya başladılar. Büyük mermer masanın etrafına oturdular. Ali her şeyi en başından anlattı:

      “Peru’da eski bir altın madenini satın aldım. Maden şimdiki raporlara göre verimsiz ve âtıl durumda. Biz sahte raporlarla çok verimli altın damarları olduğunu gösterip Kapital’in satın almasını sağlayacağız. Böylece hayatımıza Holding bünyesindeki küçük bir şirket olarak devam edeceğiz. Sonra küçük şirket sansasyonel bir batışla büyük şirketi de dibe çekecek. Buna benim yıllardır Kapital’in vergi ve rüşvet gibi pisliklerine dair topladığım belgeleri de ekleyince kaçınılmaz sona Kapital bile dayanamayacak. Tabi ki öncelikle bu madeni senin üzerine yapıp seni saygın ama talihsiz bir girişimci olarak tanıtacağız. Medyada parayla yönlendirebileceğim arkadaşlar var. Seni başarılı, idealist bir iş adamı olarak tanıtıp Kapital’in dikkatini çekeceğiz.”

      Yılmaz, Ali’ye güvenilmeyeceğini düşündüğü için tüm ayrıntıları bilmek istiyordu.

      “Birincisi sahte raporları nasıl alacağız. İkincisi ise Kapital gibi bir şirket neden bizi satın alsın ki?”

      Ali, Yılmaz’ın şüpheciliğini anlayabiliyordu. Onu inandırmak için sakin ve emin bir şekilde anlatmaya devam etti.

      “Madenin başındaki adamımız tuzlama yöntemiyle daha önceden alınan altın tozunu çıkarılan toprağın içine karıştıracak ve bunu analiz eden uzmanlar gerekli raporları verecek. Gerçek ortaya çıkana kadar da bizim işimiz bitmiş olacak. İkincisi aslanım, Kapital bunca serveti küçük şirketlerin çöküşlerini hızlandırıp kendi bünyesine katarak yaptı. Birkaç değişiklikle eskisinden daha itibarlı hâle getirerek az parayla aldığı şirketleri parlatıp yeni fiyatıyla piyasaya sunar. Her şeyin bir fiyatı vardır düsturuyla iş yapmak çok gerilerde kaldı. Yeni trend, satın alacağın her şeyin etiketini kendin belirlemektir. Biz madeni iyi bir av olarak sunabilirsek, Kapital onun kokusunu mutlak alacak ve tepesinde dönmeye başlayacak.”

      Yılmaz kalktı. Buzdolabından bir bardak su aldı. Gözünü Ali’ye dikti ve meydan okurcasına baktı. Suyu bir nefeste içip bardağı sertçe masaya bıraktı.