bdıreşit Taşov
Bozkurtun Patikası
GİRİŞ
Bir şeylerin yolunda gitmediği zaman olduğu gibi, her hangibir şeyin de olması gerekiyorsa, o şeyin olması için bin bir türlü neden ona yol açar, olay olur biter.
Gazetecilerin, diğer uzmanlardan farkı, hayatlarını, haber ve havadis kanallarının tam kaynağında sürdürüyor olmalarıdır. Olmuş, olan ve olacak olaylar, onun zihinsel eleğinde elenir. Buna, başka bir deyişle, analitik düşünme de denilmektdir. Ancak, yaratıcılık alanında çalışmak, sadece analitik fikir yürütmeyle yetinilebilecek bir alan değildir. Özellikle, edebi eserlerde, sanatsal gerçekler tasvir edilmektedir. Eserin konusunun betimlenmesi de her şekilde olabilir. Edebi konuların işlenmesi için tahminler, rivayetler, ilginç olaylar, hatta hayali ürünlere de gereksinim duyulabilir. Ancak, benim kalbimde we hayallerimde, şiir, edebi eser yazma hevesi ve özlemi gurk tavuğu gibi kuluçkaya yatmış olsa bile, o seferinde ben, sadece yazı işlerinin bana vermiş olduğu görevi yerine getirmek üzere yollara düşmüştüm…
O yıl, kış, çok sert gelmişti. Ruhsal olarak yörüklerin desteklenmesi ve davarların durumunun öğrenilmesi, aynı zamanda da bir gazeteci olarak, yaylalarda hayvanlarını otlatan çobanların hayatlarını anlatan röportaj hazırlamak amacıyla, uzak yaylalarda yerleşen çoban konaklama yerlerinden birine kadar gitmiştim. Çoban konağında dört avcıyla karşılaştım. Onlar bana, akşam çayını içerken, masalımsı hikayelerin birkaçını anlattılar. Tabii ki, avcılar övünerek konuşmayı, şişirerek anlatmayı severler. Ancak, buna bakmaksızın, onların anlatmakta oldukları hikayeler ekofantastik bır kıssanın konusunu anımsatmaktaydı…
Birinci avcının kıssalarından:
İri göz ile kaşın arasında
Sözün kısası…
Bu olaylar, Yeryüzünde bulunan tüm kurtların nesilbaşı olarak bilinen Bozkurt ile Gökbörünün, kadim Girkanlıların ülkesini mesken tutan dönemlerinden, tahminen, yirmi dokuz bin yıla yakın zamanın geçmesinden sonra, kurtların son nesillerinin kızışma1 dönemi tamamlandığında sürüye2 geri dönüş yaptıkları dönemde başlamıştı.
Akhal, yatsa kalksa, böyle bir durumun olacağını düşünmek bir yana, aklının ucundan bile geçirememiştir. İri göz ile kaşın arasında…
Akhal kaçtığında kurtulan, kovaladığını yakalayan, saldırdığını yere seren, korkusuz, ısırdığı yeri koparan, cesur bir kurttu. Üstelik, sürüye önderlik etmekteydi. Güçlü görüş algısına sahip olduğundan, uzağı görmede, onunla hiç bir kurt boy ölçüşemezdi. Hatta, O, geceleri, gökyüzüne bakarak, Küçük Ayı Takımyıldızındaki ikinci yıldızın yanında, çok zor gözüken uyducuğunun beyazımsı beneğinin hanği yönde olduğunu bile ayırt edebilmekteydi. Her zaman tetikteydi, saldırdıkları zaman bozğuna uğratmayı başarabilen bir önder idi. Güç bakımından, O, on kurda karşı durabilecek kadar güçlüydü. Üstelik de, O, aslanlar, kaplanlar, sırtlanlarla uyumlu iletişim kurmuştu. Sürünün kurtları, Akhal ile birarada olmayı, kendileri için bir onur saymaktaydılar. O, hangi yöne yönelirse, sessiz sedasız onun peşinden takip ederlerdi.
Kızışma dönemini tamamlamış kurtlar, çok zayıflamışlardı. Zayıflıktan kemikleri sayılabilir durumdaydılar.
Gökyüzünde süzülen kartal, Sazaklı vadisi üzerinde bır kere döndükten sonra, kuzey yönüne doğru süzülüp gitti. Daha önceleri, Akhal, avlanmak için her zaman, kartalın gitmekte olduğu yöne gitmeyi tercih etmekteydi. Nedendir bilinmez, ama bu defasında, doğuya doğru gitmeye karar vermişti.
Akhal, dişi kurtların üçüsünü önden, onların ardından ise cüsseli hem de güclü olan kurtların üçüsünü, sonra ise yaşlanmış olan kurtların dördüsünü önden gönderip, en arkadan sürüyü izlemeye başladı. O’nun bu şekilde davranmasının nedeni, arkadan saldırılması durumunda, sürünün önderi olarak, arkadan gelecek ilk darbeyi kendi üzerine çekmektir.
Kurtlar, iki gece ve gündüz yürüyüp, uzun bir yol katetiklerinden sonra, kulan sürüsüne rastladılar. Tam o sırada, yukarıdan gürültülü bir ses duyuldu. Biraz sonra, silahlardan sıkılan kurşun sesleri, sürüp giden gürültüyü, sanki delik deşik etmiş gibi oldu. Kulanların dördüsü, durdukları yerde yere serildiler. Gürültüden dolayı korkuya kapılmış kurtlardır, kulanlar kurşun seslerini duyar duymaz, çil yavruları gibi dağıldılar. Sadece, Akhal, büyük bir devedikeninin altına uzanarak saklanmış yatıyordu. Gürültü daha da yaklaşmıştı. Akhal, sesin geldiği yöne doğru baktığında, devasa bir demir kuşun, tam karşısında, yere yakın irtifada uçup gelmekte olduğunu gördü. Bu dakikadan sonra, çok geç idi, kaçması durumunda fark edilecekti. Kurtların “Başımı saklamak için bulduğum yerde, bedenimi de saklarım” prensibine uyarak, kıpırdamadan, bulunduğu yerede kaldı. Ortalığı toz dumana katan demir kuş, yere indi. Demir kuştan inen silahlı insanlar, tellak tellak dolaşıp, avlamış oldukları hayvanlarla uğraşmaktaydılar.
Daha sonra, onların birisi:
– Biraz önce ben, bir sürü kurt da görmüştüm – dedi.
Diğeride:
– Onları, bende gördüm – dedi. – Maalesef, zamanımız kısıtlı. Yoksa, birkaç tanesini avlasak, çobanlardan “kavurmalık” alırdık.
– Tü, onların dişleride, tüyleride cinden, umacıdan korurmuş.
– Ee, öyleyse, bir daha, şöyle bir tur atıveririz.
Demir kuş havalanıp uçup gitti, bir tur attı. Tur atarken de, kurtların grup halinde kaçtıkları yerin üzerinden vardılar. Onları hiç acımadan katlettiler.
Uzaktan da olsa, bu korkunç olaya acımakla bakmaktan başka çaresi yoktu. Akhal’ın sabrı tükenmiş, dayanamaz hal almıştı. Her kurşunu yiyen kurt yuvarlanıp gittiğinde, onun kalbi yerinden fırlayacakmış gibi küt küt atmaktaydı. Ancak, ellerinde ecel demiri bulunan bu insanlarla onun güycü eşit olabilir mi?
Akhal, biraz önce bile hayatını sürdürmeye hevesli, bu fani dünyanın havasından nefes alıp vermekle, özgürce dolaşan kurtları, bunlara feda etmek için peşinden sürükleyip buralara kadar getirmemişti. Işte, her şey buraya kadarmış, şimdi ise onların bazılarının derilerini yüzerek, dişlerini sökerek, tüylerini de yolarak götürmektydiler.
“Hayır, insanlaryn keyfı davranmalaryna yol verilemez. Yol verilir ise, onlar yakın zamanlarda kurtların neslini tüketebilirler. Kan davası, insanlardan önce, kurtlarda ortaya çıkmış bir davadır. Ecel demrinin kurbanı olan o kurtların intikamının alınması gerek!”
Akhal, aç olduğunu bile unutarak, demir kuşun uçup gitmiş olduğu yöne doğru atıldı. Ancak, uçsuz bucaksız çölde kendisine dair herhangi bir iz bile bırakmadan kaybolup gitmişti demir kuş. Sanki, demir kuş Aya uçmuş, buhara dönmüş gibiydi. Onun yerine, Akhal, çok uzaklarda bulunan bir çoban konağını gördü. Rüzgaryn esmekte olduğu tarafın ters yönünden yaklaşarak, bir koyunu sırtına kondurup kaçmaya başladı.
Demir kuşunda bulunan insanlar, er veya geç, buralara gelirler ümidiyle, Akhal etrafta gezinmeye başladı. Günlerın birinde, O, çoban eşeğinin üzerine yatay atılmış kurt padalyasını gördü. Onu hemen tanıdı.
“Bu O idi. Çıpar’ın ta kendisiydi. Ayakları, uçlarından bir araya bağlanmamıştı. Neden kaçmıyor ki? Ya da gururuna mı yediremedi de öldümü acaba?”
Akhal, olup bitenlere aklı ermeden bakadururken, kara keçeden yapılmış çadırdan, yani kara evden çıkan bir insan eşeğine binerek, bir koçu da sırtına bağlayarak, yürümeye başladı. Akhal da uzaktan dolaşarak, onun peşine düşmeye başladı.
Kurtlar kesinlikle, gündüzlerine bir yerden başka bir yere gitmezler. Gündüzlerine saklanır, gecelerine gezerler. Akhal ilk kez kurtların bu geleneğini de bozmuş oldu.
Kurtlar, genelde kızışma dönemleri karşılaşmazlar ise, insanlara saldırmazlar. Çölün seyrek olan bitki örtüsünden yoksun sahalarında olmasına bakmaksızın, Akhal bu kuralı da ihlal etti. Eşekli kişinin peşinden yetişerek, ona saldırdı. Zavallı eşek, kurdu görür görmez, kulakları ile gözlerini kapatarak, kıçını