vardıysa da yazılış tarzı yine bilimsel olmadığından, Dozy, bilimsel açıdan reddedilmiş ve çürütülmüş olmadı. Zaten oryantalistler arasında ileri gelenlerden biri olmayan Dozy’nin tarihi artık kocamış bir eser sayılarak ondan sonra İslam hakkında daha birçok eser yazılmıştır.
Gerçi bunlar Türkçeye tercüme edilmemişlerse de ülkemizi idare eden gençlerimizin çoğunluğu yabancı dillere vakıf olduğundan onları okuyabilirler ve okurlar. Bundan dolayı bunların, ümmetin geneli için belirsiz kalması, etkili olmalarına engel olamaz.
Bu kadar çok sayıda ve değişik olan eserlere birer reddiye yazmak, hiçbir şekilde uygun değildir. Bununla beraber bu eserlere esas olan felsefe yöntemi reddedildiği ve bu yönteme uygun olarak çarpıtma veya değiştirilen olaylar, hakiki hâllerine döndürüldüğü takdirde, Dozy’nin tarihi de dâhil olmak üzere İslam hakkında yazılan bütün yanlış eserler reddedilmiş olur.
Millî Eğitim Bakanlığında Dozy’nin tarihini ret için bir komisyon kurulması ve muhterem arkadaşlarım tarafından bu komisyona başkan seçilmem üzerine bu fikrimi kendilerine ve Bakan Bey’e açmıştım. İsteğim kabul edildi ve komisyonun ismi “Tarih-i İslam Encümeni” şekline çevrildi.
Çok yazık ki bu encümen kalıcı olmadı. Muhterem arkadaşlarımın yardım ve birikimlerinden mahrum kalmak sebebiyle bir müddet tereddüt ettikten sonra vicdanımın zorlamasına daha fazla dayanamayarak şu eseri yazmaya başladım.
Sıradan bir görenekte bile yenilik ve değişiklik itirazı gerektirici olagelmişken en samimi ve en ciddi konuları ihtiva eden bu eser konusundaki usul ve düşüncelerimizin, eleştiri ve tahlillerimizin bir itiraz selini çekeceğini biliyoruz.
Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan çıkar [Hakikat şimşeği, fikirlerin çarpışmasından doğar.] sözünün manası gereğince, biz buna memnun oluruz. Elverir ki itirazlar, millet ve özellikle büyük dinimiz için bir faydayı gerekli kılacak şekilde olsun. Ne çare ki itirazların çoğu bu şekilde olmayacaktır. Tefekkürden ayrılarak elini çekip uzaklaşmış, gelişmeye sırt çevirmiş, hakikate küsmüş bir cemaat vardır ki söyledikleri sözlerde bir mana bile olmadığını fark edemeyerek velvele edip dururlar.
İnsan bunları işittikçe, piramitlerde mumyalar nutuk söylüyor veya tarih öncesi çağların fosilleri feryat ediyor sanıyor!
Bu güruh, körün değneğini bellediği gibi, her konu hakkında sınırlı ve âdeta vezin türünden maddeler ezberlemiş olup bu vezinler dışında söz söylenebileceğini akıllarına sığdıramazlar.
Bu güruh, gelişme ihtiyacı olmayan, değişme ve bozulma kabul etmeyen dinin ana prensipleri ile gelişime tabi olmak zorunda kalan kısımları bir türlü birbirinden ayıramıyorlar.
Kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi söylemeyen olursa hemen onu hatalı buluyorlar. Hatanın kendilerinde bulunduğu ispat edilince de “Vay, sen müçtehit misin?” ayıplamasını reva görüyorlar!
“Siz içtihat buyurunuz.” denilse “İktidarımız yok.” demek gibi umulmadık bir büyüklük gösteriyorlar.
O hâlde nasıl edelim? Yahudilerin Uzeyr’i, bizim Mehdi’yi beklediğimiz gibi kıyamet, dağınıklık ve perişanlık gününe kadar müçtehit mi bekleyelim? Din ile tekniği, imanı korumak ile ilerlemeyi birlikte yürütmek isteğinde olan İslam milleti ne yapsın? Aç bir adama ne vakte kadar: “Hele bekle, ekmek yapmasını bilen yok. Öyle bir usta ele geçerse sen de açlıktan ölmezsin!” diyeceğiz? Yahut “Asırlarca evvel yapılmış ve artık taşlaşmış olan şu peksimetleri yemeye bak!” diye mi söyleyeceğiz?
Geçmiş büyüklerin gayretlerini ve kıymetini inkâr etmek haksızlıktır. Onların büyük eserlerinden istifade etmemek nankörlüğün ta kendisidir. Fakat insaf edelim. Bir zat, iyi huylu ve güçlü bir Amr bin As, farz ediniz ki zamanındaki ilim feyizlerine sahip olduğu ve ümmeti de bu ilim ve feyzlere sahip kılmak yoluna girmiş bulunduğu için bir şeyden, mesela ulaşım vasıtalarından bahsetmiş ve şu iki maddeyi meydana koymuş olsun:
1 . Nakil vasıtalarını temin lazımdır.
2. Zamanımızda öküz arabası en mükemmel nakil vasıtası olduğu için mal taşıyacak ve seyahat edecek kimselerin bu vasıtadan istifade etmesi lazımdır.
Sonra aradan asırlar geçmiş, insanlar ilerlemeler göstermiş, yollar ve nakil vasıtaları değişmiş, öküz arabalarıyla mallarını nakledenler, tren vesaire gibi mükemmel vasıtalardan istifade edenlerle artık rekabet edemeyerek ticaret eyleyemez olmuş. Nihayet bunlar gözlerini açmışlar, zamanlarının kendilerine uyulacak kişileri ve en akıllıları olmak iddiasında bulunanlara başvurarak ne yapacaklarını sormuşlar:
“Mallarımızı ne ile taşıyalım?” demişler.
El-cevap:
“Öküz arabasıyla!”
“Zira?..”
“Zira vaktiyle Amr bin As öyle demiş.”
Deseniz ki:
“A efendim, Amr bin As kendi vaktinde keramet buyurmuş. Fakat bugün şartlar değişmiş. Amr’ın iki hükmünden birincisini, kıyamete kadar doğru olanını, yani ‘Nakil vasıtalarını temin lazımdır.’ maddesini niçin atıyorsunuz da zaman ve ihtiyaç şartına bağlı kılınmış ve bundan dolayı geçici olan ‘öküz arabası meselesi’ni elde tutuyorsunuz?”
El-cevap:
“Zira içimizde Amr’dan daha akıllı kimse yok. Bundan dolayı bir yetkili gelinceye kadar öküz arabasını seçmeye mecbursun!”
Şimdi bu zavallı soru soranlar ne yapsın; iki şekilden birini kabul etmek zorunda kalıyor: Ya bunları dinlememek yahut da hâlâ öküz arabasıyla mal nakline kalkışmak, yani iflas!
Bu sunduğumuz şeylerden amacımız, müçtehitlik davası yahut şu eseri yazmak için içtihat mecburiyetinde kaldığımız değildir. Fakat artık kulaklarımız içtihat kelimesinden ürkmemelidir. Hiç olmazsa içtimai görüş ve meselelerimize ait konularda, millî yükselişimize, saadet ve hayatımıza ilişkin konularda yavaş yavaş bizden öncekilerin sözlerinden başka sözler de dinlemeye ve bunları hazmetmeye alışmalıyız.
Bu eseri yazarken bütün insanlığa hitap ettiğimizi ve hele üç yüz elli milyonluk3 kutlu bir insan topluluğunun özellikle muhatabımız olduğunu asla unutmadık. Hakka uygunluk hiç şüphesiz Allah’tandır.
BİRİNCİ KİTAP
1. BÖLÜM
TARİH
Tarih – Tarih ile Hurafelerin ve Esatirin [Mitolojinin] Farkı – Tarih ve Kavimlerin Rivayetleri – Tarih ve Tarih Öncesi – Tarih öncesinin Kısımları – Tarihin Kısımları – Tarihin Kaynakları
1. Tarih
Tarih, beşeriyetin hayat hikâyesi demektir. İnsanların varoluşundan itibaren nasıl yaşadıklarını, ne yaptıklarını, ne düşündüklerini bildiren malumatların tamamına tarih adı verilir. Önceleri tarih, bir fenn-i mahsus [başlı başına bir ilim] teşkil etmiyordu. Tarih, ilmin tarifine giremiyordu. Fakat sonraları tarih felsefesi meydana gelmiş, ahlaki, siyasi ve sosyal ilimler ile tarihin konuları âdeta birleşmiş olduğundan bugün tarih büyük bir ilmin önemli bir dalı sayılmaktadır.
2. Tarih ile Hurafe ve Esatirin [Mitolojinin] Farkı
İnsanlık henüz ilimler ve bilimler ile evrenin olaylarını anlamaya ve yorumlamaya gücünün yetmediği zamanlarda, bu olayları anlamak ve sebeplerine vakıf olmak arzusuyla sırf hayallerden ve kuruntulardan