Şeyh Sadi Şirazi

Bostan


Скачать книгу

ng>İran edebiyatının önemli şair ve yazarlarından biridir. Asıl adı, Ebu Abdullah Müşerrefettin’dir. 1213 yılında Şiraz’da doğmuştur. Rivayetlere göre hayatının üçte birinde tahsille meşgul olmuş, ikinci üçte birini seyahatle geçirmiş, kalanı da ibadete hasretmiştir. Tahsiline Şiraz’da başlamış, Bağdat’ta Nizamiye Medresesi’nde devam etmiş, döneminin büyük bilginleriyle tanışmış, onlardan yararlanmıştır.

      Ebu Bekir ve oğlu Sad için Bostan ve Gülistan isimli eserlerini yazmıştır. Gezmeyi çok seven Sadi, Anadolu ve Azerbaycan’ı da dolaşmış, sonunda Şiraz’a dönerek, tenha bir yerde yaptırdığı tekkeye yerleşmiştir. Zamanını okuyup yazarak, ibadet ederek ve ziyaretleri kabul etmekle geçirmiştir.

      Sadi, 1292 yılında Şiraz’da vefat etmiştir. Mezarının bulunduğu semt, onun adı ile anılır. Kusursuz bir anlatış biçimi olan Sadi’nin üslubu basit gibi görünür; fakat kolay kolay taklit edilemez.

      Sadi, eserlerini manzum ve mensur olarak kaleme almıştır. Eserlerinin toplamı yirmiyi geçmektedir. Bostan, Gülistan dışında Akl u Aşk, Takrîr-i Dibace, Nasihatü’l-Mülûk ve Hevatim öne çıkan eserlerindendir. Bostan ve Gülistan, İslam ülkelerinde medreselerde ders kitabı olarak okunmuş, açıklamaları yapılmış ve çeşitli dillere çevrilmiştir.

      “Ey bizim toprağımıza, mezarımıza uğrayan ziyaretçiler: Azizlerin toprağı için olsun, şu söyleyeceğim sözleri hatırlayın: Sadi, toprak olmuşsa da ne beis var? O, zaten sağlığında da toprak idi. Sadi, rüzgâr gibi dünyayı dolaştıysa da nihayet kendisini kara toprağa teslim etti. Çok geçmeden toprak onu yiyecek; sonra da rüzgâr o toprakları dünyanın her tarafına savuracaktır.

      Mana gülistanı açıldı açılalı hiçbir bülbül Sadi kadar güzel terennüm etmemiştir.

      Böyle bir bülbül ölür de toprağından gül bitmezse hayret ederim.”

Sadi Şirazî

      1. Bölüm

      Adalet ve İnsaf Hakkındadır

      Zahir Faryabî, Kızılarslan’ı methederken: “Tefekkür onun ayağını öpmek için (onu idrak için) iskemleye benzeyen dokuz feleği ayağının altına koyar.” demiş. Hâlbuki Kızılarslan’ın bir ayağı ötekinden kısa imiş. Zahir’i sevmeyenler: “Şair bu beyit ile sana aksaklık isnat etmiştir.” diyerek Zahir’i katlettirmişler. Şimdi Sadi bu vakaya işaretle ve Zahir’in ruhuna hitap ederek ona dokunuyor ve diyor ki:

      Hey Zahir, ne lüzum vardı ki iskemleye benzeyen dokuz göğü Kızılarslan’ın ayağının altına koydun. Hey Zahir, büyüklük ayağını feleklerin üzerine koy deme, belki “ihlas yüzünü toprak üzerine koy!” de…

      Padişah’ım! Size gelince nasihatim şunlardır: Taatle yüzünü eşik üzerine koy; çünkü doğruların tuttukları en emin yol budur. Eğer kul isen başını bu kapıya koy. Padişahlık tacını başından çıkar. İbadet ettiğin vakit şahlık libasını giyme. Halis muhlis bir derviş gibi feryada başla. Buyruk sahibi Ulu Tanrı’nın dergâhında, zenginin önündeki fakir gibi inle, şöyle de: “Allah’ım, zengin sensin. Fakirleri besleyen, kuvvet, kudret sahibi sensin. Ben ne memleketler fetheden bir hükümdarım ne de ferman sahibiyim.

      Bu dergâhın dilencilerinden birisiyim. Senin lütfun bana yâr ol mazsa benim elimden ne gelir, ne iş yapabilirim? Allah’ım, beni hayra, iyiliğe sen muvaffak eyle. Sen kudret vermezsen benim kimseye bir hayrım dokunmaz.”

      Padişah’ım, gündüz padişahlık ediyorsan geceleri dilenciler gibi yana yakıla dua et. Birtakım asiler, zorbalar senin kapında kul iken, sen yine başını ibadet eşiğinden kaldırma. Cenabıhakk’a ibadette kusur etmeyen kul, kullar için ne güzel padişahtır.

      Hikâye

      Hakikati yakin gözüyle tanıyan din ulularından hikâye ederler ki; Bir veli, bir kaplanın üzerine binmiş, bir yılanı eline almış, kamçı edinmiş, kaplanı süratle sürerdi. Birisi ona dedi: “Hey Tanrı yolunun adamı, bu gittiğin yolda gitmek için bana rehberlik et. Sen ne yaptın ki yırtıcı hayvan sana ram oldu? Adın, saadet yüzüğünün taşına yazıldı.”

      Veli cevap verdi: “Kaplan, yılan, fil, herkes bana karşı zebun ise taaccüp etme. Sen de Allah’ın emrini yerine getir, görürsün ki her şey senin emrine ram olur. Bir padişah, Cenabıhakk’ın emrini tutarsa Cenabıhak onun muhafız ve yardımcısı olur. Cenabıhakk’ın, seni sevdiği hâlde düşman elinde bırakması mümkün mü? Yol işte budur. Bu yoldan sapma, yürümeye devam et. İstediğini bul. Sadi’nin sözünden hoşlanan kimseye, onun nasihati faydalı olur.”

      Kisra’nın, Oğlu Hürmüz’e Nasihati

      İşittim ki, Nuşirevan, ihtizâr hâlinde iken oğlu Hürmüz’e şu öğütleri vermiştir: Fakirlerin gönüllerini gözet. Yalnız kendi rahatını düşünme. Eğer sen, yalnız rahatını düşünecek olursan senin ilinde kimse rahat edemez. Çoban uyumuş, kurt sürüye dalmış! Bunu akıllı insan kabul etmez. Fukara takımını muhafaza et ki, şah, ahali sayesinde taç taşımaktadır. Padişah bir ağaca benzer, kökü ahalidir. Ağaç ise kökünden kuvvet alır. Elinden geldiği kadar halkın gönlünü yaralama. Eğer yaralarsan kendi kökünü baltalamış olursun.

      Eğer sana, doğru bir yol lazımsa, padişahların yolu ümit ve korku yoludur. Bir insanda iyilik ümidi, kötülük korkusu olunca akıllılık ona tabiat olur. Eğer bir padişahta bunun her ikisini bulursan; onun ikliminde, mülkünde sığınak bulursun. Çünkü padişah, Cenabıhakk’ın lütfuna ümitvar olduğu için halka merhamet eder. Saltanatı elinden gider diye korktuğu için de halka zarar vermekten korkar.

      Bir padişahın tabiatında ümit, korku yoksa o iklimde rahatın kokusu bulunamaz. Öyle bir padişahın mülkünde bulunduğun zaman, ayağın bağlı ise (evli isen) zulme, cefaya razı ol, otur; yok tek at, tek mızrak isen (bekâr isen) başını al başka yere kaç…

      Bir iklimde ahaliyi, padişahtan memnun görmezsen; o iklimde refah, saadet arama.

      Kafa tutan, kabadayı padişahlardan, kahramanlardan korkma; fakat Allah’tan korkmayandan kork. Bir padişah memleket ahalisinin gönlünü yıkıyorsa, o, memleketin mamur olmasını ancak rüyada görür. Bir memleketin harap, padişahın bednam olması zulümden ileri gelir. Bu sözün hakikatini ancak ince, derin düşünen kimse bulur. Ahali saltanatın yardımcısı olduğu için ahaliyi zulümle öldürmek layık değildir.

      Köylüyü, çiftçiyi kendi faydan, saadetin için gözet. Çünkü, ecîr, aldığı ücretten memnun olursa daha çok iş yapar. Hem de kendisinden iyilik gördüğün kimseye kötülük etmek, erlik, insanlık değildir.

      Hüsrev Perviz’in, Oğlu Şiruye’ye Nasihati

      İşittim ki, Hüsrev Perviz ölürken oğlu Şiruye’ye şu öğütleri vermiştir: Hangi bir işe niyetlenirsen, o işte ahalinin iyiliğini düşün. Eğer herkesin sana muti olmasını istersen, daima adilane ve akilane hareket et. Ahali, zalim padişahtan kaçar ve onun çirkin adını cihana yayar; onu dillere destan eder.

      Saltanatını kötü bir temel üzerine istinat ettiren padişah çok geçmeden kendi temelini yıkmış olur. Bir kocakarının ahının yaptığı tahribatı, kılıç çalan bir yiğit yapamaz. Bir dul kadının tutuşturduğu çıranın bütün bir şehri yaktığı çok görülmüştür.

      Saltanatta insaf ile hareket eden padişahtan daha bahtiyar, âlemde kim vardır? Öyle bir padişah, nöbeti gelip de şu âlemden göçtüğü zaman herkes ona rahmet okur.

      İyilik, kötülük; ikisi de geçer. Kötüsü geçecek, göçecektir; iyisi odur ki, adını iyilikle yâd etsinler.

      Halkın başına Tanrı’dan korkanları koy; çünkü mülkü ancak Tanrı’dan korkanlar mamur ederler. Senin menfaatini halkı inciterek temin etmek isteyenler, sana düşman olanlar ve halkın kanını içenlerdir. Halkın ellerini beddua ile göklere açtıran kimseleri, iş başına getirmek hatadır.

      Alçak vali, memleketin idaresi ve hazinenin zenginleşmesi böyle icap ediyor diye, halka eza ve cefa eder. Eğer hakkı gözetmezsen o uğurda çalıştığın padişah dahi seni cezalandırır. Bedbaht zalim bir gün ölür gider, fakat Allah’ın laneti onun üzerinde baki kalır.

      İyi adam yetiştirip, kullanan padişah kötülük görmez. Eğer kötüyü besliyorsan sen kendine düşmansın. Halka zulmeden kimseyi müsadere