Şeyh Sadi Şirazi

Bostan


Скачать книгу

var? Tüccarı aramayan, onların menfaatini korumayan bir padişah, gerek şehre gerek askere refah kapısını kapatmış demektir.

      Bir memlekette fena kanun, fena âdet olduğu işitilince akıllılar o şehre artık nasıl giderler? Padişahım, iyi ad sence makbul ise, sana iyi ad lazım ise tüccar ile postacıları iyi tut. Büyükler yolcuları, züvvarı, seyyahları can ile beslerler. Çünkü iyi adı her tarafa götürenler bunlardır.

      Hangi memlekette bir garip incinirse o memleket çok geçmeden mahvolur.

      Gariplerle görüş, seyyahlar ile dost ol; çünkü bunlar iyi adı yayarlar.

      Memlekete gelen misafiri, yolcuyu ağırla. Fakat şerlerinden, fitne fesatlarından da sakın. Ecanipten sakınmak çok iyidir; çünkü dost kıyafetinde düşman olmaları da mümkündür.

      Emektarlarının derecesini, rütbesini, maaşını arttır. Çünkü kendi beslediğin insanlardan gadir gelmez. Bir memur eskidikçe, onun yıllarca yaptığı hizmetinin hakkını unutma…

      Bir memur ihtiyar olup da işten âciz kalırsa ona karşı kerem göster. “Artık işten kaldı.” diye onu sefil etme. Onun hizmet eli bağlandıysa senin kerem elin bağlı değildir ya!

      Hikâye

      İşittim ki, Hüsrev, Şebur’un yaptığı resmi artık beğenmeyip onu işten çıkardığı zaman Şebur sükût etmiş. Fakat sonra zarurete düşünce Hüsrev’e şu mealde bir mektup yazmış: “Ey adaletiyle kâinatı ihata eden hükümdar, eğer ben ölür gidersem sen yine faziletinle bakisin. Gençliğimi senin uğrunda çürüttüm, ihtiyarlığımda beni kovma.”

      Bir garip ki, başının altında bin bir çeşit fitne, fesat buluna; onu öldürme, incitme, kendi memleketinden, toprağından harice çıkar. Onu memleketinden kovar ve bu nefyi kâfi bir ceza addedip ayrıca cezalandırmazsan doğru bir hareket yapmış olursun. Zira o, cezasını kendisi bulacaktır. Çünkü onun fena huyu, peşinden ayrılmayan bir düşmandır.

      Fitneye mail, fesada muktedir insan eğer İranlı ise; onu Yemen’e, Rusya’ya, Rum diyarına nefyederek, halkın başına bela etme. Belki ona kuşluk vaktine kadar aman vermeyip idam eyle. Öyle fitnekârı hudut haricine çıkaracak olursan, gittiği şehrin ahalisi: “Böyle fitneci insan yetiştiren memleket altüst olsun.” diye memleketine beddua eder; lanet savururlar.

      İş verecek olursan paranın, servetin kıymetini bilen insana ver. Çünkü müflis, batakçı kimse padişahtan korkmaz. Ona ne söylersen başını eğer, feryat ve figana başlar.

      Muhasebecilere hıyanet etmeye meydan verme; üzerlerine bir murakıp dik. Baktın ki muhasebeci ile murakıp uyuştular, hemen ikisini de azlet.

      Kendisine iş, para tevdi edilecek kimsenin mahkemeden cezadan, idamdan değil; Tanrı’dan korkar, emanete hıyanet etmez takımdan olması lazımdır.

      Bir işe emin sıfatıyla tayin ettiğin kimse Allah’tan değil senden korkuyorsa onu emin tutma. Emin olan Allah’tan korkmalıdır; yoksa azil, hapis ve idamdan değil.

      Emin tayin etmiş olduğun kimsenin sık sık hesabına bak. Onu kendi hâline bırakma, çünkü yüz kişiden bir tane emin bulamazsın.

      Eskiden birbiriyle sıkı fıkı arkadaş, kafadar olan iki kimseyi bir yere birlikte memur etme; çünkü ne bilirsin ki, el ele verirler; birisi hırsız olur, öteki perde tutar. Hırsızlar birbirlerinden korkar, çekinirlerse aralarından kervan selametle geçer.

      Birisini bir vazifeden azlettiğin zaman, aradan biraz geçince kabahatini affet.

      Ümit besleyen bir kimsenin ümidini yerine getirmek, bin tane ayağı prangalı mahpusu itlaf etmekten hayırlıdır.

      Elinde hitabeti olan kimse işten çıkarılacak olursa meyus olmasın.

      İyi bir padişahın, hükmü altında olanlara peder muamelesi yapması gerekir. Bir peder bazen çocuğuna öfkelenir, döver, acıtır; bazen de eliyle gözünün yaşını siler. Padişah da öyle olmalıdır.

      Padişahım, düşmana karşı yumuşak, gevşek olursan sana galebe çalar; sert olursan senden herkes usanır. İyisi odur ki, yumuşaklık ile sertlik birlikte olmalıdır. Kan alan kimse gibi olmak lazımdır. O hem yara açar hem açtığı yaraya merhem koyar.

      Padişahım, cömert ol, güzel huylu ol, mükrim ol. Cenabıhak sana saçtığı için sen de saç.

      Dünyaya gelen ölür gider. Fakat kendisinden sonra iyi ad bırakan, ebedî yaşamış olur.

      Kendisinden sonra köprü, mescit, misafirhane, kervansaray gibi hayrat bırakan kimse ölmemiştir.

      Bu dünyadan giden, hayat namına bir şey bırakmayan insana, kimse fatiha okumaz.

      Adının ebedî olmasını istersen büyüklerin adlarını gizleme; onları hürmetle yâd et.

      Senden evvelki padişahlar ne yapmışlar, ne gibi iyilik ile yâd olunmuşlarsa sen de kendi zamanında böyle yap.

      Bilirsin ki, geçen padişahlar naz ile yaşadılar, murat sürdüler, zevk ve safa ettiler; sonra hepsini bıraktılar, gittiler. Kimisi iyi, kimisi kötü bir ad bıraktı gitti; sen iyileri taklit et.

      Bir suçlu: “Unuttum da yaptım.” diye özür dilerse, özrünü kabul eyle. Aman diyenlere aman ver. Bir suçlu dehalet edecek olursa onu hemen öldürmek, mürüvvete münafidir.

      Edilen tembihi, edilen nasihati dinlemezse kulağını çekmek, hapsetmek, ellerini, kollarını bağlamak lazımdır.

      Nasihatten anlamayan, zindandan mütenebbih olmayan kimse ise murdar bir ağaçtır. O zaman onun kökünü koparmak lazımdır. Öldürmeden evvel bir kere hapsetmelidir. Zira kesilen bir başı tekrar yerine koymak kabil değildir.

      Bir kimseye kızdığın zaman mücazat için acele etme, düşün. Çünkü Bedehşan lalini kırmak kolay ise de, kırılan parçaları toplayıp eski hâline getirmek mümkün değildir.

      Padişahın, İşin Sonunu Düşünmesi, Mücazata Ağır Davranması

      Umman Denizi’nden gemi ile bir adam çıkageldi. Bu adam denizlerde gezmiş, sahralarda dolaşmış; Arap’ı, Türk’ü, İranlıyı, Rum halkını görmüş; her milletin bilgilerini temiz ruhunda toplamıştı. Elhasıl cihanı elek elek elemiş, bilgiler kazanmış, seferler yapmış; görüşmeyi, konuşmayı öğrenmişti. Vücudu iri yapılı; fakat çok fakirdi. Elbisesinde iki yüz yama vardı. O elbise içinde kav gibi yanmıştı.

      Bu adam sahilde bir şehre çıktı. O taraflarda büyük bir padişah vardı. Bu padişah, adını iyilikle çıkarmak ister, fukaraya karşı tevazu gösterir, onları hoş tutardı.

      Padişah o seyyahı duyunca sarayına davet etti. Uşaklarına emretti; seyyahı hamama götürdüler, yıkadılar, temizlediler. Sonra padişahın huzuruna çıkardılar.

      Seyyah huzura çıkınca tekâpu kıldı, padişahı övdü, el bağladı. Padişahım, fermanın her tarafa yürüsün, diye duada bulundu.

      Padişah sordu: “Nereden geliyorsunuz? Şehrimize niçin geldiniz; burada güzelden, çirkinden neler gördünüz?”

      Seyyah dedi: “Ey yeryüzünün padişahı, Cenabıhak sana yardımcı, devlet; saadet arkadaş olsun. Padişahım, memleketinde birçok yer gezdim. Ahalisi zulüm görmüş, gönlü incinmiş bir yer görmedim. Bir padişah için, kimsenin incinmesine razı olmamak meziyeti, kâfi bir ziynettir. Bir de padişahımın memleketinde kimseyi sarhoş görmedim. Sarhoşluk şöyle dursun, meyhaneleri yıkılmış gördüm.” Elhasıl seyyah güzel sözler söyledi. Sanki elek elek cevahir saçtı. O kadar hoş şeyler anlattı ki padişah zevkinden elini, kolunu çarpmaya başladı.

      Seyyahın güzel sözleri şahın hoşuna gitti. Onu yanına çağırdı; ona ihsan ikram etti. Memleketini beğenip