Şeyh Sadi Şirazi

Bostan


Скачать книгу

nazarıyla bakılabilir.

      Padişahım, kerem ağacı dikip yetiştirmeye bak. Zira ondan meyve almak mümkün olur.

      Padişahım, kerem et, lütuf ve ihsanda bulun. Yarın mahşerde divan kurulunca herkesin derecesi ihsanına göre olur.

      Padişahım, her kimin ayağı ibadet ve taatte ileri ise Hak dergâhında onun derecesi de ileridir. Nefsine hıyanet eden, ibadet ve taatte bulunmayan kimse mahşer günü mahcup olur; Tanrı’dan bir şey dileyemez. Çünkü bir iş görmeden ücret istenilmek âdet değildir.

      Gafil kimseleri kendi hâllerine bırak, yarın pişman olurlar. Çünkü tandır kızgın iken ekmeği pişirmemiştir.

      Ekin ekmiş olanlar, harman vakti mahsul kaldırırken; ekmemiş olanlar, ne kadar gevşeklik etmiş olduklarını anlayacaklardır.

      Hikâye

      Şam vilayetinin içerilik bir yerinde, akıllı bir kimse vardı. Bu zat bir mağara içinde yaşardı. Sabrederek o karanlık yeri yurt edinmiş, kanaat hazinesi içinde yaşıyordu.

      O kimsenin adı Hudadost idi. Görünüşte insan, fakat hâl ve harekette melekti.

      Büyükler onun kapısına baş koymuşlardı. Çünkü onun başı büyüklerin kapısından içeri girmezdi.

      Ârif odur ki, kendi nefsinden hırsı, tamahı bir tarafa atmayı ister. Bir kimseye nefsi; “Haydi bana yiyecek bul.” diye hükmedecek kadar mütehakkim ise o nefis onu köy köy, zelilane dolaştırır.

      O akıllı ihtiyarın bulunduğu vilayette zalim bir padişah vardı. Bu padişah, en ziyade zayıflara, âcizlere zulmederdi. Gördüğü zayıfın kolunu bükerdi. Bu zalim, cihanı yakıcı, merhametsiz, zebunküş idi.

      O taraf ahalisi onun yüzünden meyus ve mustarip yaşıyordu. Ahalinin bir kısmı da onun zulmünden, öyle bir zalimin hükmü altında bulunmak hacetinden kurtulmak için şuraya buraya dağılmışlar;

      gittikleri yerlere onun kötü adını yaymışlardı. Hicret etmeyip kalanlar ise birtakım kalpleri yaralı fukara takımı idi. Ona gece gündüz lanet okurlardı. Zalim denilen melun nereye el uzatırsa orada neşve ve şetaret namına bir şey kalmazdı.

      Bu zalim padişah, ara sıra Hudadost’un ziyaretine gelirdi. Fakat Hudadost onun yüzüne bakmazdı.

      Bu zalim, bir gün Hudadost’a şöyle dedi: “Ey mübarek adam; beni gördükçe yüzünü ekşiterek benden nefret etme. Bilirsin ki, ben seni severim. Bana karşı düşmanlığının sebebi nedir? Şu vilayetin padişahı olmadığımı farz edeyim. Fakat şerefçe bir fakirden de aşağı değilim. Beni başkalarına tercih et, bana hürmet et, demiyorum. Yalnız, başkalarıyla nasıl görüşüyorsan benimle de öyle görüşmeni isterim.”

      Akıllı âbid, bu sözleri işitince kızdı ve şöyle cevap verdi: “Senin yüzünden halk perişan olmuştur. Ben halkı perişan edenleri sevmem. Sen benim sevdiklerime düşmansın. Binaenaleyh, beni sevdiğine ihtimal vermem. Gelip muhabbetle benim elimi öpeceğine; git, benim sevdiklerimi sev. Seni Cenabıhak da sevmez. Seni düşman tutar, o hâlde ben seni sevmediğim hâlde, nasıl sevdim derim?

      Hudadost’un derisini yüzseler, Tanrı’nın düşmanıyla dost olmak istemez.

      O taş yürekli insanın uyumasına şaşarım ki halk ondan mustarip olarak uyumadığı hâlde, o uyur.”

      Fakirlerin Rahatını Gözetmek Hakkında Hikâye

      Ey büyük adam; küçüklere karşı zorbalık yapma. Çünkü cihan bir kararda kalmaz. Bu zayıfın kolunu bükme; çünkü kudret bulacak olursa insanı ağlatır. Kimsenin ayağını kaydırma, kimseyi yıkmaya çalışma; çünkü ayağın kayarsa elinden tutup kaldıran bulunmaz.

      Ey büyük adam, düşmanı küçük görme; çünkü şu koca dağlar ufacık taşlardan vücuda gelmiştir. Görmez misin, karıncalar birleşince yır tıcı aslanı zebun ederler. Bir saç telinin, bir sap ibrişim kadar metaneti yoktur. Fakat birkaç tel bir araya gelince zincirden daha sağlam olur.

      Hazine toplamadan ziyade, dostların gönüllerini topla. İnsanları sıkıntıya sokmaktansa hazinenin boş kalması daha iyidir.

      Kimsenin işini ayağa bırakma. Olur ki birkaç kere onun ayağına düşersin. Ey âciz, sen de güçlüğe karşı tahammül göster. Olur ki, bir gün, ondan daha kuvvetli olursun. Cebbar olan kimseden intikam almak için bütün himmetini sarf et. Zira himmet kolu, kuvvet elinden daha kuvvetlidir.

      Mazlumun kurumuş dudağına söyleyin, gülsün; çünkü zalimin dişi, nasıl olsa sökülecektir.

      Sabahleyin davul sesiyle uyanan büyük adam, bekçinin gecesinin nasıl geçtiğini ne bilir?

      Kervan halkı, ancak kendi yüklerini ve denklerini düşünür. Sırtı yağır eşeğe kimsenin içi yanmaz.

      Tut ki, düşkünlerden değilsin. Bir düşkün görünce niçin durur, yardım etmezsin?

      Buna dair sana başımdan geçen bir hâli anlatmaya mecburum. Çünkü, sırası gelince söz söylememek de kusur sayılır.

      Kudret Zamanında Âcize Merhamet Hakkında Hikâyeler

      Bir yıl Şam’da öyle bir kıtlık oldu ki âşıklar aşkı unuttular. Gök, yere öyle bahil oldu ki ekinler, hurma ağaçları dudaklarını ıslatamadılar. Ne kadar eski pınar varsa kaynamaz oldu. Öksüzün gözyaşından başka su kalmadı.

      Bir pencereden göğe doğru bir duman yükselecek olsa, bu bir dul kadının ahı idi. Yoksa gökyüzünde duman namına bir şey yoktu; bulut görülmez oldu.

      Ağaçların yaprakları kalmamıştı, zavallı ağaçlar çıplak fakirlere dönmüştü. Kolları kuvvetli babayiğitlerde takat kalmamıştı. Dağlarda yeşillik, bahçelerde balçık görünmez oldu. Çekirgeler bostanları, insanlar da çekirgeleri yediler.

      Hâl bu minvalde iken bir gün, yanıma bir dostum geldi. Bir deri bir kemik kalmıştı. Hâlbuki paralı, zengin, şan ve şeref sahibi; hem de vücutlu bir insandı.

      Hâlini görünce şaştım, ona sordum: “Güzel huylu dostum ne oldun, ne felakete uğradın? Gördüğüm hâlin sebebini söyle.” dedim.

      Dostum kızdı, bağırdı ve şöyle dedi: “Sebebini bilmiyorsan ne gaflet. Biliyorsan niçin soruyorsun? Görmüyor musun ki felaket son dereceyi bulmuştur. Ne gökten yere yağmur iniyor ne yerden göğe ah edenlerin feryadı çıkıyor.”

      Cevap olarak dedim: “Biliyorum, pekâlâ. Fakat kıtlıktan ne korkun var? Zehir, tiryak olmayan yerde adamı öldürür. Senin her şeyin var. Başkaları açlıktan helak olsa sana ne? Dünyayı tufan kaplasa kaza ne?”

      Bir âlim olan dostum, âlimin cahile bakması gibi bana manidar bir bakışla baktı ve şöyle dedi: “Sahilde olup da dostlarının denizde boğulmakta olduklarını gören bir insanın kalbi, müsterih olmaz. Benim yüzüm yokluktan sararmamıştır. Beni fakirlerin kederi sarartmıştır. Akıllı insan ne kendi azasında ne de başkasının azasında yara görmek ister. Tanrı’ya hamdolsun yaram yok; fakat başkalarında yara görünce vücudum tir tir titriyor. Hastanın yanında oturan bir insan sıhhatte de olsa keyifli olabilir mi?

      Zavallı fakirin bir şey yemediğini görünce yediğim her lokma zehir zıkkım oluyor.

      Dostları zindanda bulunan bir kimse, gülistanda nasıl eğlenir?”

      Hikâye

      İşittim ki, bir gece, halkın yanık yüreğinden çıkan bir ah, bir ateş hâlini alıp Bağdat’ın yarısını yakmış. O sırada birisi: “Çok şükür, bu yangın bizim dükkânımıza zarar vermedi.” demiş.

      Cihan görmüş birisi ona şöyle demiş: “Ey idraksiz