bir şekilde tesir etmek onlara okuma, yazma ve matematik öğretmekten daha önemli.’ derdi Profesör Rennie.”
“Ancak müfettiş onlara okuma, yazma ve matematikten sorular soruyor unutma ki. Eğer onun standardına ulaşmazsan güzel bir rapor sunmaz hakkında.” diye itiraz etti Jane.
“Ben öğrencilerimin beni sevmelerini ve yıllar sonra beni kendilerine yardımcı olan biri olarak yâd etmelerini müfettişin onur listesinde olmaya tercih ederim.” dedi Anne kararlılıkla.
“Yaramazlık yaparlarsa onları hiç mi cezalandırmazsın?” diye sordu Gilbert.
“Evet, galiba cezalandırmam gerekecek. Gerçi bunu yapmaktan nefret edeceğimi biliyorum. Teneffüsleri yasaklanabilir, ayakta durdurulabilir ya da yazma görevi verilebilir.”
“Zannedersem kızları erkeklerle oturtarak cezalandırmazsın.” dedi Jane kurnazca.
Birbirlerine bakan Gilbert ve Anne şapşalca gülümsediler. Bir zamanlar Anne, ceza olarak Gilbert’la oturmaya mecbur edilmişti. Bunun hüzünlü ve acı sonuçları olmuştu.
“Neyse, zaman en iyi yolu gösterecektir.” dedi Jane ayrıldıkları sırada felsefi bir şekilde.
Anne, Green Gables’a gölgeli, hışırtılı ve eğrelti otu kokusunun dolduğu Huş Patikası’ndan, sonra da Menekşe Vadisi’nden geçerek ve köknarların altında karanlık ve ışığın birbirine öpücük kondurduğu Issız Yer’den yürüyerek gitti. En nihayetinde de Âşık Yolu’ndan aşağı ilerlemişti. Bu yerler Diana ile birlikte uzun zaman önce isimlendirdikleri yerlerdi. Ormanın, arazinin ve yıldızlı yaz alaca karanlılığının güzelliğinin tadını çıkararak yürüyor, yarın sabah üstleneceği yeni görevler hakkında ciddiyetle düşünüyordu. Green Gables bahçesine ulaştığında Bayan Lynde’in yüksek ve keskin ses tonu, açık mutfak penceresinden dışarı yayılıyordu.
“Bayan Lynde yarın ile ilgili bana güzel tavsiyeler vermek için gelmiş olmalı.” diye düşündü Anne yüzünü ekşiterek. “Ama içeri girmeyeceğim galiba. Onun tavsiyeleri biber gibi. Az miktarlarda mükemmel ama onun münasip bulduğu dozlarla kullanıldığında ağız yakıyor. Onun yerine Bay Harrison’a uğrayıp sohbet edeceğim.”
Meşhur Jersey ineği mevzusundan beri Bay Harrison’a ilk uğrayışı olmayacaktı. Birkaç akşam oraya uğramıştı ve Bay Harrison ile iyi arkadaş olmuşlardı. Gerçi, adamın övündüğü dobralığını zaman zaman bıktırıcı bulduğu da oluyordu. Zencefil kendisine hâlâ şüphe ile bakmaya devam ediyor ve “kızıl kafalı süprüntü” diye karşılamaktan geri kalmıyordu. Bay Harrison’ın, Anne’in gelişini her gördüğünde heyecanla ayağa fırlayıp: “Aman aman işte o güzel ufak kız geliyor!” veya benzer bir güzel şey söylemesi de bu alışkanlığı bitirmeye yetmiyordu. Durumu fark eden Zencefil bu oyunu küçümsüyordu. Bay Harrison’ın arkasından ne kadar çok iltifat ettiğini Anne asla bilemeyecekti. Yüzüne kesinlikle iltifat etmezdi.
“Sanırım ormanda olmanın sebebi yarın için ince sopalar tedarik etmekti.” diyerek selamladı Bay Harrison veranda merdivenlerine doğru çıkan genç kızı.
“Hayır, kesinlikle değil.” dedi Anne öfkeyle. Alay etmek için mükemmel bir hedefti çünkü her şeyi ciddiye alırdı. “Ben sınıfımda ince sopa bulundurmayacağım Bay Harrison. Tabii ki işaret etmek için ince bir şeye ihtiyacım olacak. Ama bu şeyi sadece işaret etmek için kullanacağım.”
“Bunun yerine onları kayışla mı döveceksin. Yani ben bilemem ama sen haklısın. Bir sopa ilk vurulduğu sırada daha çok acıtsa da kayış uzun vadelidir. Bu da bir gerçek.”
“Bu tür bir şey de kullanmayacağım. Ben öğrencilerimi dövmeyeceğim.”
“Aman aman!” diye haykırdı Bay Harrison hakiki bir hayretle. “Peki, onları nasıl hizada tutacaksın?”
“Onları sevgi ile idare edeceğim Bay Harrison.”
“Bu işe yaramaz.” dedi Bay Harrison. “Hem de hiç işe yaramaz Anne. ‘Eksik edersen sopayı, şımartırsın sıpayı.’ Ben okula giderken öğretmen beni her gün düzenli olarak döverdi. Çünkü dediğine göre eğer yaramazlık yapmıyorsam yaramazlık planlıyormuşum.”
“Sizin okula gittiğiniz zamandan beri yöntemler değişti Bay Harrison.”
“Ama insan doğası değişmedi. Bu dediğimi bir yere yaz, eğer onlar için cezayı hazırda bekletmezsen senin çocukları asla idare edemezsin. Bu imkânsız.”
“Neyse, ilk önce kendi yöntemimi deneyeceğim.” dedi iradesi kuvvetli Anne. Kendi teorilerine ısrarla tutunma alışkanlığı vardı.
“Oldukça inatçısın galiba.” diyerek ifade etti Bay Harrison bu durumu. “Neyse, göreceğiz. Bir gün feci sinirleneceksin. Senin gibi saçı olan tiplerin feci sinirlenme eğilimi oluyor. Bu güzel görüşlerini unutacak ve sağlam bir dayak atacaksın onlara. Zaten öğretmenlik yapmak için pek gençsin. Çok genç ve çocuksusun.
Nihayetinde Anne o gece yatağa karamsar bir vaziyette gitti. Kötü bir uyku çekti ve ertesi günü kahvaltıda öylesine solgun ve üzgündü ki endişelenen Marilla ona bir bardak sıcak zencefil çayı yapmak için ısrar etti. Anne, zencefil çayının ne fayda edeceğini anlayamasa da sabırla yudumladı. Acaba, kendisine yaş ve tecrübe verecek sihirli bir dem miydi bu? Eğer öyle olsaydı Anne, bir litresini tek hamlede yutuverirdi.
“Peki ya başaramazsam Marilla?”
“İlk günde başarısız olman mümkün değil, önünde daha çok gün var.” dedi Marilla. “Senin sorunun bu çocuklara her şeyi öğretip bütün kusurlarını ıslah etme beklentin Anne. Eğer ki bunu yapamazsan başarısız olacağını düşüneceksin.”
BÖLÜM 5
TAM TEŞEKKÜLLÜ BİR HOCANIM
Anne o sabah okula ulaştığında hayatında ilk kez Huş Patikası’nı güzelliklerine kör ve sağır vaziyette geçmişti. Her şey sessiz ve hareketsizdi. Bir önceki öğretmen çocuklara kendisi gelmeden önce yerlerine geçmeyi öğrettiğinden Anne sınıfa girdiğinde karşısında sıra sıra parlak ve meraklı “ışıldayan sabah yüzleri” gördü. Şapkasını asarak öğrencilerine döndü. Hissettiği kadar korkmuş ve şapşal görünmediğini ümit etti ve titrediğini fark etmemelerini diledi.
Önceki gece neredeyse on ikiye kadar uyanık kalmış ve okulun açılışında öğrencilerine yapacağı konuşmayı hazırlamıştı. Titizlikle gözden geçirip geliştirdiği bu konuşmayı daha sonra ezberlemişti. Güzel bir konuşmaydı. Özellikle de karşılıklı yardımlaşma ve öğrenme için samimiyetle çabalama üzerine değerli fikirler ihtiva ediyordu. Tek sorun bu konuşmadan tek kelime hatırlamıyor olmasıydı.
Kendisine bir yıl gibi gelen on saniyelik bir süre sonrasında cılız bir şekilde:
“Lütfen İncillerinizi çıkarın.” dedikten sonra nefessiz bir vaziyette sandalyeye çöktü. Bunu etraftan gelen hışırtı ve sıra kapaklarının gürültüsü izledi. Çocuklar ayetleri okurken Anne kendini toparladı ve sıra sıra dizilmiş Büyükler Diyarı’nın minik seyyahlarına baktı.
Tabii ki çoğunu iyi tanıyordu. Kendi sınıfı geçen sene mezun olmuştu ama birinci sınıflar ve Avonlea’ye yeni taşınan on çocuk dışında çoğu ile birlikte okumuştu. Anne, hakkında iyi kötü bilgi sahibi olduklarına değil de bu yeni gelen on çocuğa gizliden gizliye daha fazla ilgi duyuyordu. Aslına bakılırsa onların da diğerleri kadar sıradan olmaları ihtimal dâhilindeydi. Fakat diğer taraftan içlerinde bir dahi olması da söz konusuydu. Bu da insanı ürperten bir fikirdi.
Anthony Pye, bir köşe sırasında tek başına oturuyordu. Karanlık, somurtkan ve ufak bir suratı vardı.