Зия Гёкальп

Türk Medeniyet Tarihi


Скачать книгу

beraber kalkmışlar; tenezzüh için kıra çıkmışlar, parmaklarını altun ışığın lemasiyle parlayan bir ırmağın suyuna daldırmışlar ve bundan dolayı kırkı da gebe kalmış. Sarayda bunların gebe kaldıkları duyulunca kırkı da beraber bir dağa nefyedilmişler. Onların doğurdukları erkek ve kız çocuklardan, “Kırgız İli” vücuda gelmiş. Monageun4 neşrettiği Fransızca yeni bir coğrafya kitabının beyanına nazaran, “Kazak” kelimesi “Kaz” toteminden müştakmış: Kazak “kazlı” demekmiş. Bu surette, Kırgız kelimesi, “Kırk Kaz” kelimesinin muharrefi olabilir. Kırgızlar bütün cemiyetlerde mevcut bir enmuzec değildir. İstiklalini çok seven ve bundan dolayı ilhanlıklardan uzak, dağlarda yaşayan bir ilin adıdır.

      Kazaklık ne demektir?: Hükümdarlarla yahut iktidar mevki’nde bulunan beylerle geçinemeyerek çöle çıkan kaçaklara “Kazak” derlerdi. Mete, Attila, Selçuk, Cingiz, Timur, hürriyetleri için ilk evvel kendi metbûlarına karşı “Kazak” olmuşlardı.

      Kazaklar, Kırgızlar gibi, hususî bir il değildi. Her il’in kaçaklarına “kazak” denilebilirdi. Kırgız Kazaklar, Ejderhan’daki Ak Ordu Devleti’nin kazakları idi. Sonra bunlar, Kırgız – Kazak namıyla yeni bir il vücuda getirdiler.

      Leon Cahun’un bir hatası da eski Türklerin ziyafet günlerinden mada günlerde, hiç koyun, öküz ve at kesmemeleri idi. Bunun sebebi de sürünün azalmaması imiş.

      Hâlbuki eski Türklerde her gün toylar (ziyafetler) ve şölenler (ziyafetli millî içtimailer) olduğu gibi, bunun haricinde de her ev kendi kendine ziyafet çekerdi. Eski Türkler, bütün zamanlarını güzel yemek, güzel giymek, güzel yaşamakla geçirirlerdi. Eski Türkler dünyanın en çok tehlike arayan bir kavmi olduğu gibi, en çok zevkler ve eğlenceler içinde yaşayan bir kavmi idi. Sürüsünün azalacağını hiç düşünmezdi. Hatta, sürüsünün yağma olunmasından da o kadar endişe etmezdi. Şu darbımesel, şu atasözü, bize: “Türkmen göçüdür vara vara düzelir.” diyerek sürüsü yağma edilmiş bir ilin ne suretle eski hâlini bulduğunu anlatır.

      Leon Cahun, bir noktada daha aldandı: Ona göre eski Türklerin İslamiyeti pek sathi kalmıştır. Eski Türkler, Musevilik, Nestûrilik, Manîlik, Ateşpereştlik, Mecûsîlik gibi birçok dinlerden geçtiler. En nihayet İslamiyet’te karar kıldılar. Fakat onların fıtri temayülleri bunlardan hiçbirine müteveccih değildi. Türk, fıtraten “Budist” idi. Vecd ile kabul ettiği din, ancak “Budistlik” idi.

      Leon Cahun, Şamanizmin ancak eski Türklerin sihri sistemi olduğunu, eski Türklerin dinî sisteminin ise Toyonizm adını verebileceğimiz hususi bir dinden ibaret bulunduğunu bilmiyordu. Eski Türklerin Budizme karşı değil işte bu Toyonizme karşı fıtri temayülleri vardı.

      Bu hakikatin bir delili de Bilge Han’a kayınbabasının söylediği sözlerden anlaşılır: Bilge Han, kayınbabası olan bir Tarhan’a, Buda dinine girmek istediğini söyledi. Kayınbabası dedi ki: “Bu tasavvurunuz, iki sebepten dolayı caiz değildir:

      1) Buda dini hayvan eti yemeyi meneder. Biz ise daima toylarımızda ve şölenlerimizde, av ziyafetlerimizde hayvan eti yeriz.

      2) Buda dini, harbi kabul etmez, kan dökmenin şiddetle aleyhindedir. Bizim ise avcılıkla muhariplik, iki iktisadi istihsal menbamızdır. Biz yalnız millî mefkûreler için değil, biraz da güzel yaşamak ve karnımızı doyurmak için harb ederiz.”

      Leon Cahun’un bir başka hatası daha vardır. Diyor ki: “Göçebeler, coğrafi muhitin icbariyle zaruri olarak göçebedirler. Bunlara oturmak imkânı hasıl olduğu dakikada, derhâl göçebeliği bırakıp oturak hâline girerler.”

      Fakat, Leon Cahun bilmiyor ki; göçebeler nazarında, göçebelik hâli, onların hürriyet ve istiklalini temin eden içtimai bir vaziyettir. Bu hususta da Bilge Han’a, kayınbabasının verdiği cevap, göçebelerin ne düşündüğünü gösterir!

      Bilge Han, kayınbabasına bir şehir tesis ederek milleti ile beraber orada yaşayacağını bildirdi. Kayınbabası dedi ki: “Şehirde ve köyde yaşamak, bizim işimize gelmez. Şimdiye kadar, hür ve müstakil kalmamız, göçebelik sayesindedir. Göçebe olduğumuz için, istediğimiz dakikada Çin’e akın ve çapul yaparız. Çinliler, işten haberdar olup seferberlik ilan edinceye kadar, biz aile çadırlarımızla beraber, Çinlilerin yetişemeyeceği uzak ülkelere çekilmiş bulunuruz. Bu suretle Çinliler, isterlerse beş yüz binlik, hatta bir milyonluk askerle üzerimize gelsin, bize hiçbir şey yapamaz.”

      Bu sözler, Bilge Han’ı, şehir yapmaktan vazgeçirdi.

      Selçukname müellifi de bu kitabında yazıyor ki: “Dayım daima bize nasihat ederdi, derdi ki: Sakın olmaya ki şehirlerde oturasınız, yerleşesiniz. Zira şehirde oturanların ili ve boyu malum olmaz, asalet ve şerâfeti kalmaz; beylik ve asalet, ancak göçebelikte ve Türkmenliktedir.”

      Görülüyor ki göçebe, kendi hâlini oturakların hâline tercih ettiği içindir ki, “mukim” kalmamakta idi. Göçebelik, bir aşiretin, yahut bir ilin daimî seferberlik ilan etmesi demekti. Bu seferberlik ya taarruzi, yahut tedafüi olurdu. Bu seferberlik, tedafüi olursa meşru idi; tecavüzi olursa, bugünkü kanaatimize göre, meşru değildi. Fakat mütemeddin olmayan kavimler için, bu da bir iktisadi servet menbası idi. Eskiden beri birçok kavimler, iller ve aşiretler, akın ve çapullarla zengin olmuşlardı. Eski Türklerin geçinme yollarından biri de, maetteessüf, bunlardı. Charles Gide,5 hırsızlığı bile iktisadi bir istihsal müessesesi addediyor. O hâlde, akın ve çapul da bir nevi iktisadi istihsal menbaları sayılabilir. Bunlar, eski medeniyetlerde “normal” müesseselerdi; fakat bugünkü medeniyette “normal” değil, “marazi”dir. Mamafih, bugünkü günde de en mütemeddin milletler harp esnasında, akın ve çapulun eşnasını yapmıyorlar mı?

      Steinmetz’in 6 tasnifi: İnsanların iktisadi faaliyetlerine göre; “avcı”, “sürü besleyen”, “çiftçi” adları ile üçe ayrılması kaba bir tasniftir. Steinmetz adlı âlim, insanları bu noktainazardan yedi enmuzece ayırmıştır:

      1) Âdi toplayıcılar: Bunlar, hiçbir alet, avadanlık yahut silah kullanmaksızın, yollarında rast geldikleri nebati mahsullerle küçük hayvanları toplayarak geçinirler.

      2) Avcılar, mütenevvi bir zümre teşkil ederler: Bunların bir kısmı av avlarken, aynı zamanda, tabii mahsulleri iktitaf ederler. Diğerleri halis avcıdırlar. Bazıları da avcılık ve balıkçılık arasında dönüp dururlar. En sonkiler, avcılığa iptidai bir ziraat yahut iptidai bir sürü besleyicilik ilave ederler.

      3) Balıkçılar, tabiatıyla avcıların taksimatını muhtevidir.

      4) Göçebe çiftçiler yahut çiftçi avcılar.

      5) Oturak çiftçiler: Henüz dûn bir mevkidedirler, tali olarak avla, nakliyecilikle, sürü beslemekle de meşgul olurlar.

      6) Yüksek çiftçiler: Bunlar, gübre vermek, araziyi iska etmek, mütekâmil aletler kullanmak usullerini de tatbik etmektedirler.

      7) Kendi sürüleri ile beraber dolaşan göçebe sürü sahipleri.

      Türkler, bu yedi enmuzecten hangisine tekabül eder? Şüphesiz, yedincisine!

      Eski Türkler, göçebe idiler; fakat aynı zamanda içtimai hayat itibariyle yüksek bir enmuzece mensuptular. Türk illerini, Arap, Kürt, Berber aşiretlerine benzetmek doğru değildir: Onlar, henüz aşiret devrini geçememişlerdir. Eski Türkler ise kaç kere siyasi hayatın tudunluk, yabguluk, hakanlık enmuzeclerinden geçerek ilhanlık enmuzecine kadar yükselmişlerdir. Türklerin en aşağı derecesi, ildir. İl ise bir aşiret değil küçük bir millettir.

      Türk hayatının en tabii şekli ve en hakiki enmuzeci, “İlhanlık”tı. Eski Türklerin