içtinap edemiyordu) Jijes’e şu nutku irat etti: ‘Bana öyle geliyor ki zevcemin güzelliği hakkında benim söylediklerime inanmıyorsun. Gözler kulaklardan daha çabuk inanır. Ne yapıp yapıp onu çıplak görmeye çalış.’
Jijes: ‘Ne akıl almaz söz haşmetmaap!’ diye haykırdı. ‘Bunu düşünmediniz mi? Bir esire melikesini çırılçıplak görmesini emretmek! Bir kadının, üstünden, hayasını esvaplarıyla beraber çıkardığını unuttunuz mu? Takibe mecbur olduğumuz ahlak, edep kaideleri içinde en mühimi bir adamın kendisine ait olmayan kadına bakmamasıdır. Bütün kadınların en güzeline malik olduğunuza samimiyetle mutmainim. Fakat yalvarırım, benden böyle ayıp bir şey istemeyiniz.’
Kralın teklifini, başına bir felaket geleceğinden korkan Jijes böyle reddediyordu. Kral: ‘Emin ol Jijes,’ dedi, ‘ne Kralından kork, (bu teklif senin için bir tuzak değildir) ne Kraliçenden. O sana hiçbir fenalık yapmayacak. Öyle bir tertip yapacağım ki hatta senin kendisini gördüğünü bilmeyecek. Seni yattığımız odaya, açık kalan kapının arkasına saklayacağım. Kraliçe, çok geçmeyecek; beni takip edecek methalde bir yer vardır ki soyundukça esvaplarını oraya koyacak. Böylece onu tamamen görebileceksin. Soyunduğu yerden yatağa doğru ilerleyeceği vakit, arkası senden tarafa dönmüş olacağından, bu esnada görünmeden dışarı çıkıver.’
Jijes bu tekliften yakasını kurtaramadı. İtaate mecbur kaldı. Kandül onu yatılacak saatte odasına götürdü. Kraliçe gecikmedi, geldi. Jijes soyunurken onu seyretti. Yatağa gitmek için arkasını dönerken yavaşça dışarı çıktı. Fakat Kraliçe, Jijes çıkarken onu gördü. Kocasının yaptığını anladı. Bu hakareti sükût ile hazmetti. Kandül’den intikam almaya karar vererek bir şey bilmiyormuş gibi göründü. Zira bütün eski kavimlerde olduğu gibi Lidyalılarca da çıplak görünmek, hatta bir erkek için bile en büyük fezahattir.
Kraliçe fikrini belli etmeyerek müsterih kaldı. Fakat sabah olunca en sadık zabitlerinin muavenetini temin etti. Jijes’i çağırdı. Jijes kraliçesinin işten haberdar olmasına ihtimal vermeyerek, her vakitki gibi emrine tebean geldi. Huzuruna çıkınca bu melike ona dedi ki: ‘Jijes, işte iki yol ki birisini takip etmeye müsaade ediyorum. Hemen şimdi karar ver. Ya Kandül’ü katledip benimle evlen, Lidya tahtını eline geçir. Yahut çabuk bir ölüm, Kandül’ün hukukuna küçük bir riayet için, bundan sonra seni yasak olan bir şeye bakmaktan menedecek. İkinizden birisinin mahvolması lazımdır… Ahlakı tahkiren sana bu tavsiyeyi veren yahut beni çıplak gören sen!’
Jijes biraz dilsiz gibi durdu. Sonra böyle bir intihaptan affı için yalvardı. Kraliçeyi tatmin edemediği, mutlaka kendisini öldürmek yahut kendisini mahvetmek gerektiğini görünce kendi hayatını tercih etti. Kraliçeye: ‘Mademki,’ dedi, ‘arzuma muhalif olarak efendimin katli için beni icbar ediyorsun, öğret bana, nasıl onun üzerine elimi kaldıracağım.’
‘Beni sana gösterdiği aynı yerde üzerine atılacaksın, uyurken hücum edeceksin.’
Kraliçe böylece Jijes’i tuttu. Onun hiç kurtulmak çaresi yoktu. Ya kendisini ya Kandül’ü mahvetmesi gerekiyordu. Kraliçe gece olunca onu elinde bir hançerle oraya kapının arkasına soktu. Kandül henüz uyumuştu. Jijes onu hançerledi. Karısını, tahtını zaptetti…”
Kitabı kapayarak yanıma koydum. Bidar’ın yüzüne baktım. Sapsarı idi. Titriyordu; teselli verdim.
“Sizde kabahat yok.” dedim. “Nafile sıkılıyorsunuz. Kabahat tamamıyla Kandül’dedir.”
Bidar hiçbir şey söylemedi. Biraz dalgın durdu. Sonra birden diz çökerek; ayaklarıma kapandı, af istemeye başladı. Ellerinden tuttum, kaldırdım. Yanıma oturttum: “Siz susunuz, bana müsaade ediniz.” diye ağlamaya başladım. Mebzuliyetle akan gözyaşları, birbirini takip eden hıçkırıklar arasında sordum: “Jijes benim intikamımı alacak mı?”
Zavallı saf! Bütün bütün sarardı. Ölecek zannettim. Dudakları titriyor: “Oh mümkün mü; kan, kan; bir cinayet!” diyordu. Ben elimin tersiyle gözyaşlarını silerek ahlaklı ruhumun nasıl yaralandığını anlatmaya başladım. Söylüyor, söylüyor, elemle teheyyüçle hıçkırıyordum. Eğre Kandül’den intikam almazsa vakıa kendisine bir şey yapamayacağımı, fakat behemehâl kendimi öldüreceğimi söyledim, onu inandırdım. Sizi intikam için öldürmeye lüzum yoktu. Bir darbe ile ahlaksızlığınızın cezasını vermek kâfi idi. Bu da evvela hodbinliğinize indirilecek bir darbe ile başlayacaktı. Sonra boşanma, sonra Bidar’la izdivaç… Sizin üstünde oturulacak bir tahtınız yoktu. Hasılı Bidar’ı kandırdım. Aramızda gayet muazzam bir sevişme başladı. Bu hakiki bir aşk idi. Asla sizin hayvanlığınıza benzemiyordu. Sanki tatlı, kıymetli bir şiir mecmuası içinde yaşıyorduk. Benim için pek lezzetli olacak intikam saatini tayin etmeye çalışıyorduk. Yukarıda yazdığım gibi planımı Herodot’un kitabından çıkardım. Yalnız Bidar, Jijes gibi, sizi öldürmeyecekti. Benimle gayrimeşru bir temasta bulunuyor, beni –Fransızca manasıyla– öpüyor gibi görünecekti. Bu hâli size bir meşhut cürüm gibi gösterecek, hodbininizi insafsızca yaralayacaktık. Bütün itminan içinde sizi bir müddet mustarip ederek boşanmayı temin edecektim. İşte bu da oldu. Evlenmemizi bekleyebilirsiniz. Şunu da biliniz ki bugüne kadar Bidar bana elini sürmedi. Yatakta onu benimle yatıyor görmüştünüz. Fakat bu hazırlanmış bir tablo idi. Hatta o kadar hazırlanmış ki fazla vakalı, entirikli olsun diye o gece dışarı çıkarken, zorla size revolverinizi vermiştim. Hâlbuki fişeklerini gündüzden çıkartmıştım. Bidar’a attığınız kurşunlardan hiç birisi ateş almadı. Hatırlıyorsunuz ya? Hasılı benim maksadım sizin adiliğinizden, ahlaksızlığınızdan doğan içten, yakıcı hiddetimi teskin etmek, sizden intikam almaktı. Yoksa namussuzluk, nefsine uymak, aşk falan değil… Namussuzluğu katiyen kabul etmem! Eğer namussuz yaşamaya biraz istidadım olsaydı sizinle yaşardım. Ben gayet namuslu bir kadındım, daima namuslu kalacağım. Bana yaptığınız itisafa mukabil hayvanlığınızı yaralamak, boşanmayı temin etmek için size gösterdiğim yatak tablosu hakikatte Eflatunî idi. Siz anlayamadınız. Bununla beraber o gece benim yatağımda gördüğünüz adam yarın meşru kocam olacaktır. Artık en mülevves, bedbinane bir inanış -şüpheniz demiyorum, çünkü o zekilere mahsustur. – ahlaka uymaz boş bir iftira derecesini asla tecavüz etmeyecektir.
Bu mektubu okuduktan sonra, hayretten, şiddetten büsbütün sersemlemiştim. İçimdeki acı büyüyor, daha zehirli bir tesir hasıl ediyordu. Tamamen mağlup idim. Kımıldayamayacak derecede yaralanmıştım. Hemen o meşum Herodot’un tarihini aldım. Ömrümde ilk defa bu kitabı görüyordum. Yirminci sayfayı açtım. Okudum. Ne benzeyiş! Oh bu tıpkı, tıpkı benim hareketimdi. Ben de biçare Kandül gibi onun emsalsiz güzelliğini ikinci bir şahide göstermek, harikulade meftunluğumu tatmin etmek istiyordum.
Fakat o… O… Barbar mahluk bunu bir cinayet telakki etti. İntikam aldı. Vakıa beni öldürtmedi. Keşke öldürtseydi… Bu kadar mustarip olmaz, elemim, azabım Kandül’ünki gibi bir iki dakikalık geçici bir hançer darbesinden, acısından ibaret kalırdı. Hâlbuki bana vurulan intikam hançeri Kandül’ün nasibinden daha müthişti. Ben sağ, aciz kalıyordum. İfratla prestiş etmekten başka bir kusurum olmadığı hâlde o vücudun Jijes’e ait olduğunu görüyordum.
Evet bu mektuptan bir ay sonra Bidar’la evlendiler. Aradan seneler geçti. Ben ise hâlâ, her sabah uyanırken, her gece yatarken elimden kaçırdığım Efser’i tahayyül ederek ruhumun derinliğine namütenahi, zehirli hançerlerin saplandığını duyuyorum. Mukaddes kitaplar tarafından tasvir olunan cehennemlerin o öldürmeyen fakat asırlarca yakıp kavuran ateşi gibi bu hançerler beni her gün öldürmeden, kıvrandırıyor, çırpındırıyor.
Unutmak, maziye lakayıt kalmak, ehemmiyet vermemek istiyorum. Fakat mümkün mü? Duygularımıza, düşüncelerimize galebeyi arzu etmek kadar