ile efendilerinin ihtişamını yansıtan bir sürü iç oğlanlarının bulunduğu taht odasına eriştiler. Vezir, Allah’ına aciz bir yakarış içerisindeymiş gibi kılıcını çözerek üç kere yere kapandı; sonra ani ve çevik bir el hareketiyle altın ve incilerle işlenmiş ağır perdeler iki yana açıldı ve altın bir tahtta oturan, kralınkinden daha da süslü kaftanıyla halife göründü.
Vezir tevazuyla yabancı şövalyeleri tanıttı ve Kudüs kralının asil dostluğu olmazsa karşılaşacakları kaçınılmaz tehlikeyi mütevazı sözcüklerle ifade etti. Çocukluktan çıkmakta bulunan -koyu tenli, uzun vücutlu, güzel yüzlü- yağız bir delikanlı olan halife nazik bir ağırbaşlılıkla cevap verdi; sevgili müttefikiyle kurulacak birliktelikleri tamamen onaylamak istediğini belirtti. Fakat bağlılık yeminine imza atması istendiğinde tereddüt etti ve bunu müşahede edenlerin içini yabancıların bu cüretinin bir infial yaratacağı korkusu kapladı. Bir duraksamadan sonra halife eldivenli elini Sir Hugh’ye uzattı. Dobra şövalye direkt ona hitap ederek: “Efendim bağlılığın kılıfı olmaz; prenslerin samimiyetinde her şey çıplak ve açıktır.” dedi. Sonunda istemeyerek, itibarından feragat ediyormuşçasına, yüzünde zoraki bir gülümsemeyle eldiveni çıkarıp elini Hugh’un eline verdi halife ve ahde gerçekten ve iyi niyetle bağlı kalacağına yemin etti.64
Anlaşma böylece imzalanmış oldu. Amalric Nil’in karşı yakasına sallardan oluşan bir köprü yaptı fakat karşı yakada düşmanın olması planları bozdu, o da yeni bir plan yaptı. Askerlerini geceden nehrin iki ana kola ayrıldığı yerdeki bir adaya, sonra da gemiyle diğer tarafa geçirdi. Şirkuh bu hareketi engellemek için çok geç kalmıştı; bu nedenle Yukarı Mısır’a doğru çekildi. Onu takip eden kral “İki Kapı”da (el-Baban), Minya’nın yaklaşık on altı km güneyinde düşmanıyla karşı karşıya geldi. Burası, verimli toprakların sonunda çölün başladığı ve sayısız kum tepelerinin savaşçılara korunak sağladığı bir açık alandı. Şirkuh’un komutanları başta savaş riskini göze almamasını önerdiler ama aralarından biri çıkıp mertçe “Ölüm veya esaretten korkanlar krallara hizmete uygun değildirler; bırakın onlar çiftçilik yapsın veya karılarıyla evlerinde kalsın!” dedi. Selahaddin ve diğerleri onu alkışladı ve her zaman çetin cevizlere alışık olan Şirkuh memnuniyetle savaşa girdi (18 Nisan 1167).
Teçhizatı, saldırının esas yükünü karşılayacak olan Selahaddin’in birliğinin ortasına koydu. Selahaddin’in emirleri, saldırı anında geri çekilmek ve onları peşlerine takıp, çarpışma esnasında uygun bir an bulunabilirse dönüp bu sefer onlara baskı yapmak şeklindeydi. Şirkuh, seçkin atlılardan oluşan ve görevi aralarında daha az savaşçı Mısırlının bulunduğu geri birliğini kesmek olan sağ kanadın başına geçti. Olaylar istediği gibi gelişti. Frenkler Selahaddin tarafından sürüklenmiş ve Mısırlılar da onlardan koparılıp bozguna uğratılmıştı. Takipten dönen haçlılar müttefiklerinin kaçtığını görüp teçhizatlarını geride ve Kaysâriyeli Hugh’u da esirler arasında bırakarak apar topar geri çekildiler.65 Savaşı kazananlar ise Kahire’ye ilerleyip Amalric ve Şaver’i bulacak kadar güçlü değildi. Şirkuh daha ufak bir risk alarak bir çöl yolundan kuzeye ilerleyip İskenderiye’ye direniş görmeden girdi. Burada Selahaddin’i vali yaptı, ordusunun yarısını da onunla bıraktı; diğer yarısıyla birlikte kendisi yeniden güneye, ikmal yapmak üzere Yukarı Mısır’a yöneldi.
Hristiyan donanmaları kıyıyı tutarken artık birlikte hareket eden haçlı ve Mısır güçleri İskenderiye’yi istila etti. Şehrin savunması Selahaddin’in ilk bağımsız komutasıydı ve bu işten başarıyla sıyrıldı.
Selahaddin’in, güçsüz hükûmetten hoşnutsuz insanlar olarak yapılan bir karşı hareketin içinde olmaktan veya vahşi ve kana susamış Frenklere karşı şehirlerini savunmaktan üzüntü duymayan melez ve kısmen yabancı bir topluluğun ortasında yalnızca bin adamı vardı. Satıcı ve tacirlerden oluşan bu topluluk yine de “kâfirlerin” surlarının önüne getirip dayadığı kuşatma aletleri ve cehennemî savaş gereçlerinden duydukları dehşeti gizleyemiyordu. Dahası erzakları tükenmişti ve yetersiz azıkları yüzünden mideleri boştu. En sonunda kazan kaldırıp teslim olmaktan söz etmeye başladılar: “Neden bir yabancı ve bizim olmayan bir dava için bu cefayı çekelim?” Bu arada Selahaddin amcasını yardıma çağırmıştı ve Şirkuh Kos Laden’den güneye hazinesiyle beraber aceleyle iniyordu. Bu haber Selahaddin’in ateşli teşvikleriyle ve ödüllendirilme sözüyle zaten celallenmiş insanlara şevk verdi; cesaretlenmelerinde Frenklerin savaşta yendikleri kişilere karşı canavarca barbarlıklarına dair hikâyelerin korkusu da etkili oldu. Açlık ve dur durak bilmeyen tacizlere rağmen Şirkuh’un Habeş Gölü’nde Kahire’yi kuşatmış olduğu ortaya çıkana kadar, yetmiş beş gün dayandılar. Bunun üzerine Amalric İskenderiye’den vazgeçti ve her iki tarafın da Mısır’ı Mısırlılara terk etmek konusunda mutabakata vardıkları bir anlaşma hazırlandı (4 Ağustos 1167).66 İskenderiye Şaver’e teslim edildi; mahkûmlar değiş tokuş yapıldı ve Şirkuh iki bin askerinden geri kalan yorgun savaşçılarını Şam’a geri götürdü.
Ayrılmadan önce Selahaddin, Amalric’in karargâhında birkaç günlüğüne misafir edildi; fakat bu, sanki bir misafirlik değil de esirlikti. Bütün bunlara rağmen Selahaddin’in kazandığı deneyim kayda değerdi. Şövalyelik düzeni ve disipliniyle ilgili bir şeyler görmüş ve burada, en azından bir Sarazen emîriyle kardeş kadar yakın olan (fraternofoedere junctus erat)67 Tibninli Humphrey ile arkadaşlık kurmuş olmalı. Hatta Selahaddin’in Humphrey’nin elinden Hristiyan şövalyelik unvanı aldığı olayın gerçekleşmiş olması da mümkün.68
Hristiyanlar bu harekâtı bir zafer ve İskenderiye’nin boşaltılmasını da teslimiyet olarak değerlendirdi ama eğer Arap tarihçiler Amalric’in Şirkuh’a oradan ayrılması için elli bin altın ödediği konusunda doğru söylüyorlarsa bu durumdan aslında Müslümanların kârlı çıktığı anlaşılıyor. Diğer taraftan anlaşmayı (açıkça) ihlal eden Frenkler, Kahire’de bir yerleşimci veya yönetici bıraktıkları gibi şehrin kapı muhafızlarının da kendi askerleri arasından seçilmesinde ısrarcı oldular, ayrıca Şaver tarafından Kudüs kralına ödenecek yıllık yardım parasını yüz bin altın olarak artırdılar. Kahire ve İskenderiye’deki düzenlemelerin bu tutarsızlığı, Hristiyanların Nureddin’in Filistin’de kazandığı başarılar hakkında gelen haberler karşısında tedirgin olup ne pahasına olursa olsun eve dönmek istemeleri ve buna bağlı olarak ne kadar elverişli de olsa Şirkuh karşısındaki tüm şanslarını tepmeleri ama yine de kurnaz Kahire vezirinden koparabilecekleri kadarını koparmadan Mısır’dan ayrılmamalarıyla açıklanabilir.
Amalric’in danışmanları arasında daha atılgan olanlar edindikleri bu mülkiyetten memnun olmayarak Mısır’ın tamamen fethedilmesini dillendirmeye başlamışlardı şimdi ve bu teklifleri Kahire ve Fustat’ta bıraktıkları garnizon tarafından şiddetle desteklenmekteydi, zira onlar savunmadaki açıkları tespit etmede doğal olarak en iyi imkânlara sahiplerdi. Kudüs kralı bu fikirlere boş yere karşı koymuştu. O saate kadar tek güvenli politikanın, önce Şam’ı fethetmek ve Mısır’ı ilhak etmeye kalkışmadan önce krallığın doğusunu Büyük Sahra Çölü’yle sınırlayıp güvenceye almak olduğunu fark etmiş olmalı çünkü istila demek geri taraflarını Nureddin’in saldırılarına açık bırakmak demekti. Dahası Mısır onların sağmal ineğiydi; üstelik bir dostu düşmana çevirip Şaver’i, zaten çekişme hâlinde oldukları Nureddin’in kucağına atmanın kötü bir politika olacağını ifade etti. Ama nafile! Başarı kazanacaklarından emin olan komutanları istilaya karar