Stanley Lane-Poole

Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan


Скачать книгу

Hatta onu, yüzünde sükûnetin verdiği parıltıyla rüyada görüp durumunu sormak, günün ermişlerinden birine düşmüştü:

      “Tanrı sana nasıl davrandı?”

      “Merhametle”

      “Neden?”

      “Edessa’dan ötürü.”

      Bu arada haçlılar “Kanlı”nın trajik ölümü üzerine değersiz Latince şiirleriyle kelime oyunu yaptılar:

      Quam bonus eventus! Fit sanguine sanguinolentus

      Vir homicida reus nomine Sanguineus 50

      Fakat çok erken sevinmişlerdi. Zengi ölmüştü, evet, ama hiçbir Hristiyan prensinin geri döndüremeyeceği bir iş başarmıştı ve gerisinde oğlu Nureddin’i, ondan sonra da Selahaddin’i, onun başladığı işi tamamlamayı bilen liderleri bırakmıştı. Büyük Atabey’in ölümünden kırk yıl sonra, Kutsal Topraklar Selahaddin’indi ve Kudüs yeniden ve günümüze dek Müslümanların koruması altına girmişti.

      2. KISIM

      MISIR 1138 – 1174

      5. BÖLÜM

      SELAHADDİN’İN GENÇLİĞİ 1138-1164

      Eyüb’ü 1138’de acı bir şekilde, kardeşiyle birlikte tam da Selahaddin’in doğduğu gece Tikrit’ten ayrılırken bırakmıştık. Musul’da Zengi’ye başvurmuşlardı ve gelişleri hoş karşılanmıştı. Büyük atabey Dicle’deki sandalı unutmamıştı, ayrıca iyi bir savaşçıyı geri çevirecek bir kişi değildi. İki kardeş birçok savaşta onun ordusuna hizmet etti ve Baalbek 1139 Ekim’inde düştüğü zaman Eyüb ele geçirilen bu şehrin idarecisi oldu. Baalbek veya “Güneş Şehri” Heliopolis yalnızca eski uygarlıkları ve onların tapınaklarıyla değil, bulunduğu yüksek konumuyla da ün kazanmıştı. Lübnan ve Anti-Lübnan dağları arasında, Litani Vadisi tepesinde, denizden yaklaşık üç bin metre yüksekte yer alıyordu ve denilene göre Suriye’nin en serin şehriydi. Bir efsaneye göre insanlar Soğuk’a “Seni nerede bulalım?” diye sormuşlar o da “Beni mekânım Baalbek.” demiş. Antonius Pius’un kısmen bugün de ayakta olan büyük tapınağı yaptırdığı dönemdeki muhteşem hâlinden oldukça uzak da olsa Baalbek, Eyüb’ün zamanında verimli tarlalar, bağlar ve bahçelerle çevrili ve batı tarafından güçlü bir sur ve hisar veya akropolle korunan önemli bir kentti. Henüz Moğolların vandalizmini hissetmemiş veya onu bugünkü harap durumuna getiren depremle sarsılmamıştı. “Öğütücülerinden üzüm taşıyor”, içinden tatlı sular akıyor, değirmenler ve su çarkları her tarafta mevcut olan berekete tanıklık ediyordu.51 Böyle zengin bir kentin idaresine gelmek Zengi’nin kendisine duyduğu güvenin bir deliliydi; hele ki bu kent hasım şehir Şam’ın karşısında, onun yalnızca altmış km uzağında konuşlanmış en güney noktadaki ileri karakol pozisyonunda ise.

      İdarecinin oğlu Selahaddin çocukluğunun birkaç yılını burada geçirdi; söylenilenlere bakılırsa bunlar mutlu geçen yıllar olmalı çünkü bu dönemle ilgili hiç kayıt yok. 1139 ila 1146 yılları arasında, Baalbek’te yaşadıkları döneme ilişkin Eyüb’ün ailesiyle ilgili hiçbir bilgi yok elimizde. Şüphesiz Selahaddin Müslüman bir erkek çocuğunun alması gereken eğitimi aldı ve kumandanın oğlu olarak muhtemelen en iyi eğitmenler tarafından eğitildi. Eyüb tam bir sofuydu hatta Baalbek’te sufi münzeviler için bir dergâh kurmuştu. Oğlu yıllar boyunca Kur’an’ı, Arap dil bilgisini, hitabet unsurlarını, şiir ve teolojiyi ezber etti; zira o dönemin Sarazen yöneticilerinin kökeni ne olursa olsun eğitim dili Arapçaydı.

      Ayrıca, Kur’an’ı ve gelenekleri benimsetmek, ari bir Arapça biçemi aşılamak ve Arap söz diziminin inceliklerini öğretmek, seçkin bir gençlik yaratmak konusunda kendilerine güvenilen sınırlı sayıdaki eğitimli insanın temel amacını oluşturuyordu.

      Selahaddin’in Baalbek’te aldığı eğitim ne olursa olsun daha sonra karşısına çıkan fırsatların yanında yetersiz kalmıştır. Babasının velinimeti öldürüldüğünde dokuz yaşında bile değildi ve büyük Atabey’in ölümü doğal olarak Baalbek’in Şamlı eski hükümdarı tarafından geri alınması anlamına geliyordu. Eyüb şehri savunmak adına hiç çaba sarf etmedi. Hiçbir zaman yalnızca kendi çıkarlarını gözeten diplomatik ve açıkgöz bir adam olmadı. Zengi’nin iki oğlunun, babalarının topraklarını paylaştığını ve birbirini gözetim altında tutmaktan Baalbek’le ilgilenmeye fırsat bulamadıklarını gördü. Musul uzaktı ve Halep de çekingen, diğer taraftan Şam yakındı ve burayı geri almaya azimliydi. Şam birlikleri Baalbek’e girdiğinde Eyüb uzlaşıya gitti ve teslim olmadan önce kendisine Şam yakınlarında on köyü kapsayan kayda değer bir ikta, güzel bir miktar para ve başkentten bir ev verilmesini ayarladı. Burada siyasi ustalığı ve sağduyusu ile Tuğtekin’in torunu Abak’ın sarayında yüksek bir pozisyon temin etti ve birkaç sene içerisinde Şam ordusunun başkumandanı oldu.

      Eyüb bu yüksek makamı, Zengi’nin oğlu Halep Kralı Nureddin Mahmud 1154 yılında Şam’a ilerleyene kadar korudu. Nureddin adı İslam’ın büyük savunucuları arasında Selahaddin’den sonra ikinci sırada yer alır. Caber’deki felaketin ardından atabeyin krallığı ikiye bölündü: Büyük oğlu Seyfeddin Gazi Musul’da başarılı bir şekilde onun izinden giderken bir küçük oğlu Nureddin Suriye bölgesine hükmetti. Halep tahtına tam olarak yerleştirmişti ki Edessa’yı savunmaya çağrıldı. Zengi’nin ölümünün hemen ardından Ermeni yerleşimciler önceki kontları Courtenay’li Joscelin’i şehri geri alması için davet ettiler, o da bunun üzerine 1146’da Türkmen muhafızlar uykudayken onlara bir sürpriz yapıp şehri ele geçirdi. Ne var ki hisar Nureddin gelene kadar ayak diredi; Joscelin ve birlikleri temkinli bir biçimde geri çekilirken onun korumasına sığınmayı uman Ermeniler, garnizonla çekilen ordu arasında kaldı ve katledildi. Foris gladius et intus pavor.52

      “Görmek acı ve anlatmak üzücüydü: Çaresiz kalabalık, sakin toplum, yaşlı ve hasta adamlar, kadınlar ve cılız hizmetçiler, ihtiyar nineler ve küçük çocuklar hatta emzikli bebekler kapının ağzında, atlılar tarafından yerlerde çiğnendiler; bazısı cenderelerde boğuldu; bazısı da düşmanın acımasız kılıcından geçirildi.”53

      Nureddin’in Fırat Nehri’ne kadar peşinden gidip taciz etmeyi sürdürdüğü çekilmekte olan orduyla beraber çok az insan kaçabildi.

      Daha sonra Joscelin’in kendisi de yakalanarak kör edildi ve Halep’te zindana atıldı. Dokuz yıl sefalet çektikten sonra burada öldü. Onun bu başarısızlığının ardından Frenklerin Edessa Kontluğu’nda ve kuzey sınırı boyunca gösterdiği gücü tamamen tükendi.

      İmparator Conrad ve VII. Louis tarafından başlatılan İkinci Haçlı Seferi Hristiyanların cesaretini daha da kırdı. 1148 yılında, St. Bernard’ın vaazlarını dinleyerek Edessa utancını silmeye gelip, artık Zengi’den korkusu olmayan temkinli Unar’ın, Eyüb’den de şüphesiz destek alarak onları pek de yaklaştırmadığı Şam önlerinde kendilerini küçük düşürdüler; sonuç olarak da güçlerinin tükendiğini gördüler.

      “Kalabalık, Taberiye’de toplandığı alandan başlarının üzerinde kutsal haçla, önden Kral Baldwin’in topraklarının beyleri, arkalarından Fransızlar ve sonra Almanlar Ürdün’e doğru yürümeye başladı. Şam’ın ünlü bahçelerini çevreleyen çamurdan duvarlar böyle bir ordunun önünde bir engel olamazdı fakat dar patikalarıyla gür bostanlar, meyve ağaçları ve bitki örtüsü şehri daha da korunaklı hâle getiriyordu.