süre kaldı. Sultanın Batı illeri hükümdarı beratıyla kuşanmış, uzun zamandır kendisi için bir tehlike teşkil eden, Halep’e bir günlük yol mesafesi uzaklığında yer alan çetin Atharip (Frenk’lerin Cerep’i) Kalesi’ni kuşattı. Seçkin savaşçılarla dolu garnizonu, pozisyonu ve savunucularının mizacıyla bu kale, Latinlerin en müthiş kalelerinden biriydi. Uzun bir süre Zengi’nin dehşetli saldırılarını püskürtmüşlerdi ancak o daha içerilere ilerledi ve asla yılmadı. Kuşatma altındakiler darboğazdaydı. Kudüs’te bulunan Kral Baldwin bir savaş konseyi düzenleyerek kaleyi teslim edip etmemek konusunda fikir aldı. Bazıları Sarazenlerin yakın zamanda hep yaptıkları üzere geri çekileceklerinden emin, bunun önemsiz bir mesele olduğunu iddia etti fakat vakanüvisin “tam bir şeytan” olarak betimlediği bir üye Zengi’nin bu hareketinde daha ciddi bir şey olduğunu iddia ederek “Bu kıvılcımların ardından bir alev yükselecek.” dedi. “Ve bu dumanın altında yanan bir ateş var. Bu, Taberiye’ye ayak izlerini bırakan genç aslan değil mi?”
Baldwin nihayet etrafı sarılmış olan şehirden çekilmeye karar vererek “atlıları, piyadeleri, sancakları ve haçları, prensleri, şövalyeleri ve kontlarıyla” Taberiye aslanını karşılamak için ilerledi. Zengi’nin danışmanları Halep’e doğru geri çekilmeyi önerdiler ama o hiçbirini dinlemedi: “Allah’a güvenelim ve sonucu ne olursa olsun onlarla yüzleşelim.” Çekilen orduyu beklemek yerine ileri atılarak karşılarına çıktı ve bunu dehşetli bir savaş izledi. Zengi, adamlarının başında, peygamberinin “Cehennemin tadını alacaksınız!” nidasıyla düşmanlarına saldırdıkça saldırdı. Haçlılar tamamen bozguna uğramıştı: “Tanrı’nın kılıçları düşmanlarının boğazlarını kın edindi.” Ancak birkaçı savaş meydanında olanları anlatmak için sürünerek kaçabildi. Kaçmaya yeltendiler fakat ne fayda! İş işten geçmiş, ok yaydan çıkmıştı bir kere, kimseye af yoktu; “şehit” bir kan denizine dalarak, bütün meydan ezilmiş cesetler ve kopmuş vücut parçalarıyla kaplanana kadar kafa kesti, kemikleri etlerden ayırdı. Yalnızca bu vücut yığınlarının altına saklananlarla gecenin karanlığından faydalanabilenler kurtuldu.
Son umudunu da kaybeden Atharip cebren alınarak hisarları yıkıldı, garnizonu ya esir edildi ya da kılıçtan geçirildi; kemik yığınları yıllarca açıkta kaldı. Böylece Cerep’te yaşanan terör sona erdi. Ne var ki kayıp tek taraflı değildi; Zengi yurduna dönmek ve adamlarını dinlendirmek arzusundaydı. Komşu kale Harim’le (Harenç) anlaşmaya vardıktan sonra 1130 yılında Müslümanlığın bu en meşhur lideri Musul’a geri döndü. Yaptıkları hakkında dedikodular yayıldı, adı yiğitlik ve vahşet anlamlarına gelen bir deyiş hâline geldi. Atharip meydanında Hristiyanlar adını “Kanlı” diye yazdılar, o da kanla imzaladı!
Zengi kutsal savaşa dört yıl ara verdi. Komşu beyler üzerindeki üstünlüğünü korumaya çalışırken Musul’da onu oyalayan çok şey vardı. Hükümdar sultanın 1131’de ölümü, Selçuklu halefleri için, Zengi’nin de payını aldığı yeni bir savaşı gündeme getirdi. İşte bu mücadele sonunda Zengi, Saki Karaya tarafından mağlup edilmiş, ordusuyla beraber Dicle’ye kadar takip edilmiş ve burada Tikrit’in idarecisi tarafından felakete uğramaktan kurtarılmıştı. Halife bu terslikten yararlanmak ve atabeylere geçmiş günlerin hesabını sormak istemişti, 1133 yılında Musul’u kuşattıysa da Zengi, kuşatmacıların etrafını bütün bütün sararak tam manasıyla haklarından geldi ve halife üç ay süren beyhude ataklarının ardından geri çekildi. Ufkun doğusunun bir kez daha sükûnete kavuşması üzerine atabey gözünü bir kez daha Suriye’ye dikti. Cihadı başarıyla yürütebilmek için Suriye’nin kalbi Şam’ı ele geçirmek hayati önem taşımaktaydı, hoş, burası şimdi Frenklerin bir ileri karakolu gibi bir şeydi ama Şam onun olmalıydı; arkasından Suriye ordularıyla “Ada”nınkileri birleştirip “Hristiyan köpeklerini” denize dökebilirdi.
Bu, ölümünden sonra neredeyse gerçekleşecekti ama yine de onun kaderine yazılmamış bir hayaldi. 1135’teki ilk denemesi başarıyla geri püskürtüldükten sonra Şam’ı bir grup sözde toprak sahibi adına yöneten becerikli devlet adamı Muineddin Unar (Latin vakanüvislere göre Ainardus) Zengi’yi yenebilmek için alabileceği tek önlemi aldı: Frenklerin tarafını tuttu.
Haçlılar ise İslam’ın bu dehşetli kahramanından en ufak bir çekince duymamış ve bu avantajdan yararlanarak Şam’ın yanında yer almaktan memnun olmuşlardı. Zengi 1137 yazında Suriye’ye vardığında Frenklerin Unar’ın tarafında olduğunu gördü ve ilk iş onları Kudüs kralıyla birlikte Barin (Mont Ferrand) Kalesi’ne sürdü. Arap tarihçiler baş döndürücü doruğuna yorgun kanatlı kuşların ulaşamayacağı ve Frenklerin zapt edilemez kıldığı bu kaleyi “Orion’un sırtı kadar yüksek, dağların zirvesinden daha yüce!” şeklinde betimliyorlardı. Bütün bunlara rağmen Zengi’nin mangonelleri41 duvarlarını topa tuttuktan sonra Barin, bayraklarını indirmek zorunda kaldı. Atabey Kral Fulk’a, Surlu William’ın da itiraf ettiği üzere “yeterince merhametli davranan bir düşman” olarak bir tören cübbesi hediye etti ve bitkin, cesareti kırılmış garnizonunu da muharebe şeref şeridi42 taşıyarak gitmek zorunda bıraktı.
Bu sıra dışı af alelade bir ihtiyatın sonucuydu. Avrupa’dan gelen destek güçlerinin Suriye’ye vardıklarını öğrenen Zengi, Şam’la hızlı bir ateşkes yaparak Musul’a geri çekildi. Gerçekte ise onu alt etmek için inanılmaz bir kuvvet toplanıyordu. İmparator John Comneus Suriye’ye bir ordu getirmiş, yanına yalnızca haçlı devletlerini değil Şam’ın Müslüman liderini ve ona tabi olanları da almıştı.
John işe, Zengi’ye dostluk bildiren elçiler göndererek başladı; ayrıca hediye olarak gönderilen şahinler, av köpekleri ve Halep’in dokunulmazlıklarının korunacağını garanti eden bir anlaşmanın varlığını okuyoruz. Tabii ki bu vaatler, Hristiyan din adamlarının “Kâfirlere verilen sözler hükümsüzdür.” kuralını koydukları günlerde, üzerine yazı yazılmış bir kâğıt parçası kadar değerli değildi. İmparator daha sonra Bizaa ve Kfar Tab’ı alarak 1138 Nisan’ında Asi Nehri üzerindeki Üsame’nin ailesinin kalesi olan Şeyzer’i kuşattı. Zengi yardıma çağrıldı ve cebri yürüyüşle bastırdı. Düşmanı bu tepelerdeki yerlerinden atmaya yetecek kadar güçlü olmasa da saldırıları, Hasankeyfli David’in ilerleyişi, becerikli diplomatik hareketler ve nakit parayla, Latin prenslerinin ilgisizlik ve ciddiyetsizliklerinden tiksinmiş imparatorluğun fikrini değiştirdi. Zira kuşatmanın yirmi dördüncü gününde “Romalıların köpekleri” Zengi’nin anında el koyduğu on sekiz dev mancınıkla beraber diğer kuşatma silahlarını terk edip gittiler. “Böylece…” diyor İbnü’l Esir, “Allah inananlara savaşta yardım eder.”43
İmparatorun aracılığı beyhude bir çabaydı fakat Şam ve Kudüs arasındaki anlaşma devam etti. Zengi mevcut hükümdarın dul annesi Zümrüd Hanım’la evlenip kendi kızını da emîre vermekle Suriye başkentinin idarecilerini uzlaştırmaya boş yere çabalamış oldu.
Genç adam kısa zaman sonra öldürülmüş ve her şey yeniden başlamak zorunda kalmıştı. Unar’ı hiçbir şey, kendi kişisel iktası Baalbek’in Zengi’nin Kur’an ve talak-ı selase üzerine verdiği geçiş iznini yasallaştıran sözü üzerine 1139 Ekim’inde teslim olan garnizonunun vahşi infazı bile etkilemiyor veya korkutmuyordu. Bu kalleşçe katliam, yalnızca Hristiyanlarla kurulan, şimdi de resmî bir anlaşmayla perçinlenen bağları güçlendirmeye yaradı. Unar bu anlaşmayla Kudüs kralına ayda 20.000 altın destek akçesi ve Zengi’yi topraklarından atmaya yardım ettiği takdirde de Banias’ı vermeyi kabul etti. Kasaba beklendiği gibi bu garip müttefikler tarafından alındı fakat Zengi anlaşmanın son kısmını gerçekleştirme sıkıntısına sokmadı