Kayıkçı, tetikte olup onu beklemesi gerektiği bir anda uykuya dalmış ve uyandırıldığında karşısında korkunç efendisinin dikildiğini görünce dehşete kapılmış ve o anda düşüp ölmüş. Köleleri zalimliği nedeniyle çok şikâyet ederdi, hizmetçileri ondan o kadar çok korkardı ki verdiği bir emri anlamadıklarında tekrar etmesini isteyemezlerdi. Uşaklarından birine tutması için bir peksimet verdiğinde uşağın bunu bırakmaya cesaret edemediği söylenir. Neredeyse bir sene sonra Zengi bunu geri istediğinde uşak anında çıkartıp dikkatlice bir peçeteye sarmış ve uşağın itaatkârlığı cömert bir memuriyetle ödüllendirilmiş.
Zengi açıkgöz bir insan sarrafıydı ve ne zaman yetenekli bir hizmetçi veya memur bulsa ona daimî bir güven duyar ve destek verirdi. Dahası kendisi sert olduğu hâlde, tebaasına başka kimsenin zorbalık etmesine izin vermezdi; “Ülkeye bir seferde yalnızca bir tiran hükmedebilir.” derdi. Yine bir sefere çıkıldığında en sevdiği önderlerden birinin Yahudi bir aileyi kışın soğuğunda dışarı attığını öğrenince ona dönüp bir bakış atmış ve bu aciz emîr şehirden ayrılıp yağmur çamur ortasında çadırını kurup oturmuştu. Baskı yapmaya ve aşırı özgür davranışlara memurlar arasında asla izin verilmediği gibi o dönem içinde hiç kimse kadınlara karşı yapılan saldırıları bu kadar şiddetle cezalandırmamıştı. Askerlerinin karılarını kendi özel koruması altında tutar ve başka erkeklerin, kocalarının savaşta olduğu dönemlerde bu kadınları aşağılamaları cezasız kalmazdı. Seleflerinin mülk edinmesine izin vermezdi. “Ülkeyi biz elimizde tuttuğumuz sürece askerî iktanız yarar sağlarken malınızın ne faydası olur? Ülke elimizden giderse sizin mallarınız da birlikte gider. Bir sultanın selefi toprak sahibi olursa halka baskı yapar, onları rahatsız eder ve yağmalar.” Ordularının, insanların ürünlerini çiğneyip geçmelerine asla müsaade etmedi -vakanüvisin anlattığına göre iki çizgi arasındaymış gibi yürürlermiş- ve hiçbir askerin bir köylüden parasını ödemeden bir demet saman bile alması mümkün değildi. Şiddet eylemlerinin cezası çarmıha gerilmekti. Vergilendirme konusunda fakirlere çok müsamahakâr davranırken zengin şehirler sefer masraflarını karşılamanın sıkıntısını ağır bir şekilde çekerdi.
Her şeye rağmen bunun karşılığını iyi alıyorlardı. Bu keskin ve iradeli yönetimin sayesinde hükmedilen topraklarda güven ve refah hüküm sürüyor, özellikle de başkent canlılık kazanıyordu. Tarihçi İbnü’l Esir’in babası şöyle naklediyor:
“Şehit38 efendimiz başa geçtiğinde ‘Ada’nın anası Musul’un ne hâlde olduğunu gördüm. Şehrin büyük kısmı yıkıntı hâlindeydi ve çorak arazi seyyar tüccarların mahallesinden hisara ve saraya kadar uzanıyordu… Eski cami metruk kalmış, sur dibindeki evlerin bir taş atımı mesafe yakınına kadar kimse kalmamıştı… Gel gör ki şehidin idaresi başlayalı beri ülke, güvenliğin ne olduğunu anladı, kötü niyetler boşa çıktı ve güçlüler zorbalık yapmaktan alıkondu. Gelişim haberleri dışarılara ulaştı, halk onun arazisine sökün edip buraya yerleşti. Gerçekten ‘cömertlik bağlılık doğurur’. Musul’da ve diğer şehirlerde binalar arttı, hem o kadar ki mezarlıklar bile yeni yerleşim yerlerinin altında kaldı.”
MUSULLU MUHAMMED İBN KUTLUK TARAFINDAN YAPILAN ASTROLOJİ CETVELİ, HİCRİ 639
(British Museum’da)
Zengi, meydanın karşısına büyük hükûmet binasını inşa ettirdi, surların yüksekliğini iki katına çıkarttırdı, kale hendeğini derinleştirdi ve kendi adının verildiği El-İmadi kapısını yaptırdı.
Kendinden önce Musul’da meyve namına pek bir şey bulunmazmış; öyle ki bir pazarcı üzüm satarken ağırlık yapmasın diye üzümün küçük saplarını bile kesermiş. Ne zaman ki Zengi buranın refahını sağladı, çevresinde verimli bahçeler peyda oldu, bu bahçelerde nar, armut, elma ve üzüm yetiştirildi hatta o kadar bolluk yaşandı ki yeni hasat yapılma vakti geldiğinde son yılın mahsulü daha bitmemişti.39
YAĞMA SEFERİNDEN DÖNEN BİR KISIM HAÇLI
(Surlu William’ın on üçüncü yüzyıla ait bir el yazmasından)
4. BÖLÜM
EDESSA’NIN DÜŞÜŞÜ 1127 – 1144
Zengi’nin tarihsel önemi, Musul’a sağladığı katkılardan veya yardımlarından ziyade, Müslümanlığın davasının çıkmaza girdiği bir dönemde İslam adına haçlılara karşı kazandığı zaferlerden kaynaklanır. Mezopotamya’nın Türkmen beyleri dağılmıştı ve Allah’ın yolundan gitmekten çok birbirleriyle çatışmaya hevesli ve asla Musul’un yeni hükümdarının önderliğini kabul etmeyecek vaziyettelerdi. Tüm ülke -Zengi’nin bireysel mülkiyetiyle uyumlu bir biçimde- her birinin başında vasallarla askerî iktalara ayrılmıştı ve önemli derebeylerinin arasında daimî olanlar ve iyi tanınanlar vardı. Artuklu prensleri, yüzyılın başından bu yana Hasankeyf ve Mardin’in kalelerine yerleşmiş durumdaydı. Artuk’un iki oğlu, Sökmen ve İlgazi, Frenkler üzerine yaptıkları akınlarla ünlenmiş ve İlgazi, Bağdat muhafızlığı görevini üstlenmişti. O zamana kadar hiçbir Hristiyan lideri bu amansız Türkmen’in estirdiği kadar terör estirmemişti. Dağlık kalelerinden Suriye’nin kuzeyine baskın yapmış, Halep kendini onun ellerine bıraktığında üç bin atlı ve dokuz bin piyadenin başında, Frenklerin iyice yerleştiği Afrin tepelerine hücum edip şehri kurtararak Antakyalı Roger’ın öldüğü önemli bir zafer kazanmıştı. İlgazi, Zengi’nin ilk memuriyetini aldığı yıl olan 1122’de öldü; oğlu Timurtaş onun Mardin’deki, oldukça yüksek bir rakımda kurulan evine ve daha sonra Halep’e yerleşti. Sakin bir yaşamı tercih eden yumuşak başlı bir yönetici olduğu hâlde babasının oğlu yüzünden yaşananları kolay kolay unutmayacaktı; en azından bir görgü dersi alıncaya dek.
Daha güçlü ve çevik bir Artuklu lideri daha vardı; bu, 1108’de Hasankeyf Kalesi’ne geçen ve Diyarbakır’ın en ünlü beyi olan kuzeni Davud’du. Oklarından birini Türkmenlerin arasında dolaştırdığında yirmi bin asker sevinçli bir çarpışma beklentisiyle kılıcını kuşanıp kısa zamanda sancağı altında toplanırdı. Böyle bir bey, ilk sırayı yeni gelene bırakacak değildi; kısa zamanda Zengi de daha geniş topraklara yayılmadan önce Davud’la hesaplaşması gerektiğini anladı. Diyarbakır sindirilmeli ve silahsızlandırılmalıydı, yoksa bir yan taarruz korkusu taşıyarak asla Suriye içlerine ilerleyemezdi.
Musul boyunduruğundan daha yeni kurtulmuş olan Cezire İbn Ömer kasabasına hareket etti ilk olarak; ordusunu Dicle’nin karşı kıyısına kimini yüzdürerek kimini sandalla geçirdi ve buranın güvenilmez sakinlerinin yardımıyla kasabaya tam zamanında girdi, zira ertesi gün insan boyunda bir taşkın meydana gelmiş ve nehir geçilemez olmuştu. Cezire’den bir zamanların şanlı başkenti, Trajan’ın fethettiği -bu sayede Parthicus (Parthialı) lakabını almıştı- Nusaybin’e doğru yürüdü. Burası artık bir Artuklu şehriydi, Zengi bir kurnazlık yaparak burayı ele geçirdi; düşmanın, Mezopotamya’da ve Suriye’de yaygın biçimde ulak olarak kullanılan taşıyıcı güvercinlerinden birini yakalayıp bileğindeki mektupta yazılanları değiştirerek Nusaybin’in derhâl teslim olmasını salık veren bir mesaj yolladı ve bu emir Sancar tarafından derhâl yerine getirildi.
Burada kendisini yeni bir tehlike bekliyordu. Fırat’ın yukarı kesimlerine hâkim olan Edessa, Suruç, Bira vb. Hristiyanların ileri karakollarını oluşturuyordu ve Courtenay’li Joscelin’in elinde bu garnizonlar birer “seçilmişler topluluğu” idi. Bunları önlem almadan arkada bırakmak düşünülemezdi. Zengi bu zorluğun