Mehmet Akif Ersoy

Safahat


Скачать книгу

çok.497

      Böyle evlât okutan milletin istikbâli,

      Haklıdır almaya âgûşuna istiklâli.

      Yarın olmazsa, öbür gün olacaktır mutlak…

      Uzak olmuş ne çıkar ? Var ya bir âtî, ona bak!

      Haydarâbâd'a giderken, beni teşyîe gelen

      Mîzebânın ne hazin çıktı şu ses kalbinden:

      «Âh biz hayra yarar unsur-i îman değiliz…

      Hind'in İslâm’ını pek Türk'e kıyâs etmeyiniz.

      Onların ruh-i şehâmetle coşan kanları var;

      Bizde yok öyle samîmî asabiyyet, o damar.

      Bu ağır zillete ukbâya kadar mahkûmuz…

      Duymuyor çektiği hüsranları zîrâ çoğumuz!

      Varsa ümmîdimiz: Osmanlıların şevketidir,

      Onu bir kerre işitsek… Bu saâdet yetişir.»

      Beni ağlattı herif. Lâkin onun genç oğlu,

      Dedi: «Yok, öyle değil; sîne-i millette dolu,

      Galeyân emrine âmâde, hamiyyetli yürek;

      Şu kadar var ki henüz kendini göstermeyecek.

      Geçiyor şimdi esâretle deyip eyyâmı,

      Müslümanlar gibi mâzîsi büyük bir kavmi,

      Ebedî zillete mahkûm edemem doğrusu ben.

      Daha bîçâre miyiz yoksa Mecûsîlerden?

      Diyeceksin ki: Asırlarca sefîlâne hayat,

      Söndürür meyl-i meâliyi nihayet… Heyhât!498

      Göz yumulmakla kör olmaz; külün altında ateş,

      Ne kadar kalsa bunalmaz; hele bir aç, hele eş!

      Şunu öğretti ki İngiltere tahsîli bana:

      Milletin, memleketin böyle sefîl olmasına

      Bir sebep varsa, havâssın geriden bakmasıdır…

      Yoksa, Şark'ın bu zekî unsuru her feyzi alır.

      Müslümanlık gibi, mâhiyyeti cidden yüksek,

      Sonra, vicdanları bir nefhada tehyîç edecek,

      Dîn-i fıtrîdeki bir milleti irşâda ne var?

      Daha yüksek mi aceb Şark'ı ezen fıtratlar,

      Kâbiliyyetçe? Hayır, ben buna aslâ kanmam.

      Adam ister, yalınız etmeye bir kavmi adam!

      «Doğru yol işte budur, gel!» diye sen bir yürü de,

      O zaman bak ne koşanlar göreceksin sürüde!

      Evvelâ beynine bir fikr-i nezîh aşlayarak;

      Hangi bir Müslümanın göğsüne tuttumsa kulak;

      Şunu duydum ki: Onun hiç sesi çıkmaz, kalbi,

      En temiz his ile vurmakta çocuk kalbi gibi.

      Sîneler gayzını fâş etmeye dursun varsın;

      Vakti gelsin, o zaman var mı yürek, anlarsın!»

      Haydarâbâd'a yetiştim ki, bütün Hindistan,

      «Verdi Kânûn-i Esasîyi nihâyet Sultan!»

      Diye birdenbire çalkandı. İnan, kâbil mi?

      Hiç o binlerce havâtır kemirirken içimi,499

      Bir cılız «belki!» nasıl hepsini tenkîl etsin?

      Ansızın başladı beynimde ümîdin, ye'sin,

      Doğduğumdan beri hiç görmediğim bir harbi…

      O ne müthiş helecanlardı, aman yâ Rabbi?

      «Verdi Kânûn-i Esâsî…» Bu, çıkar rü'yâ mı?

      Yok canım öyle değil: Milletin istirhâmı,

      Şekl-i tehdîd alıvermiş, o da muztar kalmış…

      Hangi millet acabâ? Her ne işitsen yanlış.

      Cûşa geldikçe fakat aynı terâneyle cihan,

      Görür oldum dönen işlerde yedu’llâhı nihan.500

      Bu ne şâhın işi, yâ Rab, ne sipâhın kârı…

      Bu senin kudretinin havsala-çâk esrârı!501

      Yurdumun gülmeyen evlâdını artık güldür…

      Ağladım sonra çocuklar gibi hüngür hüngür.

      Azıcık rûhuma, a'sâbıma geldikte sükûn…

      Döndü vaz'iyyeti birdenbire, baktım, yolumun;

      Bir gün evvel yetişip dalmak için sînenize,

      Boyladım sâhili, sâhilden açıldım denize.

      Gemi enginde iken bende de engindi hayâl,

      Kevser içmiş sofunun hâline benzer bir hâl!

      Ömrü haybetle cehennemde geçen hâne-harâp,

      Verseler cenneti şaşkın gibi çekmez ya azâp;

      Ben de rûhumdaki zulmetleri artık koğdum;

      En büyük hasmım olan ye'si nihâyet boğdum.

      Bahr-i Umman’da henüz çalkanıyormuş tekne…

      Attı hülyâ beni tâ Marmara sahillerine!

      Görüyordum, iki üç bin mil açıktan bakarak,

      Şu sizin kapkara İstanbul'u kardan daha ak.

      Parlıyor alnı uzaktan ayın on dördü gibi:

      Gülüyor: İşvesinin câzibeler müncezibi.

      Ne gezer şimdi o zillet, o sefâlet? Heyhât!

      Bu ne müthiş azamettir, o ne müthiş dârât!

      Sayısız mektep açılmış; kadın, erkek okuyor;

      İşliyor fabrikalar, yerli kumaşlar dokuyor.

      Gece gündüz basıyor millete nâfi' âsâr;502

      Âdetâ matbaalar bir uyumaz hizmetkâr.

      Mülkü baştan başa i'mâr edecek şirketler;

      Halkın irşâdına hâdim yeni cem'iyyetler,

      Durmayıp iş buluyor, gösteriyor, uğraşıyor;

      Gemiler sâhile boydan boya servet taşıyor…

      Hasır üstünde bu rü'yâları görmekte iken,

      İki mel'un gözün altında ayıldım birden:

      Müslüman düşmanı bir Rus tanırım çoktandır…

      Nerde görsem, kaçarım, çiftelidir çünkü katır!

      Hele Osmanlıların nâmı anıldıkça biter;

      Ne eyer kâbil olur sırtına vurmak, ne semer!

      Rusya'dayken beni gördükçe gelir, derdi: «İmam,

      Oku sen yoksa işin… Öldü sizin hasta adam!

      Çıkmıyor vâris-i meşrûu da bizden başka…»

      Beni kaç kerreler ağlattı bu hınzırca şaka!

      Yine lâhavle deyip geçmede kaldım muztar;

      Çünkü