Mehmet Akif Ersoy

Safahat


Скачать книгу

id="n104">

104

Âşiyan-ı nura şitab: Bir nur yuvasına doğru koşmak.

105

Reh-güzarında: Yolunun üstünde.

106

Dûş-i ıztırârında: Mecburiyet altında.

107

Şeyh Sa'di diyor ki: «Bir gece biz kervanla yavaş yavaş giderken yolumuz bir çöle uğradı.

108

O vahşî çölü çabucak geçmek için bütün yolcular, rahatlarını feda ederek gidiyorlardı. Fakat bende yürümeye takat kalmadığı, uyku da fazla bastırdığı için düşüp kalmışım.

109

Bir kervan konak yerine varıncaya kadar ister istemez yürümeye mecburdur. Serseri bir piyadeyi bekler mi?

110

Bir de uyandım ki başucumda duran deveci şöyle diyordu: «Hey zavallı yolcu; kalk, kervan epeyce uzaklaştı. Benim de uykum var amma bu çöl, istirahat yeri olur mu? Burada bin türlü tehlike ve korku var. Durmayıp giden, meram-ı menziline vâsıl olur. Bu çöller geçilmeden kurtuluş ümidi yoktur. Yolcular; yürür; gider, senin gibi uyku derdine düşenler ise kendi kendine ve tehlikeye maruz bir hâlde kalır.»

111

Ey okuyucu; naklettiğim vaka hiçbir şey değil, diyecek olursan haklısın. Lâkin insaf ederek düşün ki bugün başka yapılacak hikmetli hareket var mı?

112

Sa'di diyor ki: Bir maksada varmak istiyorsan tuttuğun yollar; bitmez, tükenmez olsa da yükünü bağla, durmadan yürü, yollarda kalmaktan sakın. Azim ve teşebbüs sahibi bir kimse için uzak ve yakın nedir?

113

Himmet sarf edilince hangi zorluk kolaylaşmaz? Hangi dehşetli hâl, insandan çekinip korkmaz?

114

İkdam ve sebat sahiplerinin eserlerine bak da ibret al ki cidden erkek olanların dağlar söken azmine dağlar da dayanmaz.

115

İşittiğin sesler uyutucu ninni değil, sa'y ve gayret âlemlerinin yer yer kabaran velvelesidir.

116

İnsanlar, coşkun bir nehir gibi istikbale akıp gitmektedir. O coşkun nehrin akışındaki âhenge uymadan bir engine düşüp boğulmamak kabil değildir.

117

Uyanmazsan maksudun olan menzile varamazsın. Bak ki uyanık olanlardan yollarda bir eser var mı?

118

Menzil-i maksut denilen istirahat yeri; istikbaldir. Kervan insan kavimleri, çöl mazi, tembellik de yolun mâniasıdır.

119

Durma ki mazi, dehşetli bir dikenliktir. Yürü ki istikbal, korkusuz ve mübarek bir topraktır.

120

Evet, birçok meşakkate katlanmak gerektir. Bu doğrudur, serseri bir seyyahı yolların dehşeti korkutur. Lâkin korkuyu bırakmak azim ve teşebbüsü kuvvetlendirmek icabeder.

121

Yükünü bağlamış da ileri gitmişsen kurtulursun.

122

Madem ki hayat çölüne düşmüşsün, onun son konağına kadar gitmen lâzımdır.

123

O çöle düşmemek elinden gelmemiş, ey miskin, bari bu çöller ölmeden mezarın olmasın.

124

Yolda durmak ve ilerlememek fikrince intihar etmek değilse gökyüzünden bir meleğin sana döşek indirmesini bekliyorsun demektir.

125

Allah (Leyse lil-insani illâ mâ seâ) yani «insan, ancak elde etmeye çalıştığı şeyi bulur» diyorken miskinlikten ne beklediğini anlamıyorum.

126

Davran da kervanın arkasından koş. Bir dakikan bile boş geçse mahvolursun, İlerlemiş ve menzil almış olanlar da belki senden yorgun ve senden mecalsizdir. Belki değil, elbette öyledir. Sen ne tahayyül etmiştin?

127

Yaratılış temaşahanesi dikkatle gözden geçirilirse bir zerrenin bile çalışmaya yabancı olduğu görülemez.

128

Hilkatin gökleri ve yeri, hattâ bütün mevcudat için daimî bir çalışmadan kurtuluş yoktur.

129

Yer çalışsın, gökler çalışsın da sen sıkılmazsan otur. Bunlara karşı çalışmamak için bir bahane bulabilir misin? Yaradılmışların çalışması bir şey mi? Yaradan bile boş durmuyor, türlü türlü şuûn ile tecelli ediyor. Sen halktan sıkılmak bilmiyorsan, hey Allah’ın kulu, bari Allah’tan olsun utan da boş durma.

130

Ömür, yazda yiyim; kışta giyim derdine harcanıp son buldu.

131

Sâil: (Sad ile, savlet'ten) Saldırıcı, saldıran.

132

Şeyh Sâdi, doksan senelik ömrüne şu sözlerle nihayet veriyor: Yaşamak için uğraşılmak lâzım gelen dünya, ne acayip bir âlem!

Sâdi gibi fazilet asrında bu hakîkatleri işitmek, gerçekten korkunç oluyor.

Hazret, o hikemiyatı, o hüneri ve fikrindeki fevkalbeşer hürriyetiyle yaşamak çareleri denilen kayda bağlanırsa dünyada kimse hürriyetin adını anmasın!

İnsan yokluğun gizli perdesinden sıyrılıp varlık sahnesinde göründüğünde hayat denilen facia devrini bitirinceye kadar ne öldürücü tehlikeler geçirmeye mahkûm.

Ölüm ona bir kere hücum eder sanma. Her gün o düşmanla bin ker karşılaşır ve çarpışır.

Serseri insan, şu tozlu sahaya yani dünyaya ayak basınca ve etrafına binlerce belâ üşüşünce rahat etmenin çarelerini toplamaya meydan mı bulur? Geçinmek ve yaşamak için dünya ile uğraşmaya mecbur olur.

Yazın çalışırken güneşin ateşi beyninde kaynar, kışın uğraşırken üstüne yağan karlar buz tutar.

Dehşetle bakan gözlerinin önünde denizler köpürdükçe, coşkun dalgaların uğultusu kafasında öttükçe kıyıdan uzaklaşmak ister, enginlerin daha saldırıcı olduğunu bilmez.

Dağlar sonu gelmeyen zincirleme sıralanmalarıyla, ormanlar dünyayı tutan iniltileriyle, çöller vahşî hayvanları ve serap dalgalarıyla onu attığı azim ve teşebbüs adımlarında ümitsizliğe düşürür.

Başının üstündeki semanın heybeti yıldızları, ayağının altındaki arzın acayip nakışları zavallıyı her nefesinde dehşete uğratır ve yok olmak hevesine düşürür!

Lâkin bu heves, başka bir hevesin mağlûbudur ki o tabiî bulunan yaşamak hırsıdır.

Hayatın her anı, bir azap derdi olsa da insan bir türlü ölüme razı olmaz. Ömür bin türlü meşakkatle yüklü olsa da beşer yaşamaktan memnundur.

Dünyada kalabilmesi için ne lazımsa âciz kuvvetlerini onun elde edilmesine sarf eder. Çalışma denilen kılıcı elinden bırakmaz, üstüne saldıran zaruret ve ihtiyaç ile boğuşur.

Soğuklarda ısınmasını, bir dam çatarak altında barınmasını ister. Yiyeceğe, giyeceğe, yakacağa ve daha bin türlü şeylere ihtiyacı vardır.

Zavallı insan, bu dünya pazarında her gün bir kâr için dövünüp dolaşmaktadır ki bu kadar uğraşmadan maksat, yaşamaktan ibarettir.

Yaşamaktan da elbet bir maksat olacaktır. Lâkin bunu bulmak ve anlamak için düşünmeye vakti yoktur. Zira olanca vakti yaşamak için uğraşmaya sarf edilmektedir.

İnsanın insanlığı ruhu ile kaim olduğu hâlde birçok kimselerde o ruh, bedenin emellerine hâdim olmaktadır. Eğer ruhu yükseltmeye nöbet gelmiş olsaydı hayattan gaye ne olduğu anlaşılırdı.

Benim yaradılıştan anladığım bir şey varsa şudur : Dünyayı yaratan Allah hilkat mübhem bir düğüm gibi kalsın diye insanları hayat ihtiyaçlarına daldırmış, ezhan-ı beşeri başka taraflara çevirmiştir.

Ömrün şimşek gibi süratli geçişi, geçinmenin hadsiz, hesapsız ihtiyacı, Hâlik’ın maksadı ne olduğunu dünyaya göstermektedir.

Kimden kime şikâyet edeceğimizi biz de şaşırdık.

133

Sülfiyet rüzgârı, içinden ve kenarından fırtına koparıyor. Ulviyet ruhu da hariminden ve civarından kaçıyor.

134

Sarsılan ve